• 202
    ali sami yen spor kompleksi türk telekom arena'da ilk kez yerimi aldığım karşılaşma.giriş ve çıkışta yaşadığım rezalete rağmen böyle bir galibiyeti yerinde izlemek gerçekten harikaydı.en önemlisi ertuğrul sağlam galatasaray deplasmanının artık sıradan olmadığını anlamıştır ve diğer anadolu takımlarının teknik kadrosu,yönetimi,futbolcuları da artık kendisi gibi efelenmez.

    son olarak hüseyin göçek'e rağmen
    (bkz: koyduk mu)....
  • 203
    milli maç arasından sonra galatasaray’ı zorlu bir fikstürün beklediğini daha önce dile getirmiştik. karşısında, senelerdir aynı teknik adam ile çalışan, takım olmayı (bu sezon oynadığı takımlara nazaran) başarabilmiş bir bursaspor vardı. bu verilere rağmen, ilk yarı galatasaray için fazlasıyla olumluydu.

    türk telekom arena’daki kötü zemine rağmen, rakibini ilk yarı boyunca baskı altında tutmayı başardı galatasaray. fatih hoca bu maçta da kazanan 11′i bozmadı. bu davranış aslında gayet mantıklıydı şöyle ki; yeni kurulan bir takım olması, galatasaray’ın en büyük dezavantajı. takım içerisinde kimse kimseyi tanımıyor ve zaman zaman oyun içerisinde anlaşmazlıklar olabiliyor. 3 hafta üst üste aynı takımın sahada olması, onların aynı dili konuşabilmeleri açısından önemliydi.

    geçmiş yıllara oranla kat be kat daha iyi bir fizik güce sahip galatasaray. zeminin kötü olması sahada güzel futboldan ziyade, fizik güce dayalı futbol görmemize sebep oldu. arena’da oynamanın avantajını, sahip olduğu fizik güç ile birleştirince; dinamik bir takım görüntüsü sergiledi galatasaray. ancak rakip kalede baskı kurmasına rağmen, gol pozisyonu bakımından sıkıntı çekti sarı-kırmızılılar. ankaragücü ve eskişehir maçlarına nazaran, oyunun kilidi selçuk’un kullandığı duran top ile açılamadı. burada devreye bireysel yetenekler girmeliydi. bu şekilde bakarsak engin, galatasaray’ın can simidi oldu.

    gelen gol ve taraftar desteği ile ilk yarı galatasaray’ın hakimiyetinde geçti. galatasaray’ın ilk yarıda eksik yaptığı şey, bir gol daha bulmamasıydı. zira ilk beş hafta 60-70’lere kadar onları ayakta tutan kondisyonları bursaspor’a karşı bu kadar süre dayanamayabilirdi. bundaki en büyük pay da, hiç kuşkusuz zemine ait. diğer etken de, bursaspor’un en az galatasaray kadar hazır bir takım olması.

    ilk yarıda galatasaray için söylediklerimizin benzerini ikinci yarıda bursaspor için söyleyebiliriz. ikinci yarının mutlak hakimiydiler. ilk yarıda felipe melo, batalla’yı çok iyi kilitledi. ikinci yarı, nispeten biraz daha hareketliydi batalla ancak bu da bursaspor’un golü bulması için yeterli olmadı.

    insua ve tagoe değişiklikleri, bursaspor’u daha tehlikeli bir hale getirdi. fatih terim’in bu hamlelere karşılık verme şansı çok azdı çünkü elinde olmayan nedenlerle değişiklik yapmak zorunda kalmıştı. enteresan bir pozisyonun ardından bursaspor golü buldu. enteresan diyorum, çünkü hem sercan’ın topu centilmenlik olsun diye taç yerine kornere atması hem de bu kullanılan kornerin gol olması, daha önce futbol sınırları içerisinde gördüğümüz bir şey değildi.

    galatasaray ikinci yarıda ileride top tutamadı. selçuk bunun için çok çabaladı fakat yeterli olmadı. elmander'in dayanıklılığına eşlik edecek bir ikinci adam çıkmayınca, galatasaray kendi yarı sahasında oyunu kabullenmek zorunda kaldı. maç içerisinde fatih terim’in sık sık ‘’ileriye gidin’’ tarzında hareketler yaptığını gördük oyuncularına. özellikle de bursaspor’un gelen golünden hemen sonra. bu hareket ile hem oyuncularını yeniden oyun için motive etmeyi hem de takımın rakip yarı alanda daha fazla zaman geçirmesini amaçladı fatih hoca.

    eboue galatasaray’da şu an için beklentileri karşılayamıyor. hem yavaş hem de attığı pasların birçoğu yerini bulmuyor. fatih hoca’nın eboue’den nasıl yararlanacağını, ondan neler beklediğini açıkçası çok merak ediyorum. maç içerisindeki tek olumlu hareketi, doksan artılı dakikalarda aldığı fauldü. onun dışında çok önemli bir iki pozisyonu başlarken yok etti.

    fatih terim’in milan baros hamlesi bana semih şentürk’ü hatırlattı. hepimizin bildiği üzere, oyuna sonradan girip nöbetçi golcülük yapmasıyla meşhur kendisi. baros da aynen bu şekilde bir role soyundu galatasaray’da. bundandır ki fatih terim kendisini oyuna sonradan alıyor.

    galatasaray’ın bulduğu ikinci golü iyi analiz etmeliyiz. fatih terim geldiğinden beri en çok üzerinde durduğumuz konu, galatasaray’ın hızlı oyun felsefesi. bunu bir çok kez gösterdi takım. en son örneği de ankaragücü maçıydı. orada kontra ataktan gelen gol, galatasaray’ın hızlı oynadığında ne kadar tehlikeli olabileceğini kanıtıydı. bugün bulunan ikinci gol de, galatasaraylı oyuncuların seri hareketleri sonucu geldi. saha zemininden ötürü bu maç için hızlı oynayamamak mazur görülebilir fakat galatasaray’ın en büyük silahının ‘’hızlı oyun’’ olduğu unutulmamalı.
  • 204
    golü yemeden önce ki 20 dakikalık bölüm bizim asla ve asla ve geriye yaslanmamız gerektiğini göstermiştir. en son kuzenimi istemeye geldiklerinde bursa galibiyeti aldık o maçı izleyememiştim ne de sinir olmuştum kuzenime başka gün bulamadınız mı diye. üstüne oynadığımız maçlarda da yenemedik bursayı.. o yüzden bu maç çok önemliydi.ikinci yarının başı gibi içime bi sıkıntı düştü takım geriye yaslanmış falan yemeyelim falan derken serdar aziz vurdu kafayı gol oldu. bağırdım sinir oldum. ama vardır ya bütün galatasaraylılar da şimdi okurken evet diyeceğiniz o his ... galatasaray adının olduğu her yerde umut vardır derken o atak filizlendi çok hızlı bi şekilde gelişip baroşla golü bulduk. gözlerim doldu ağladım ... bursa maçı çok mu önemli hayır. ama 2 senedeki o güvensizlik giderek azalıyor. galatasaray adının hakkını veriyor nefes alıyor , rakibine nefes aldırmıyor. çok daha iyi olacak bu maç bi dönüm noktasıydı.. biraz futboldan anlayan bilir ki son yıllarda bursa gerçekten iyi top oynuyor yoktan var edebiliyor ... ama bu umut veren bursa bile bizim karşımızda kısır kaldı. kendimizi buluyoruz yavaş yavaş ... unutamayacağım maçlar arasında yerini aldı artık.
  • 206
    uzun gelen bir milli maç arasından sonra süper ligin 6. haftasında bursaspor ile oynayacağımız maç tahmin ettiğimiz gibi zorlu geçti. malum olduğu üzere tam bir ivme yakalamışken, milli maç arasına girmek aslında can sıkıcıydı biraz. zira bu verilen aralar genelde galatasaray’a yaramayan bir durumdur. hem takım, hem taraftar biraz o sıcaklıktan uzaklaşır. neyse ki dönüşü kazasız yapabildik.

    takımı yine bozmadan çıktı fatih terim. bu göründüğünden çok daha önemli bir karar bence. bunu geçen sezon üzerinden ele alalım. geçen sezonun bizde yarattığı en büyük problem özgüven kaybıydı. bunu hem galatasaray sözlük’te, hem blogda hem de twitterda bir çok kez söyledim. şahıslar üzerinden tüm futbol şubesine yayılmış bir tümördü yaşanılan özgüven kaybı, hatta basketbol şubesi olmasaydı belki de tüm kulüp üzerine yayılıyordu diyebiliriz. özellikle 3 büyüklere özgü (gbkz: “winner”) kimliği tamamen kaybedilmişti. aslında gheorghe hagi’ye bu yüzden çok güvendim ama maalesef onunla da aşamadık zira sezon başını göstermediler, yani mevcut kadroyu dağıtıp yerine gerekli ve doğru hamleler yapılamadı. bu özgüven kaybını aşmanın yolu önce yenilmemek sonrasında kazanmayı öğrenmekti. işte sırf bu yüzden fatih hoca’nın kazanan kadroyu bozmaması kadar doğru ve önemli bir karar olamaz. bu kadroyla ilgili mevcut futbolcular içerisinde itiraz edeceğim hiçbir isim yok. baros’un sonradan girip maç çevirmesine * hatta riera’nın vasatın altında performansına rağmen bu kadroda ısrar edilmesi bence doğru karar.

    ancak tabi ki aksayan şeyler olmaya devam ediyor, ki bu çok normal. örneğin riera, halen takımda çok eğreti bir performans sergiliyor. ilk yarı boyunca takımda aksayan tek oyuncuydu. ikinci yarıda tamamen sahada gezindi. henüz uyum sorununu aşamamış vaziyette. oynayarak bu sıkıntıların üzerinden geleceğini unutmadan, fatih hoca’nın da fazlasıyla sahada tuttuğunu belirtmem lazım. kazım ve engin’in beklenmeyen sakatlıkları hocanın değişiklik stratejisini değiştirmiş olabilir.

    takımda riera dışında beklediğim etkiyi göremediğim eboue var. şu ana kadar izlediğim eboue maalesef takımı yavaşlatan bir performans içinde. gerek paslaşmalarda, gerek koşularda biraz daha hareketli olmasında fayda var. o yüzden şu anda kazım bizim için çok elzem bir oyuncu durumunda ve kazım hem futboluyla hem oyun iştahıyla kesinlikle formayı en çok hak eden futbolcularımızdan biri.

    bu sezon, geçen sezona nazaran kazanmaya başladığımız en önemli özelliklerden diğeri de takımdaşlık. bu o kadar üst düzeydeki, serdar aziz’in kafasına kazım’ın ayağı çarptığında o bölgeye anında 6 futbolcu gitti. hakemlere toplu itirazlar gerçekleşti. yapılan hatalar sonrasında arkadaşlarına moral verdiler. arkadaşlık geliştiği vakit, arada doğan sevgi ve saygı dolayısıyla futbolcuların toplu halde mücadele etme yetisi artar, birliktelik oluşur ve bu her koşulda takıma olumlu yansır. dün baros’un golünden sonra tüm tribün birbirine girdi, takım çamurlu formalarıyla köşede bir arada sarılmışken, yedek kulübesinde birbirine sarılmış teknik kadro görüntüsüne hasan şaş uçarak dahil oldu. bu? evet, bu hatırlarsanız galatasaray ruhu.

    dün takımın en iyisi elmander, arkasından melo, selçuk, engin, kazım, ujfalusi, hakan balta ve sabri geliyor. muslera da üzerine düşen görevi fazlasıyla yaptı. gökhan zan zaman zaman bizi tırsıtsa da yine de iyiydi diyebiliriz. vay be, uzun zamandır ilk kez takımda kötü oynayanları yazsak daha kolay olacaktı. neyse polyannalık olduğundan serde, iyileri konuşmayı seçiyoruz hep ne güzel.

    dün özellikle ilk yarıda takım çok iyi oynadı. defans yaparken alan daraltmalarımız ve rakibe uygulanan baskı çok iyiydi. ileri giderken ise top çevirmeler, uygun pozisyonu aramalar, kanatlara oyunu açmamız çok olumluydu. orta sahada engin, selçuk ve melo o kadar iyi yapıyorlar ki bu işi. yalnızca iyileştirmeye çalışmamız gereken en önemli konu pas hızımız. bu ayakta top tutma süresini iyileştirmemiz durumunda hücumda çok başarılı sonuçlar görebiliriz. zira 2. gol, 4 tek ve hızlı pas sonrası geldi ki, uzun zamandır böyle güzel organize bir atak görmedik. aslında sercan’ın topuk pasıyla elmander atmıştı ama bu çok daha üst düzey bir organizasyondu. orta sahadan gelen sabri’nin pası, sercan’ın topuğu, baros’un içeri yaptığı kamikaze dalışı ve elmander’in onu görmesiyle şahane bir goldü. sercan, yaptığı saçma vuruşla bursaspor’a bir asist yapsa da kendini 2. golümüzde affettirdi. yine ilk yarıyla ilgili en önemli konulardan biri, bursaspor’un ne orta sahasının ne de beklerinin yeterince oyuna sokmamamız oldu. ancak ikinci yarıda engin ve kazım’ın çıkması, riera’nın çok etkisiz oyunu, orta sahada yekta’nın olmaması başımızı ağrıttı. fatih hoca muhtemelen engin – sercan değişikliğini 2.golü bulmamız gerektiğinden düşündü ancak hesapların tutmadığı açık. bursaspor’un golü gelince de ya herro ya merro diyip son 10 dk top tüfek saldırdık. iyi de yaptık. bu riske değerdi. çünkü kazandığımız anda tribünde söylediğimiz ilk şey 80.dk’da gol yememize rağmen maçı bırakmadık ve çevirebildik, üstelik rakip bursaspor’a karşı. dünkü maç ile ilgili 3 puandan daha önemli bir şey varsa o da budur. buna ek olarak takım kaç şut attı bilmiyorum ancak, dünkü havada maçın başından beri tek konuştuğumuz neden şut atmadığımızdı. yerden gidecek şutlar pozisyon yaratırdı.

    tüm maç boyunca defans dörtlümüzde de çok güzel gelişmeler gördük. ujfalusi burada kilit isim. her maç pozisyon alışı, müdahaleleri ders olarak okutulur. hakan balta’nın performansı kesinlikle arttı ve daha iyi olacağa benziyor. sabri hala reyiz. ama reyiz demişken bu takımın en büyük reyizi melo’dur. mücadele, hırs, teknik, taktik her şey bu adamda mevcut. aldığı her topu öne sürüyor, arkasına bakmıyor, vücudunu şahane kullanıyor. sert oynuyor. 2. yarı maç sonlarına doğru kapalı önünde bursaspor’un köşeye yakın yerden kullandığı serbest vuruşta, topu kafayla uzaklaştırdıktan sonra tribünleri coşturması paha biçilmez. defansa geri dönersek, gökhan zan ve ujfalusi sakatlanmaz ve büyük bir hata yapmazlar ise servet formayı bulamayacak gibi.

    hakem* ile ilgili yazmaya gerek var mı bilmiyorum. eboue’nin pozisyonunda verilmeyen penaltı mı, verilmeyen kartlar mı? bu filmi daha önce de gördük, aynı filmi izlemeye devam ediyoruz. değişen hiçbir şey yok.

    dün günü 3te 3 ile kapattık. sabah dünya şampiyonluğu, akşamüstü cumbaba kupası ve en sonunda 3 puan. hem de öyle bir 3 puan ki, şampiyonluklar gizlidir bu tür maçlarda. böyle maçlarda doğrusu yanlışına fazla gelen takımlar kazanır ki biz hak etmiştik.

    düne ait birkaç konu daha var. birincisi maç öncesi nevizade olayı. nevizade’de artık galatasaray taraftarları, daha doğrusu formalı hiçbir taraftar mekanlara alınamama kararı var. ancak zorlamayla girebiliyorsunuz. emniyet böyle bir karar alınmadığını ve böyle bir durum olursa şikayet bildirilmesini bildirmiş. bu işte ya mekan sahipleri ya da emniyet yalan söylüyor. ne olursa olsun bu iş en acil şekilde çözümlenmeli.

    ikinci konu maç sırasında taraftar fazlaca oyunun içine girmeye başladı. takım biraz daha inancı sağlamaya başarırsa ve tribünler tam olarak dolarsa, taraftar da maç almaya başlar. maç sonunda ujfalusi’nin ve eboue’nin tüm tribünleri kimse çağırmadan dolaşması, sabri’nin klasikleşmiş üçlüsü ve sonrasında soyunma odasından birkaç futbolcunun tekrar sahaya gelerek taraftarla kucaklaşması süperdi. ancak ultraslan’ın kendine çeki düzen vermesi gerekiyor. net olarak iyi değiller. bu arada taraftar içinde bir güruh var ki, onları ıslıklaya ıslıklaya dövmek lazım. riera’nın daha kaçıncı maçı ki hemen ıslıklıyorsunuz bre skorcular. böyle adamlar gelmesin tribüne, mümkünse futbol izlemesinler.

    üçüncü konu bursaspor takımı ve taraftarı ile ilgili. öncelikle serdar aziz dün en beğendiğim futbolcuydu. çirkefliği, sertliği, attığı gol ile bence sahadaki en iyi bursasporlu futbolcuydu, acil alınası bir adam ki daha yaşı çok genç. ujfalusi ve serdar aziz tandemi çok can yakar bu ligde, ağlatır. bursaspor taraftarları ise çok keyifli bir deplasman tribünü yaptılar. meşaleler yaktılar, hiç susmadılar, tebrikler onlara. ara ara sövseler de ki bu normaldir, engelsiz aslanlar için (gbkz: “türkiye sizinle gurur duyuyor”) tezahüratları ve galatasaray taraftarından alkış aldı. güney tribün önündeki kaleye 2. yarıda barajdan dönen topa bursalı futbolcu öyle güzel vurdu ki, bir an top 90da asıldı sandık. tabi bursa taraftarı gol bağırtılarıyla coştu ancak gol olmadığını anlayınca galatasaray taraftarının çektiği nah ve yaptığı dalga görülesi ve yaşanasıydı. maçın gollerimizden sonra en güzel anlarından biriydi.

    dördüncü konu, stad ile ilgili; ilk olarak zemin meselesi var ki bugün gelen haberlere göre çimler yine yeniden değişiyormuş. ancak dökme suyla değirmen dönmez. bu işe acilen bir çözüm bulmalılar. bu iş başımıza büyük iş açabilir. staddan çıkışta yaşanan rezaletler kaldığı yerden devam ediyor. birileri ölmeden bir şekilde artık çözüm bulunmalı.

    beşinci konu ise, özellikle bizim nesil için çok önem taşıyan; her giyildiği dönemde büyük başarılar yakaladığımız sarı formanın güzelliği ve bize yaşattığı heyecan. çok sade, çok şık. sahada ışıl ışıl. umarım nice galibiyetlerde, nice kupalarda giymemiz nasip olur. unutulmasın, sarı forma demek şampiyonluk demek. özlediğimiz şeylerden birine daha kavuştuk.

    önümüzde antalyaspor maçı var. kesinlikle zor olacak zira kazım ve engin sakatlandı ama kazanmalıyız. bu serinin devam etmesi çok önemli.

    son paragrafı da fatih hoca’ya açalım. hoca’nın bir lafına çok takıldım. basın toplantısında hakemi sorduklarında bunları sıcağı sıcağına konuşmak istemediğini, konuştuğunda hoş olmadığını belirtti. “içimden 100e kadar saymadan konuşmamalıyım” dedi bir yerinde. hoca öfke kontrolü ile ilgili bir çalışma içinde mi yoksa? başka türlü bu deli adanalının bu kadar farklılaşmasını çözemiyorum. ama ne yaptıysa ya da yapıyorsa devam etmesi dileğiyle.

    sonuç olarak kazanmak soğuk ve yağmura rağmen güzel. galatasaray her şeyden güzel.

    *
  • 210
    türk telekom arena' da izlediğim ikinci*, pegasus tribününde izlediğim ilk ve yine galatasaray' ın bu statta galip geldiğini gördüğüm ilk karşılaşma. kısa kısa notlar eşliğinde anlatacak olursam;
    - yağmur ve fırtına eşliğinde bu maça gelen 35 bin küsür taraftarın hepsine ayrı ayrı plaket verilmeli bence. zira olumsuz koşuların hepsi bu karşılaşmada mevcuttu. daha inşaat halindeki bir otoparka arabayı bırakmak, saat 4.15' e kadar içeri almamalar, içeri giremediğin sürece yağmur soğuk ve fırtınadan sığınacak doğru dürüst bir yer bulamamak, stattayken çatı ile tribünlerin arası kapatılmadığı için oradan gelen soğuğu tamamıyla hissetmek, maç çıkışı ise insanlıktan tamamıyla uzak bir şekilde otoparka/metroya/otobana ulaşmaya çalışmak. daha da sayamadığım bir sürü faktörden dolayı oraya gelen taraftar bu topraklardaki en cefakar,vefakar taraftar seçilmelidir. dikkat edersen bilet fiyatlarından bahsetmedim bile.
    - yerim itibariyle hayatımda o kadar rahat maç seyretmemiştim; pegasus ikinci kat birinci sıra. böyle balkon gibi bi şey.önümde kalkan yok, çök çök diye milleti uyarmak yok. köşe ve nispeten aşağıda olduğu için mükemmel bir görüş açısı. son olarak da baros' un mükemmel hazırlanıp atılan golünün tam önümdeki kalede gerçekleşmiş olması olayı tamamladı.
    - her tür olumsuzluğa rağmen bu stat insanı büyüleyip esir alıyor. soğuk moğuk, insanın ayrılası gelmiyor. ama zemin için aynı şeyi söylemek mümkün değil. televizyonda da görülmüştür, iki takımın futbolcuları sürekli kayıp kayıp düştüler. ee, zamanında yapmazsan o çatı kapaklarını, aha böyle bi şey olur o zemin. drenaj iyiymiş, alttan ısıtması varmış, olmadı. o sahaya bir damla yağmur düşürmemek eski yönetimin elindeydi ama o yüce yönetim balçıklı sahayı tercih etti, neyse!
    - çıplak gözle izlediğim bu 90 dakikaya dayanarak söyleyebilirim ki, takımda umut var. eski uyuşuk adamlar gitmiş, iyi veya kötü, oynayan, mücadele eden adamlar gelmiş. ikinci yarıda biraz düştü takım ama olabilir. rakip takım bursaspor, saha ağır, oyuncuların çoğu milli maçlardan gelmiş. kaldı ki böyle bir rakibe ikinci yarıdaki bir iki poziyon hariç hiç pozisyon verilmedi.
    - son olarak; melo anlatıldığından çok daha fazlasıymış çıplak gözle izlendiğinde. rakibe bir dakka olsun rahat vermiyor. fizik gücü limitte, futbol zekası fazlasıyla mevcut ve ayağındaki topu çoğunlukla faül yaparak alabiliyorlar. bu sene çok takıma ızdırap olaracak bu vatandaş.
  • 211
    2009'dan beri statta galibiyet görememiş bünyeme iyi gelen maç. ikinci golde beni sakinleştirmeye çalışan amcaya, yalnız mısınız diyerek bizi bağrına basan hanım ablaya ve sanırım dünya'nın en sempatik galatasaraylısına; bursaspor'un serbest vuruşunda dışarı giden topu gol sanıp arkadaşlarına nasıl rahatladığını anlatan çocuk* selam olsun.

    (bkz: anne ben bugün çıplak gözle galibiyet gördüm)
  • 212
    zaten o derece soğuk havaya da sıcak bir galibiyet yakışırdı. galibiyeti nasıl, ne şekilde aldığınız da önemlidir bazen. örneğin çok iyi oynamazsınız, kalenizde çok sayıda tehlike görürsünüz, fakat futbolun tanrıları o gün sizin yanınızda olur. büyük takım taraftarının pek memnun olmayacağı bir örnek olduysa da bu şekilde kazansaydık bile kabul edebilirdim, çünkü takım geçiş aşamasında, hazırlık aşamasında. fakat takımımızın özellikle ilk yarıda ortaya koyduğu oyun ziyadesiyle memnun etti bizleri. bursaspor'u kendi yarı alanından çıkarmadık, ilk 45 dakika boyunca çok net gol pozisyonlarına girememiş olsak da -ki zaten başlıca sorunumuz şu anda bu- bursaspor'u oynatmamayı, kendi sahasına hapsetmeyi başarı olarak görüyorum.

    farkı ikiye çıkarıp kalan dakikaları rahat bir şekilde tamamlamak adına ikinci yarıda yapmamız gereken tek şey de bir gol bulmaktı. bursaspor da 2 duran topta kalemizde yarattığı tehlikelerle birlikte golün işaretlerini vermişti. ayrıca yediğimiz gol, gökhan zan'ın topu uzaklaştırmak isterken tagoe'ye çarptırması ve tagoe'nin önünde kalması ile oluşan pozisyonda gelseydi, psikolojik olarak daha zor durumda kalabilirdik. 82. dakikada yemiş olduğumuz gol sonrası hakkımız olan galibiyeti alma inancı, belki de bursaspor'un bulduğu golün hiç de centilmen olmayışından ötürüydü. melo'nun topu taca atmayp sercan'a vermesi, sercan'ın da tribünlerden yükselen uğultu sonrası topu kornere atması; aslında o top yerde yatan oyuncumuz için dışarı atılmıştı, bursaspor'un o pozisyondan gol bulması tek kelimeyle çirkefliktir. gol sonrası tribünleri terketmeye başlayan taraftarımsılara inat, istediğimiz golün geleceğine inancım tamdı. bu inancımın zirve yaptığı an da riera - baros değişikliğinin yapıldığı andı. (riera'nın oyundan alınırken yuhalanmasına aşağıda değineceğim). geride kalan dakikalar sayılı, oyunda kaldığı süre zarfında etkili olamamış takım arkadaşınızın yerine siz giriyorsunuz ve sizden beklenen de bu sınırlı dakikalar içinde oyunu değiştirmeniz; belki 1 ya da 2 kez topu ayağınıza alacaksınız fakat o golü atmanız isteniyor. işte milan baros'un oyuna girerken omuzlarına yüklenen bu görevin fazlasıyla bilincinde olduğunu hissettim ve gelecek golü beklemeye koyuldum. gol sonrası ise tribünlerin nirvanaya ulaştığını söyleyebilirim, önce sağımdaki sonsuza dek galatasaray ile sonrada solumda tanımadığım taraftarlarla paylaştım gol sevincimi; gol ulan gol işte.

    maçla ilgili ayrıca değinmek istediğim 3 nokta var;
    *eboue'nin penaltı pozisyonu: güney tribünü'nden izlediğim için pozisyon bizim önümüzdeki kalede oldu ve açıkçası ilk anda eboue'nin kendisini bıraktığını gördüm. internette dolaşan resim ise http://imgim.com/1990incia2960707.jpg pozisyonun çok net penaltı olduğunu gösteriyor.
    *riera'nın oyundan alınırken yuhalanması: oyunda kaldığı sürece etkisiz olmuş olabilir fakat kendisinden beklenen hat-trick, asistler yapması ise kötü oynadı diyebilirim. alışma süreci denen bir şey var ve takıma en son katılan oyunculardan birisi. melo nasıl ki kendisini gösterdi, riera da gösterebilir deniyor. her insan aynı mı, melo uyum sorunu yaşamadı diye riera da yaşamayacak mı yani? bu kadar sabırsız olmamak lazım, riera'yı oyundan çıkarken yuhalayan taraftarımsılar benim gözümde net olarak futbol cahilidir.
    *yenilen gol sonrası stadı terkeden taraftarlara(!) diyecek söz yok, takımın gole ve desteğe en çok ihtiyacı olduğu anda metroya erken binme telaşına düşmüşler. metroya rahat bindiklerine şüphe yok, fakat merdivenlerden aşağı adım adım inerken stadyumdan gelen gol çığlığını duyduğunda hissettikleri pişmanlık onlara yetmiştir. 2-3 farklı önde olursun, 85'te çıkarsın; ona lafım yok fakat böylesi hiç de doğru bir hareket değil. 15-20 dakika oyalanınca zaten metro girişindeki yoğunluk da bitmiş oluyor, no panic.

    son paragrafı the king'e ayıralım;
    milan'ım, baros'um.
    çok güzel koydun bee!
  • 214
    bu sezon * izleyemediğim tek maçtır. bırakın televizyondan izlemeyi, özetini bile izlememiştim. neden izlemediğimi de bilmiyorum, sadece milan baros'un gelen son dakika golünü sonradan izlediğimde gerçekten anladım ki bu takım bu sezon bir şeyler başaracak. başardı da. şimdiye kadar gayet iyi götürdük. allah utandırmasın şampiyon da olacağız. kaçıncı maçımıza çıkıyoruz 34 mü 35 mi neyse. fatih terim konuşmasına bağlamadan toparlayayım*: takımı bir amaç uğruna kenetlenmesini sağlayan ilk maç.
    diğeri için:
    (bkz: 7 aralık 2011 galatasaray fenerbahçe maçı)
  • 217
    (bkz: tarihte bugün)

    11-12 sezonun şampiyonluğunun alametlerindendi bu maç. son dakikalara girerken yediğimiz gole verdiğimiz cevap, baros'un mükemmel golü, takımın ve taraftarın o sevinci. çok güzeldi.

    baros'un golü: https://www.youtube.com/watch?v=Zv_MCmXbTFo

    bu goldeki koşusuyla ilgili entry yazmışlığım bile vardır. başından sonuna kadar topu takip edip tam doğru yere koşması, orada sercan'ın topuk pası, elmander'in topu baros'un önüne bırakması.
  • 218
    "sabri, sercan, elmander, gol şansı... barooooooosss ve gooooll!!! milan baroooss!!!"

    (bkz: milan baros'un bursaspor'a 2011-2012 sezonunda attığı gol)

    daha önce defalarca yazmışımdır belki ancak tekrar hatırlatmam gerekirse, son 5 sezonda galatasaray futbol takımının attığı goller arasında en sevdiğim 2-3 golden birinin atıldığı maçtır. o enfes tek paslar, o hırs ve golden sonraki sevinç yumağı, baros'la taraftarın neredeyse kucaklaşması...

    ruhumuzu kaybettik be abi ruhumuzu. o güzel günler tekrar ne zaman gelecek?
App Store'dan indirin Google Play'den alın