deplasmanda yine gitti 3 puan. çok mu komik bir maç oldu, bana mı öyle geliyor?
sahanın zemini komik, 40. saniyede penaltı olması komik, barış’ın sahada olması komik, barış’ın şahane bir gol atması daha da komik, neill’in oyundan çıkmak zorunda kalması komik, yerine ali turan girmesi de komik iyi oynaması da komik, baros’un, arda’nın olmaması zaten komik, servet’in kadro dışı kalması komik, yerine gökhan zan’ın oynaması daha da komik, misimovic’in yerine sabri’nin kurtarıcı olarak girmesi komik ama takımın hareketlenmesi de komik. bunların çoğu aslında trajikomik elbette.
maç başlamış, ben daha bilgisayarı açana kadar 1-0 olmuş. tekrardan gördüm penaltıyı ki bence penaltı. gençler kusura bakmasın, aynı pozisyon 1988 avrupa uluslar kupası finalinde olmuştu, van basten’in ayağındaki topa rus futbolcu vurmuştu ama hakem penaltıyı vermişti. sonradan yapılan değerlendirmelere göre penaltı verilmesi gerektiği konusunda anlaşılmıştı. neden? topa vurulsa bile önce rakibe müdahale olduğu için. penaltıyı da gullit gol yapmıştı. van basten dedik, gullit dedik rijkaard’ın her zamanki gibi ilk 11 başladığını söylemezsem eksik kalır.
çok rahat izledim maçı. yediğimiz gollere, atamadığımız gollere çok üzüldüm ama niyeyse çok da soğukkanlıydım açıkçası. hani “elle gelen düğün bayram” şeklinde bir ruh halindeydim.
bu sahada vuracaksın ileri, kuvvetli, fizikli santraforun topları indirecek, orta saha topçuları da yardıma gelecek. maçı böyle kazanırsın. galatasarayda uzun topları alacak, rakipleriyle boğuşup topları indirecek santrafor var mı? yok. ama karabük’te var, emenike. galatasaray kadrosunda böyle bir santrafor yok zaten. sadece bugünkü değil, sakatı, sağlıklısı içinde böyle bir santrafor yok. baros değil, batdal boylu poslu ama topları indirebilen bir futbolcu değil. çünkü rijkaard böyle santrafor istemiyor, yılda 1-2 kez oynanacak böyle bir maç için santrafora para vermek istemiyor. haksız mı, valla değil.
bu sahada topu şişirmeyeceksen, ille de pas yapacaksan tek pas yapman lazım. top taşımaya çalışmak hiç akıllıca değildir. ya da kapanacaksın, kontra arayacaksın. ama galatasaray çok erken 2-0 geriye düşünce kontra imkanı da kalmadı. sadece 1 kez yapabildik, pino’nun ortasında misimovic’in vuruşu dışarı gitti. tam burada bir tespit yapmak istiyorum. iyi niyetli yazar benim yazdığım gibi “vuruşu dışarı gitti” yazar, kötü niyetli ise “topu dışarı attı” yazar.
bu sahada maçı kazanmak için yapılacak işlerden biri de duran topları etkili kullanmak. her iki takımda bolca gol bulabilecek yerlerden duran top kazandı. karabük golleri böyle attı. ilk gol penaltı ikinci gol duran topun dönüşünden. avut çizgisine çok yakın yerden vurulan top nasıl direkten döner yahu? tek başına barajı kuran adam dalga geçer, nasılsa kaleye vurmaz diye ciddiye almazsa, top direkten de döner, gol de olur. aynı golde cana’nın başına gelen tamamen şanssızlık. cana’dan ben hala çok umutluyum. bize stumpf’un yaşattığı şaşırmayı yaşatacak.
şöyle bir problem var. beşiktaş aynı sahada yendi karabük’ü. nasıl? kısa sürede öne geçmeyi başardı çünkü. böyle sahada öne geçersen işin çok kolaylaşır.
kaybeden takımın hocasına laf etmeden olmaz. ama düşünüyorum da sadece barış’ın ilk onbirde oynamasını eleştirebiliyorum. başka da yok. ne gerekiyorsa yaptı hoca. bazı değişikliklerini ben hayatta yapmam desem bile, kulübe o kadar zayıftı ki. servet’in kadro dışı kalması emenike gibi bir rakip futbolcu varken acayip, ama bir takım için 3 puandan önemli şeyler var, hocanın otoritesi gibi. aslında kötü niyetli olsam, hocanın takımı sabote ettiğini bile söylerim. aynı takım kaybettiğinde yerli oyuncuların takımı sabote ettiğini iddia edenler gibi. çok şükür ki o modellerden değilim.
takım üzerinde bir şanssızlık var, hayırdır inşallah. ama bu maçla ilgili sıkıntım yok. (bkz:
olur öyle top bu) maçı oldu. galatasaraylı çetin altan’ın dediği gibi “enseyi karartmayın”.