• 126
    olimpico'da geçen rezil sezonda can sıkıntısından picasso'nun meşhur boğa tablosunu bile beze boyayıp tribünde sallandıran bir acayip insan topluluğu. maddi durumları ortalamanın üzerinde, eğitim ve genel kültür seviyeleri bir hayli yüksek olup yine de bu tribüncülük hastalığına tutulmuş 8-10 kişiden ibaretti aslında. kendilerinin imzası olan gri polarları ve iki başında aslan figürünü andıran flamaları ve yana yatık harflerle yazılmış pankartları olmasa bu kadar bilinmeyecek; gel gelelim aynı icraatleri aynı şekilde yapmış olacaklardı aslında.

    "tribüne çıkmak" diye bir laf vardır, özellikle 80'lerde tribüncülük yapmış insanlar bilir. bu adamların yaptığı aslında tam olarak buydu. muhtemelen iş hayatları sebebiyle o dönem dernek statüsünde olup nispeten daha şeffaf bir yapıya sahip olan ultraslan içinde gözükmektense "yürüyedur" ismiyle kendilerine bir zırh yaratmışlardır. aslında ultraslan'dan tamamen ayrı bir yapı değildi. örneğin yaptırdıkları meşhur gri polarlar ile o dönem ultraslan'ın yaptırdığı "ninja" polarlar neredeyse aynısıdır.

    olimpico'da gerek fikriyat, gerek finansman, gerekse emek olarak ön ayak oldukları koreografiler; isimlerinin galatasaray dergisi'nde dahi zikredilmesi, internet sitesi derken iyice ilgi odağı olmaya başladılar. tribün işleri böyledir, insanların güvenini kazanmadıktan sonra silah bile çeksen insanları gerçekten arkana toplayamazsın. olimpico sonrası ali sami yen'e dönüldüğünde kapalıda sazı iyice eline almaya başladılar ki "tribüne çıkmak" denen hadise de aşağı yukarı böyle birşeydi. kendilerini alaşağı etmek için bekleyen grubun eline geçen ilk fırsat da fatih akyel'in geri döneceği söylentilerinin ortaya çıktığı dönem oldu. bu söylentilere karşısında yürüyedur tepki koymaya çalışırken tayfa "fatih bizimdir bizim kalacak" tarzı sloganlarla olayı savunmaya çalıştı.

    nitekim aklı başında galatasaray taraftarı "sahibinin sesi"ne baskın çıktı. fatih akyel'e hatta yönetime tepki gösteren tezahüratlar baskın çıktı. iki hafta önce yüzüncü yılını kutlamaya başlamış olan galatasaray'ın efsane kapalısı ikiye bölünüp tezahürat yarışına girişti, maç sonu ise birbirine girdi, daha doğrusu "tayfa" yürüyedur'un durduğu bölüme doğru taaruza kalktı. nitekim "sürü" galip geldi ve yürüyedur isim olarak bir daha tribünde yer alamadı. "aklı selim" taraftar ise ultraslan'a sırt dönmeye başladı. tribün performansı ise azalarak sıfıra doğru yolculuğa çıktı. 2007'de "sulu derbi" sonrası "bazı simalar" bir dönem geri durunca bazı alt gruplar sazı ele aldı. kitlesel bir performans artışı olmasa da çekirdekte epey bir iyileşme oldu. sulu derbinin üzerinden de belli bir zaman geçip "bazı simalar" geriye dönünce tüm alt gruplar tribünden kışkışlandı ve bugün içinde bulunduğumuz statükoya girilmiş oldu...
  • 127
    soyle dedirtiyor steinbeck baskahramanına, hem de jim'in olumunun ardından;
    ''bu kavga hic bitmeyecek.''

    roller degisse de zamanın girdabinda, ve hatta fiziksel sartlar alabildigine zorlasa da bu yola yuregini koyanları, bu kavganın hic bitmeyecek olması, zamanın sonsuzluguyla ilgili en güzel teselli zannımca..

    roller dedik ya, üzerimize zamanın ileriye dogru sarmaya basladıgı ilk andan itibaren, farklı platformlarda üzerimize bicilen roller, iste o roller icin hem de hic prova yapmadan oynadıgımız o roller icin, üzerimize bicilmis elbisenin en güzel rengi sarıyla kırmızı.

    öyle ki, birileri cıkıp is bilmezlikleriyle, bu elbiseye leke sürmek isteyenlere malzeme sunsa da, bu sevdayı tertemiz sürdürenlerin kavgasının sürekliligini gormek, hem de dört duvarın arasında ve kapana kısılmıs bır aslan gibi, en güzel tasavvuru dısarıya dair düslerin..

    kavga sürüyor iste, arada dibe vururken dahi, yine de eskisinden daha güclü olmak dusturuyla, tabii daha da kırmızı.
    bilir gün ısıgı yuzune vurmadan güne merhaba demek zorunda olunlar, yani sarıya, gunese muhtac olanlar, o karanlıgın vehametini. iste o sarıyı her sabah yureginde hisseder gibi, daha gunes kendini elevermemisken, biz ademogluna.

    soyle diyor george orwell; ''gelecegi olmamasına karsın, bu durumu sürdürmek, hava oldugu sürece soluk almak gibi iclerindeki en güclü icgüdüydü.''
    bu da bizim icgüdümüz iste, o guzelim kirmiziyi gorup duygulanmak, en güclu ıcgudumuz yani, soluk aldıgımız surece icimizden sokup atılamayacak, alabildigine asil, alabildigine vazgecilmez..

    ve oyle ki, yat saatini dinlemeyip, kazan macının sonucunu ogrenmek icin er gazinosuna kacmak gibi, devrenden gazinonun anahtarını alarak.
    inatla hayatını baskalarının hem de net kurallarla belirledigi zaman dilimlerinde bile, zihninin en ücra kösesini bile galatasaraya gore belirlemek gibi..

    yürüyoruz iste, nerede yasıyor ve yasatılıyorsak..
    ve galatasaray da yuruyor, dolu dizgin, ve hafif heyecanlar katarak omrumuze, yani sanılanın aksine, askların en karsılıklısını yasatarak alabildigine..

    kavgamız yürekli bir sekilde surmekte, sürecek de ebediyen, üstelik olasılıksız olanın bu kırmızı diyara hic bir zaman ugramayacagının bilmenin vakur durusuyla..
    alman atasozunun dedigi gibi yani;
    ''ende gut, alles gut''.
    bu yolun basi da galatasaray, sonu da galatasaray;
    yuruyedurun !
  • 128
    güven veren bir slogan.

    ünlü bilim-kurgu mizah serisi otostopçu'nun galaksi rehberi'nin ilk kitabında, alakasız bir yerde you will never walk alone lafı geçmesi üzerine bizim türk editör şöyle bir not düşmüştür sayfanın altına:

    "bu güzel kutsal sözleri, yani asla yalnız yürümeyeceksin cümlesini duyup da duygulanmayacak bir galatasaray spor kulübü taraftarı var mıdır? bu arada bir ingiliz futbol kulübü taraftarlarının da aynı cümleyle gönül bağı kurduğu gerçektir, ama konuyla pek yakın bir ilişkisi olmadığı için o kulübün adının burada anılmasına gerek görülmemiştir. siz yine de yürüyedurun."
  • 129
    bu adamlar galatasaray tribünlerinde saldırıya uğrayıp uzaklaşmak zorunda bırakıldığında ufaktım ben. tribün kültüründen pek anlamam. ancak şundan eminim ki tek derdi rant ve sucuk olan malum oluşumun şu kulübe verdiği zararın yüzde birini vermezlerdi. en azından kendi isimlerini bağırmak yerine gururla "galatasaray" diyebilen bir tribünümüz olurdu.
  • 132
    tribün tarihimizde, ultras felsefesini belkide en iyi yaşayan taraftar grubu. kendileri "gri polar" ile özleşmiştir. aynı zamanda tribünden "istemeyerekte olsa" çekilmek durumunda kalmışlardır. twitter üzerinden kurucularından onur eriş'e ulaştım ve kendisine hepimizin merak ettiği "yürüyedur'un dönme ihtimali var mı?" sorusunu sordum. kendisi verdiği cevapta: maçlara zaten gittiklerini fakat bahsettiğim manada (bkz: ultras) bir dönme ihtimali olacağını sanmadığını söyledi. bunun stadlada alakalı olduğunu söyledi. tribünlerimizde ultras felsefesini özlediğimizden insanın gözü kör oluyor. aşk gibi, mantıklı düşünemiyor. fakat oturup düşündüğümüzde bu adamların dönme ihtimali zaten olamaz. çocuğa karışanlar var, aile kuranlar var, yeni hayata başlayanlar var. zaten dönmeye kalksalar bile şu anki tribündeki grubumuzun (bkz: ultraslan) böyle bir şeyin olacağına izin vereceğini düşünmüyorum. kendilerini, yazımı bitirmeden şu marşla anmak istiyorum:
    kol kola girip senin yoluna and içti bu büyük taraftar
    tek yürek olup sonuna kadar yürüyedur galatasaray
  • 134
    meşhur akçaabat sebatspor maçı sonrası internet sitelerindeki yayınları da durdurmalarına rağmen 14 mayıs 2006 ertesi "2005-2006 champion galatasaray, abdullah değil allah" diye bir paylaşım yapan grup. o ergen yaşımda çok etkilemişti beni o garip cümle. ilahi adalet lafını o şampiyonluk sonrası öğrenmiştim ama bu kadar enteresan bir şekilde ifade eden olmamıştı...

    genel olarak tarzları bu şekildeydi. daha önce bando getirilen kapalıya klarnet sokmuşlardı, olimpiyattaki bir maçta picasso'nun boğasını pankart olarak basıp tribüne asmışlardı. millet topçu karşılamaya havaalanına ya da tesislere giderken kadro dışı kalmış bülent korkmaz'a moral vermek için evinin önünde sabahlamışlardı. şimdinin meşhur vlog tarzı videolarını 2003'lerde 2004'lerde çekip yayınlıyorlardı. zaten zamanında o videoları yapan adam* son 2-3 yıldır resmi hesaplarda paylaşılan birbirinden enfes videoları yapan ekibin* başı. fikir babası ve sürükleyicisi oldukları 21 eylül 2003 galatasaray fenerbahçe maçındaki koreografideki yıldızları mesela ayna gibi bir şey ile yapmışlardı mesela. çok sonradan öğrendik ki mesela o ayna gibi şeyler film setlerinde falan ışık için kullanılıyormuş.

    öyle enteresan bir insan grubuydu. sonradan ya da zoraki değil hakikaten gurme zevkleri ve entellektüel birikimleri vardı hepsinin. üstünde polar, elinde megafon stadyumda tepinirken görmenin garipsenebileceği hayatlardı aslında. ancak galatasaray ve özellikle tribüncülük sevgisi bu maceralara atmıştır bu ekibi.

    şeyh uçmaz müridleri uçurur hesabı dönem dönem anılıyor sosyal medyada. bir anda bir pankart yaptırıp gri polarları çekip tribüne çıkarak yön vermiş de indirilmiş gibi bir hikaye oluştu zaman içinde. işin aslı seksenlerin sonu doksanların başından itibaren galatasaray'ı tribünde izleyen, tribün kovalayan, hali vakti yerinde, entellektüel birikim hatta sosyal statü sahibi(!) olabilmiş bir arkadaş grubuydu. fatih terim'in italya'da çalıştığı dönemde oynanan inter-milan derbisinde pankartlarının stadda görülmesi, olimpiyatta fenerbahçe maçında yapılan koreografi ve internette yavaş yavaş isimlerinin anılmasıyla popüleritesi artmıştır bu arkadaş grubunun. olimpiyat stadı'ndan ali sami yen'e dönülen sezonda kapalı'da yaptıklarıyla hem dikkat çekmeye hem de tribünsel canlılık getirmeye başladılar. bu da iyice dikkat çekmelerine sebep oldu.

    fatih akyel olaylarının yaşandığı 31 ekim 2004 galatasaray akçaabat sebatspor maçı ve petre'nin küfür yediği izmit'te oynanan 22 ocak 2005 galatasaray bursaspor maçı o sezon tribünde olay yaşanan iki maçtı. oralarda yaşananlar sonrası tribünden grup olarak ismen çekildiler. ancak hemen hepsi bir şekilde tribün hayatlarına devam ediyorlar.

    bugün hala, en azından pandemi öncesi döneme kadar, kullanılan tribünde megafon işini getiren onlardı. bizim tribünün artık neredeyse kısa film yapabilecek kadar ustalaştığı koreografi konusunu hatırlatan onlardı. bir şampiyonlar ligi maçında havai fişek atmayı bile deneyen yine onlardı. onlar bir grup okumuş, görmüş geçirmiş insandı. avrupa'daki tribünlerden görüp de bizde tutar denebilecek hemen her şeyi entegre etmeye çalıştılar tribüne. bunu da birilerine inat ya da birilerine karşı koz kazanmak için yapmadılar. bu takımı ve tribünü sevdikleri için yaptılar...

    11 mayıs 2021 beşiktaş fatih karagümrük maçı sonu olayları sebebiyle beşiktaş'tan sadece sakat oyuncuların pfdk tarafından sevk edildiği haberi sonrası yazıyorum bu entry'i. 2005-2006 şampiyonluğu sonrası yazdıkları "abdullah değil allah" lafı aklıma geldi de konu işte buralara kadar geldi.

    sezon boyunca sadece bize verilen kırmızılar, sadece bize çalınan penaltılar, sadece bize verilen gol iptalleri falan derken bir maç kala hala daha bir şeyler devam ediyor. kazansak bile yetmeyebileceği bu son maçlarda yine bir şekilde ipi göğüsler de 2020-2021 sezonu şampiyonu galatasaray olursa, o cümle olmasa bile farklı bir versiyonu yine bir yerlere yazılacaktır kesin...

    okurlar mı bilmiyorum ama hepsine selam olsun...
  • 136
    gri polarlarıyla hepbirlikte söyledikleri son beste;

    o forma nasip olmaz herkese
    giydirmeyiz fatih akyel e
    fatih akyel i bizler istemiyoruz
    evlat mevlat dinlemiyoruz x2

    bestenin ardından kapalıda set karıştı ve bir daha o gri polarlarlıları kapalıda göremedik.

    oysaki bestenin kahramanı fatih akyel sadece beste söylenmeden 2 sene önce fenerbahçe formasıyla kadıköyde, canlı yayında bülent korkmaz a saldırmış ve tüm galatasaray taraftarlarından tepki görmüştü.
  • 137
    2000li yılların başında dayımla birlikte kapalı tribünde izlediğim maçlardan hayal meyal hatırlıyorum kendilerini.
    spesifik bir anı var kafamda; bir yaz gecesiydi hepsi üstünü çıkarmış, maçı umursamadan sadece tezahürat yapıyorlardı.
    birinin elinde megafon vardı, tribünde megafonu ilk kez onlarla görmüştüm.
    tarzları çok farklıydı, tabi o zaman ultras kültürü nedir nereden bilelim.
    galatasaray tribünü koreografi konusunda dünya çapındaysan kendilerini payı büyüktür.
    çok yaratıcı adamlardı o dönem italya'da patlayan ultras kültürünü de iyi takip ediyorlardı belli ki.
    dışarıdan üye almıyorlardı, sayıları hepi topu 20 kişiydi ama tribüne etkileri epey fazlaydı.
    galatasaray tribünleri prime dönemini 2001-2005 yıları arasında geçirdiyse katkıları azımsanmayacak ölçüdedir.
    birkaçıyla daha sonra tanıştım. en son 6-7 sene evvel görüşmüşümdür grubun kurucularından biriyle halen maçlara ara sıra da olsa gelmeye devam ettiklerini söylemişti.
App Store'dan indirin Google Play'den alın