sessiz ve suratsız halim o kadar daimi ki, ağzımı bir açsam saatlerce konuşacakmışım sanıyorlar. işin daha garip ve trajikomik tarafı ise artık bende de öyle bir hissiyatın yoğunlaşması. herşey o kadar belirsiz ve karışık ki, ne susmak mümkün ne de ele avuca gelir birşeyler anlatabilmek. sanırım bütün bu durumu açıklamak için "askerim" demek yeterli oluyor, bu da olayın ayrı bir mindtrick tarafı.
tek bildiğim hala daha "çok" olduğu...
ne bir trt spikeri sapıklığında boyuna kesir hesaplamalarına girip üç beş günde bir "şu kadarda biri de bitti olum işte" şeklinde kendi kendimize teselli yaratma çabalarımız, ne nöbet yerinde yazıla yazıla kevgire dönmüş duvarlarda bizimkinden büyük şafak arayışları; ne de "haftaları sayıyorum abi ben, daha az ya" gibi innovatif çözümler(!)
* * çare etmiyor. ne yaparsak yapalım olmuyor,
27 nisan 2003 galatasaray adanaspor maçındaki kadar olmuyor hem de. kaleye iki metre öteden topa vursak bile manyağın birinin gelip çizgiden topu çıkaracağını biliyoruz. "ya seve seve ya da..." diye giden lafı anlamını her dakika biraz daha kavrıyoruz.
bizi ayakta tutsun diye sağdan, soldan, eş-dosttan hatta araya bir şekilde karışmış "birkaç iyi adam"dan gelen teselliler var sadece. realiteye vurduğunda hepsi çocuk avuntusu seviyesinde kalıyor. delicesine sarıldığımız, diğerlerine nazaran üç beş kuruş değeri olanıysa ne yaparlarsa yapsın zamanı durdurmayı beceremedikleri gerçeği. işemek, sıçmak, nefes almak, sürünmek, içtima düzeninde bir saat beklemek hatta bu entry'i yazmak dahil herşey askerlikten gidiyor. gerçi askerlikten giden aynı zamanda ömrümüzden de gitmiş oluyor ama, bu kapkara şafakla onu dert etmek biraz şey oluyor. ne oluyor diye sormayın, ben de bilmiyorum ne olduğunu...