"bizim takım bu maçı sittin sene kazanamaz" diye koltuğunuzu öfkeyle terk edip, stadyumun çıkış kapısına varmadan taraftarlardan gelen gol sesiyle koşar adım tribüne nefes nefese geri dönüp, kalan bir kaç dakikada da galibiyet gölüne şahit olduğunuz oldu mu hiç? ben skor ne olursa olsun gittiğim maçları tamamladığım için böyle bir peri masalı yaşamadım lakin 92 yazında koca bir ulus avrupa şampiyonasına katılma hayallerini sonlandırmışken, 20-25 gün sonra avrupa şampiyonu olmanın sevincini yaşıyordu...
yaşı 35-40larda olan bizim jenerasyonun tam olarak hatırlayacağı ilk turnuvalardan olan isveç'teki euro 92'de yaşanılan danimarka mucizesini kasper barfoed "sommeren '92" adıyla filme çekip, çeşitli festivallerde gösterime sunarken, biz de karantinada kaldığımız bu günlerde netflix'ten seyretme şansına eriştik. türkiye büyük turnuvalarda boy gösteremediği için o senelerde herkesin favori bir ülkesi vardı, benim de takımım almanlardı ve o sene "bizi" finalde yenip kupayı kazanan danimarka'ya boşu boşuna küfür ettiği belgeseli seyredince anladım, kupa vikinglerin hakkıymış. geçmiş bir özür ile başlamakta fayda var belgeseli anlatmaya...
konu belgesel ise, yani yaşanmış tarihi bir olayın anlatımı olunca "spoiler" vermekten kaçınmak biraz safça olur zira "mevzuyu" zaten herkes bilmektedir de, anlatıyı çekici yapan bir çok kimsenin bilmediği "ayrıntılardır". film de zaten danimarka milli takımında skor bazında olmasa da oynattığı futbol ile ulusun gönlünde taht kurmuş ve bir zamanlar ülkemizde de çalışmış sepp piontek'in emekliye ayrılması sonrası teknik direktörlük arayışlarına giren danimarka futbol federasyonu yöneticilerin piontek'in yardımcılığını yapmış "kendi evlatları" richard möller nielsen'e burun kıvırıp, "illaki yabancı hoca" bulacağız macerasıyla avrupa'da arayışlara girip, elleri boş kalınca istemeye istemeye nielsen'i hocalık teklif etmeleri için aramalarıyla başlıyor. futbol aşığı nielsen'in futbol sevgisi egosuna galip gelir ve kendisine yapılan "terbiyesizliği" unutup, teklifi kabul eder... lakin bu görev onun zannettiği kadar kolay değildir, sadece federasyondaki "ağababalar" ona karşı değildir, spor basını da nielsen'i istemez, milli takımın önde gelen oyuncuları da bir zamanlar formaları yıkayan, topları taşıyan hocaya "sen ne anlarsın" havasında dudak bükerler... piontek'in yardımcılığını yaptığı sürede nielsen, taraftarı memnun eden güzel oyunun tabelayı değiştirmediği müddetçe boş bir balon olduğunu fark etmiş ve "kazanmaya odaklı sistemi" oyuncularına oynatmak amacındadır ama futbolcular eski alışkanlıklarını değiştirmek istemezler ve sahada da arzu edilen sonuçlar gelmez. özellikle dönemin danimarka futbolunun en önde gelen futbolcuları laudrup kardeşler ile nielsen arasındaki "inatlaşma" o kadar büyür ki kardeşler milli takımı bırakırlar...
zaten kendisine karşı olan bir spor kamuoyu varken, laudruplarla da köprüleri atıp, avrupa şampiyonasına da katılma hakkı elde edememek, richard möller nielsen için her şeyin bittiği andır ve hoca da futbolu bir kenara bırakıp, uzun süredir tamir etmeyi düşündüğü mutfak dolaplarına adar kendini. ama kimsenin beklemediği bir olay olur ve uefa, balkanlarda yaşanılan savaştan dolayı grubu danimarka'nın önünde bitiren yugoslavya'yı euro 92'ye katılmaktan men eder ve turnuvanın başlamasına 10 gün kala yerine danimarka'yı davet eder. böyle bir gelişmenin gerçekleşeceğini akıllarına bile getirmeyen milli futbolcular çoktan tatile giderken, danimarka futbol federasyonu ise ulusal ligi devam ettirmektedir. işin aslı danimarka milli takımı isveç'e gitse de, kimse onların başarılı olacağını beklemez, grup maçlarını oynayıp, bir an evvel memlekete dönecekleri beklenmektedir, nielsen ve eşi dışında... möller nielsen, hazırlıklarını "apar topar" yapar, milli kadroyu oluşturur ve yine futbol aşkı gururunu yener ve kardeş brian laudrup'u ulusal takıma dahil eder... kağıt üstünde bir danimarka milli takım kadrosu vardır ama sahada oyuncular yoktur, zira mustafa denizli'nin bir zamanlar "içimizdeki irlandalılar" sözüyle kendisini baltalamaya çalışanları ifşa ettiği gibi, nielsen'in başarılı olmasını istemeyen bazı yöneticiler danimarka ligini devam ettirip, oyuncuları milli takıma yollamazlar...
zorluklar peri masalına engel değildir elbet, takım bir şekilde toplanır ve isveç'e gider. grupta rakipler ingiltere, isveç ve fransa'dır... ilk maç futbolun mucidi ingilizlere karşıdır ve golsüz sonuçlanır. bir haftalık hazırlıkla bu sonuç pek de fena sayılmaz. grupta diğer maçta da turnuvanın favorilerinden papin'li fransa ev sahibi brolin ve dahlin'li isveç'le 1-1 berabere kalır. ikinci maçta ise ev sahibi danimarka'yı 1- yener ve nielsen'in öğrencileri "havlu atarlar"... ama aslında hiç bir şey bitmemiştir, ufak da olsa bir ümit vardır: fransa'yı yenmek...
bir gün yardımcı antrenörü ile oyuncuların idman sahasında yaptıklarını seyrederken nielsen yardımcısına döner ve "eksik olan nedir?" der. peri masalını sürdürecek cevap gelir: "iyi bir hocasın, iyi bir taktisyensin ama iyi bir lider değilsin. iyi oyuncuların var ama iyi bir takımın yok" sabah antrenmanından dönerken, birden otobüsü durdurur ve akşam idmanı yerine oyuncularına mini-golf oynatır nielsen. rakipleri gazeteciler ve maç stresi ile boğuşurken, danimarkalılar birbirleriyle şakalaşarak golf heyecanı yaşamaktadır. bu rahatlık fransa maçına da yansır ve laudrup'un yerine oyuna giren elstrup'un golleriyle 2-1 galip gelip yarı finale çıkarlar. fransa milli takım hocası platini görevden alınırken, brian laudrup daha sonra verdiği röportajda galibiyeti hocanın golf oynatma fikrine bağlar...
mini golf fikri nielsen ile oyuncuların arasındaki "soğukluğu" eritmişken, hollanda maçı öncesi hocanın takımı hamburgerciye götürmesi takımın havasını iyice zirve noktasına taşımıştı. artık herkes zafere inanmıştı, danimarka futbol federasyonu dışında. yöneticiler yarı final maçı için topçuların eşleri ve sevgililerini davet edip, onlara otel ayarlamış ama final maçı için böyle bir jestte bulunmamışlardı. nielsen kolalarını yudumlayıp, hamburgerlerini zevkle mideye indiren oyuncularına döner ve : "finale kalın, eşleriniz sizinle aynı odada kalacak..." der...
turnuva öncesi abisiyle birlikte milli takımı bırakan ve son anda isveç'e giden kafileye katılmakta karar kılan ama içinde "rezil olacakları" düşüncesi olan brian laudrup, nielsen'le aynı frekansı tutturunca, hollanda maçının yıldızı olur. hem kendi zevk aldığı futbolu oynar, hem de takımı için sistem dahilinde elinden geleni yapar ve larsen'in takımını öne geçiren golünde asisti yapar. hollandalılar kolay geçeceğini düşündükleri maçta neye uğradıklarını şaşırırlar, bergkamp eşitliği sağlasa da larsen bir gol daha atar ve danimarka final için dakikaları saymaya başlar. schmeichel kalesinde devleşir devleşmesine de andersen ve sivebaek sakatlanınca, maçın son dakikalarını eksik oynar danimarkalılar ve son düdüğe dört dakikalar kala rijkaard takımı adına beraberlik golünü atar.
10 kişi ile 30 dakika uzatma oynamak hiç de kolay olmasa gerekti ama nielsen oyuncularını rahatlatır "çıkın ve hayatınızın maçını oynayın"... öyle de olur, başta schmeichel olmak üzere danimarkalılar tarihi bir savunma yaparak maçı penaltılara taşırlar. büyük oyuncuların penaltı kaçırması meşhurdur ya, portakallarda da van basten'in vuruşunu peter schmeichel kurtarırken, nielsen'in seçtiği 5 penaltıcı da fileleri havalandırmakta mahirdir.
ve final... plajdan topladığı futbolcularla avrupa şampiyonasına gelen danimarka, son dünya şampiyonu almanya karşısına çıkıyordu. favori tabii ki panzerlerdi ama nielsen'in oyuncuları artık hocasıyla birlikte bir takım olmuşlardı. maça da iyi başlayan vikingler, daha 20 dakika dolmadan jensen'le öne de geçmişlerdi. peri masalı mutlu sonla bitecek miydi? pabucun pahalı olduğunun farkına varan berti vogts'un öğrencileri beraberlik için tüm hatlarıyla danimarka kalesine giderler gitmesine de, finalin yıldızı schmeichel'i bir türlü geçemzler. böyle maçlarda bir gol o kadar önemlidir ki, eğer nielsen'in takımı kalesinde golü görse, almanlar ikinciyi de atacaklardı belki ama ümit aktan'ın arif'in vuruşunda "schmeichel değil bütün michael'lar gelse çıkaramaz" diye köşeye çaresizce uçuşunu anlattığı sarışın kaleci günündedir, gol yememeye niyetlidir.
almanlar tüm hatlarıyla gol için saldırırken, sahneye kim vilfort çıkacaktı... fransa maçı öncesi eşinden gelen telefonla milli takım kampından ayrılıp lösemi tedavisi gören çocuğunun yanına gidip, hastanede onunla birlikte arkadaşlarını izlerken "baba ben seni sahada görmek istiyorum" diyen kızının ricasını kıramayan vilfort. dakikalar 78e gelmişken, helmer ve brehme'ye çalım atıp ceza sahasına girer girmez topu filelere yollarken, peri masalı da gerçek oluyordu... danimarka avrupa şampiyonu...
peki hocaya gereken saygı gösterilir mi? tabii ki hayır, richard möller nielsen o sene danimarka'da yılın teknik adamı seçilmez, başarı oyunculara mal edilir ama avrupa futbol kamuoyu gerçeği görür: nielsen 92 yılında avrupa'nın en başarılı teknik direktörü seçilir...
kaynak:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...piyon-danimarka.html