• 24852
    ''2007'de şampiyon olduk. zico bize 4 gün izin verdi. ama başkan diktatör edasıyla, 'hayır 2 gün izin yapacaksınız' dedi''

    ''sözleşmem biterken benfica ile dortmund, teklif yaptı. fenerbahçe evimin önünde güvenlik dikti.ben ise gitmek istiyordum''

    ''stilim ispanya'da oynamak için yeterliydi. 5 kez barcelona ile görüştüm. ancak anlaşma sağlayamadık''

    ''kocaman, hoca olmak için bir hayli lobi yaptı.kulüpte en çok golü o atmıştı ve ben de çok atıyordum. belki bu yüzden arkadaş olamadık''

    alex de souza
  • 24853
    ''hamzaoğlu'nun gönderilmesi yönetimin yaptığı kötü bir kurgu. iyi kurgulayamamışlar.''

    ''hamza hamzaoğlu'nun vizyon eksiği var.''

    ''hamza bu sene fatih terim moduna girdi ama bu moda girmek için vizyon ve tecrübe lazım. bunlar hamza'da eksik.''

    ''umut bulut açıklaması gönderilme bahanesi oldu. astana ve atl madrid sonrası gönderilmesi için gerekli ortam oluşmuştu.''

    ''hamza'nın yasin öztekin ve burak yılmaz ile sorunu vardı. denayer'i oynatmaması da oyuncunun duyduğu saygıyı azalttı.''

    ''mehmet özbek'in gidişi fatih işbecer'in florya'ya gelişi sıkıntıların habercisiydi.''

    ''yönetim macera aramayacak bir isimle anlaşmalı. kısa vadede yabancı hem maliyet hem adaptasyon açısından doğru olmaz.''

    cüneyt tanman
  • 24854
    "bu tipler aslında iyi galatasaraylı olduklarını zannederler ama spor kulübünü bilmezler. kulüple alakaları yoktur. bunlar “dernekçidir”

    galatasaray’ı başarılı olması gereken bir spor kulübü gibi değil, galatasaraylı liselilerin dernek anlayışının oyuncağı zannederler."

    fatih altaylı

    p.s: bir grup falan diyerek iyi polis kötü polisi oynadıklarını düşünüyorum. açıkçası zamanında kazanılmış muhteşem hakları paylaşmak isteyecek çok fazla galatasaray lisesi mezunu olduğunu düşünmüyorum.
  • 24864
    --- 4-4-2 dergisi röportajı ---

    -almanya doğumlu olmana rağmen türkiye’yi tercih etme sebebin neydi?
    kalbimle yaptığım bir tercihti. tabii ki almanya her turnuvaya favori olarak katılıyor ama olay yalnızca profesyonel kariyerinizle alakalı değil; aynı zamanda kalbinizin sesini de dinlemelisiniz. türkiye’yi seçtim çünkü bunu ben istedim. genç takımlarda da türkiye forması giydim. ülkem için futbol oynamak bana gurur veriyor. bundesliga’da oynuyor olmam da profesyonel açıdan beni mutlu ediyor. yani iki kulvarda da en iyi tercihleri yaptığımı düşünüyorum.

    -çek cumhuriyeti ve izlanda maçlarından önce, play-off oynamadan euro 2016 bileti alabileceğinizi düşünüyor muydun?
    elemelere kötü başlasak da turnuvaya katılacağımıza inanıyordum. dürüst olmak gerekirse direkt katılma hakkı kazanma ihtimalimiz bana pek gerçekçi gelmiyordu.

    -türkiye’nin euro 2016’daki şansını nasıl değerlendiriyorsun?
    elemelerin son döneminde ne kadar kaliteli bir takım olduğumuzu herkese gösterdik. fransa’daki turnuvada da bizi bu motive edecek. ülkemizi en iyi şekilde temsil edip, her maçta güzel bir futbol sergilemek istiyoruz.

    -şampiyonlar ligi’nde ne tür tecrübeler edindin? bunları euro 2016’ya yansıtabileceğini düşünüyor musun?
    avrupa’nın en üst düzeyinde nasıl oynamam gerektiğini öğrendim. şampiyonlar ligi’nde birçok kaliteli oyuncuyla karşılıklı oynuyorum ve bazılarıyla euro 2016’da da rakip olacağız. orada oynanan oyunun temposu ve seviyesi, beni bu yaza daha iyi hazırlıyor.

    -leverkusen’de takımın liderlerinden biri haline geldin. bunu sen mi istedin, yoksa kendiliğinden mi gelişti?
    ben istedim. genç bir oyuncu olarak sorumluluk almak için hevesliydim. kim bilir, belki bir gün takımın kaptanı olurum! bunu seve seve yaparım çünkü etrafınızda size güvenen insanların bulunması muhteşem bir duygu.

    -roger schmidt’i iyi bir teknik direktör yapan şey ne?
    saha dışında bizimle sürekli ilgileniyor. hastalandığımda bile beni devamlı arayıp durumumu sormuştu. bizimle özel olarak ilgilenmesi çok etkileyici. bazı teknik direktörler birkaç oyuncuyu ayırıp özel muamele yapar ama o böyle biri değil. her oyuncuyu anlamaya, bütün genç oyunculara fırsat vermeye çalışıyor. saha içinde bizden sorumluluk almamızı istiyor. hocanızın size bu şekilde güvenmesi çok önemli.

    -bu kadar etkili frikik kullanmanın sırrı ne? küçükken özel çalışma yapar mıydın?
    evet, çocukken sürekli idman yaptım. genç takımlarda oynarken de hocalarım iyi bir tekniğe sahip olduğumu fark etti. karlsruhe’deyken kendimi bir hayli geliştirdim ve duran toplarda sorumluluk almaya başladım. zaten “frikik kralı” lafları da o dönem ortaya çıktı. yine de çok sıkı çalıştığımın altını çizmeliyim.

    -facebook’ta bir hayranın bu sezon en az dört frikik golü atman için sana meydan okudu. kolay, değil mi?
    pek değil! artık top bana geldiğinde kaleciler ne yapacağımı kestirebiliyor ve bu da işimi zorlaştırıyor. mario basler’in rekorunu (1995-96 sezonunda werder bremen formasıyla yedi frikik golü) kırmayı çok istiyorum. tabii her şeyden önemlisi, takımıma fayda sağlamayı hedefliyorum.

    --- 4-4-2 dergisi röportajı ---

    hakan çalhanoğlu
  • 24865
    --- 4-4-2 dergisi röportajı ---

    -bursaspor altyapısından bu kadar çok futbolcu çıkacağını tahmin ediyor muydun?
    ediyordum çünkü çok başarılıydık. bizim için ellerinden geleni yaptılar. iyi futbolcu olmaktan başka bir şey düşünmedik. a takımdan da kopuk çalışılmadığı için birer ikişera takıma yükseldik.

    -sen nasıl dahil olmuştun?
    okul takımında futbol oynarken bir maç için bursa merkeze geldik. orhaneli’de yaşadığım için sık sık geldiğim bir yer değildi. bursaspor altyapısına karşı çeyrek final maçı oynadık. o maçı 3-2 kazandık, iki golü ben attım, sonra da kırmızı kart görüp oyundan atıldım.

    -kırmızı kartın sebebi neydi?
    taktik faul yapmak istemiştim. ben kart görmesem maç berabere bitecekti, uzatmalara gidecekti. bir yerde kendimi feda ettim. o maçı bursaspor’un bütün altyapı hocaları izlemişti. beni de orada beğenmişler. sağ açık olarak beni altyapılarına aldılar. bir sene altyapı liglerinde oynadım, sonraki sene topuğumda ödem oluştu.

    -o neden oldu? durup dururken mi böyle bir rahatsızlık başladı?
    neden olduğunu biz de anlamadık. doktorlardan biri çok yüklenmekten olduğunu söylemişti. önce koşamamaya başladım, sonra yürüyemeyecek hale geldim. tabii bu arada hocalarım da beni önce yedek kulübesine, sonra da kadro dışına attı. takımın 10 numarasıyken bir anda hiç oldum.

    -hangi yaş grubunda oynarken oldu bu?
    o zaman u-15 takımındaydım. o rahatsızlıktan bir buçuk yıl kurtulamadım. babam madenden izin alıp beni doktorlara götürüyordu. bursa’da spor sakatlıklarıyla ilgilenen bütün doktorlara gittik ama hiçbir sonuç alamadık. bunların hepsi para! maddi durumumuz da iyi olmadığı için kendimi çok kötü hissetmeye başladım. her gün ağlıyordum. en sonunda üniversitedeki bir doktor “bir buçuk ay ayağının üstüne basmaman lazım” dedi. ancak bunu yaparsam iyileşmeye başlarmışım. zaten kim ne derse yapacaktım, ben de onu dinledim.

    -15 yaşında bir çocuğun evde üç gün durması bile zorken, sen neyle oyalandın?
    ara ara sokakta maç yapmaya çalışıyordum ama ağrılara dayanamadığım için bırakıyordum. bir gün arkadaşlarım yine çok ısrar etti, ben de oynadım. o gün hiç ağrı hissetmedim. havalara uçtum, koşup babama söyledim. “sabaha kadar oturup topuğuna masaj yaptım, dua ettim” dedi. hemen kulübü arayıp “ben yarın geliyorum” dedim.

    -o günden sonra her şey değişti mi?
    hayır. arkadaşlarım ben yokken o kadar güçlenmiş ki onlara yetişmem mümkün değildi. tek başıma çalışa çalışa hem hantallığımı attım, hem de kilolarımı verdim. löp löp kilolarla oynamam mümkün değildi! bundan kurtulmam da çok uzun sürdü. o arada yine hep kadro dışıydım. her maçta “acaba bu sefer kadroya girer miyim?” diye heyecanlanıyordum. her seferinde giremediğim için ağlıyordum. arkadaşlarım, onların aileleri beni teselli etmeye çalışıyordu. ben de kendimi bırakmadım. en sonunda kısa süreler oyuna girmeye başladım. sonraki sezon tüm maçlarda oynadım.

    -a takıma seçilebilecek duruma gelmen ne kadar sürdü?
    aslında çok ani gelişti. o sezon bir maçımıza ertuğrul sağlam geldi. akademi ligi’nin final maçıydı. fenerbahçe’yi 3-1 yenmiştik. o maçtan sonra da beni idmana çağırdılar. yani a2’ye hiç çıkmadan u-17’den a takıma gelmiş oldum.

    -a takıma geldiğin ilk günlerde ağrıların devam ediyor muydu?
    hepsi geçti. kuş gibi hafifledim. düşünsene; top toplayıcılık yaparken formasını istediğin abilerle birlikte oynuyorsun! heyecandan her şeyi unuttum. altyapıdan çıkan altı kişinin arasından iki kişiyi yurt dışı kampına götüreceklerdi. aramızda çok fena bir rekabet başladı. furkan soyak’la her gece kimin gideceğini konuşuyorduk. sonra liste açıklandı, bakmaya bile cesaret edemediğimiz için başkaları gelip söyledi: ikimiz seçilmiştik!

    -kamp nasıl geçti? kendini tamamen a takım oyuncusu gibi mi hissetmeye başladın?
    o biraz sıkıntılı geçti. abiler saçlarımızı kesti. her şeyin altından biz çıkmaya başlayınca hocalar da bize biraz önyargılı baktı. yani bizim için hiç iyi olmadı!

    -buna rağmen o kampın sonunda avrupa ligi maçlarında kadroda sen de vardın…
    çıktığım ilk maçta kadroda olmak bile bana yetiyordu. arka adalem çekiyordu ama nasıl olsa oynamam diye bir şey yapmamıştım. sonra maç 4-0 olunca hoca bana bakmaya başladı. sonra da “kalk ısın” dedi. fizyoterapistimiz “iğne yapayım” dedi ama iğneden korktuğum için ona da yanaşmadım. oyuna girerken titriyordum ama sonra açıldım. heyecandan hiç ağrı hissetmedim. deli gibi koşmaya başladım. bir pozisyonda top ceza sahasında önüme düştü, vurdum gol oldu! avrupa kupalarında gol atan en genç futbolcu oldum.

    -yine bir madenci çocuğu futbolcu hikâyesi…
    evet, biraz öyle oluyor. bizim gibi şanslı olmayanlar da var ama. soma’daki olaydan çok etkilendim. a milli takımla oraya gittik. babam da soma’da uzun süre çalıştığı için orada çok arkadaşı vardı, onları gördüm. vefat eden madencilerin evlerine gittik. maddi manevi zor durumdaydılar. hepimiz çok etkilendik ama benim durumum biraz daha farklıydı. babam madene girdiğinde ben onu ocağın kapısının önünde beklerdim. o zaman tehlikeli bir şey olduğunu bilmiyorum tabii, abimle oyun oynuyorduk.

    -abin de futbol oynuyor mu?
    o pek sevmez. müzikle ilgileniyor. bu ara bana biraz bozuk. buradan onu çok sevdiğimi söylemek istiyorum! küçükken de bazen anlaşamadığımız oluyordu. o babamdan gitar almasını istiyordu, ben krampon. babam da sadece birini alabildiği için önce benim kramponlarımı almıştı. aslında anlaşmazlığımız orada başladı ama artık çocuk değiliz.

    -geçmişte yaptığın çocukça şeyleri hatırlayıp gülüyor musun?
    çok şey var aslında. mesela beşiktaş maçında yaşadığım olay… bursa’da tribüncü bir abimiz var. adı burak korkmaz, lakabı tiki. beşiktaş’a 90’ıncı dakikada gol atınca hem koşmaktan, hem heyecandan nefesimi toplayamadım, kameraya “tiki! tiki senin için!” diye bağırdım ama herkes “iki” diye bağırdığımı sanmış. rezil olduk ama neyse ki burak abi anlamış. bir de 1-1 biten letonya maçında penaltı yaptırmıştım. hoca bana maçtan önce “bu zor bir maç, her kademeye gir” demişti. gökhan abinin arkasına pas attılar. ceza sahasının içinde topa yetiştim, tam kayarak topu alayım derken rakip oyuncu ceza sahasında düştü. düdük çalınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü! tek düşündüğüm şey, fatih hocadan yiyeceğim azar. arda abiye “allah çarpsın dokunmadım abi!” dedim. “oğlum niye kayıyorsun?” dedi. sonra ne kadar üzüldüğümü anlayınca “bunlar hep tecrübe işte, yapacak bir şey yok” dedi. zaten o sırada gol oldu. kafamı çevirmeden, gözümün ucuyla fatih hocaya baktım, çok sinirliydi! biri “maç bitene kadar hocaya bakma, moralin bozulur” dedi, ben de bakmadım.

    -soyunma odasında ne oldu? o zaman da mı hocanın yüzüne bakamadın?
    hoca içeri girince elimdeki havluyla yüzümü kapattım. nasıl korkuyorum! içeri girip başka bir oyuncuya kızdı. ben de havlunun kenarından bakıyordum ama bana bir şey demedi. o günden sonraki toplantılarda acısını çıkarttı ama! çok kızdı.

    -hocaların bazen yaptığın muzipliklere de kızıyor mu? takımın içinde sürekli kaynatıyormuşsun gibi bir hava var. sosyal medya hesaplarında sürekli şakalarını paylaşıyorsun…
    ama nerede duracağımı biliyorum! zaten geçen gün pişman oldum. bursa’da korku oyunlarının olduğu bir villa var. seni oraya sokuyorlar, odalardan şifreleri çözerek çıkabiliyorsun. içerisi karanlık, sıcak, fareler, yılanlar falan var; arkadan sesler geliyor. geçen gün volkan abiyle kardeşini oraya götürdüm. furkan da bizimleydi. orada görevli olan çocukla anlaştım. içeri girince karanlıkta ben kayboldum, aramaya başladılar; ben de onları gece görüşlü kameradan izliyorum. açtıkları bir kapının arkasından korkutmak için önlerine düştüm ama karanlıkta kim olduğumu anlamadılar. volkan abi beni maket sandı, o korkuyla karnıma vurmaya başladı. bir temiz dayak yedim!

    -yine saçlarını boyamayı düşünüyor musun?
    aman allah korusun! kuaförümün gazına gelmiştim. “çok yakışır” dedi, boyattım. kulübe bir geldim, herkesin saçını boyamış! yine bir gün “senin şu yanları keselim” dedi, yine bütün takıma aynı şeyi yapmış. şenol hoca bizi öyle görünce “oğlum, siz ne yapıyorsunuz?” dedi.

    -futbolcular niye hep aynı şeyleri giyip, aynı arabalara biniyor?
    büyük futbolcular bir şey yapınca moda oluyor. mesela bu boynumdaki kolyenin bir benzerini serdar abide görmüştüm, çok hoşuma gitti, ben de yaptırdım. maç yoğunluğundan dolayı sadece birbirimizi görüyoruz, ondan belki.

    -ya bir transfer döneminde gazeteler ve televizyonlar bütün futbolcuları bir yerlere gönderirken senin adın hiç geçmese… o zaman bir eksiklik hisseder misin?
    hissetmem herhalde. çünkü iyi şeyler yazdıkları kadar kötü şeyler de yazıyorlar. adın gündemdeyse bir öyle, bir böyle oluyorsun. bir gün değerime 10 milyon avro diyorlar, ertesi gün maçta kötü oynayınca “bu çocuğa 10 milyon avro veren salaktır” demeye başlıyorlar. nani’ye 6 milyon avro verirken ozan’a o kadar para verilir mi?” yazıyorlar, robin van persie’yle kıyaslıyorlar. tamam, dünyanın sayılı oyuncularından biri ama belki de son transferini yaptı. ben daha 20 yaşımdayım. fiyatlar çok yüksek ama bunları futbolcular değil, kulüpler belirliyor, acısını bizden çıkarıyorlar.

    -enes ve batuhan gittikten sonra bunu daha çok mu düşünmeye başladın?
    onlar için çok mutlu oldum. enes’i gönderirken yüzündeki mutluluğu gördüm. o zaman “benim de gitmem gerekiyor” dedim. salih gidince de aynı şeyi hissetmiştim. onların adına çok seviniyorum. bir ben kaldım!

    -sen de abin gibi müziğe ilgi duydun mu?
    bateri çalıyorum ben de. orada da ayaklarım çalışıyor (gülüyor). iki ayağımı birden kullanıyorum. biraz da gitar tıngırdatıyorum.

    -sahada da iki ayağını sorunsuz kullanmak için çalışıyor musun?
    özel çalışmalar yapıyorum, bir de yaptıklarımı not alıyorum. tabii sadece sahada yaptıklarımı değil, canımı sıkan şeyleri de yazıyorum. bunu bana şenol hoca tavsiye etmişti. yazmaya başlayınca kafama taktığım şeyler komik gelmeye başladı.

    -sahada en çok ne zaman mutlusun?
    top bende olduğunda! hocalar daha çok basit futbol istiyor ama her futbolcunun içinde çalım ata ata gol atmak ya da asist yapmak vardır. koşarken de çok mutlu oluyorum. idmanlarda da deli gibi koşarım.

    --- 4-4-2 dergisi röportajı ---

    ozan tufan
  • 24867
    --- 4-4-2 dergisi röportajı ---

    -hollanda’da futbola başlaman nasıl oldu?
    futbol oynamaya dört yaşımda başladım. hollanda doğumluyum. 11 yaşımda nac breda’ya transfer oldum. burada 17 yaşıma kadar bulundum. profesyonelliğe de orada adım attım. nac’da iki yıl oynadıktan sonra hollanda’nın başka bir ekibi excelsior’a gittim. ondan sonra da ver elini türkiye! nac’da profesyonel olduğumda beşiktaş’ta tigana vardı. bana kafayı takmıştı. scout’larını göndermişti birkaç defa. 17 yaşımdaydım ve ailemi bırakmayı göze alamadım.

    -dört yaşında oynadığın futbolu hatırlıyor musun?
    hatırlamaz olur muyum! evde kasetlerim bile var. annem futbol hastası olduğumu söylüyor. normalde hollanda’da beş yaşından önce bir futbol okuluna yazılamazsın. benden bir yaş büyük ağabeyim futbol oynamaya başladığında ben krizlere girmiştim. günlerce ağlayınca kabul etmişler. topla yatardım.

    -nasıl yani? sokakta oynadığın topu yatağa sokmuyordun herhalde…
    babamın aldığı bir top vardı. sokakta oynamaya kıyamazdım. topuma sarılır yatardım. sokaklarda ağabeyimle çamurdan gözlerimiz görülmeyecek kıvama gelinceye kadar maç yapardık.

    -ağabeyin şimdi nerede?
    o da benimle birlikte nac’ın altyapısında oynadı. ben a takıma yükseldim, o gönderildi. forvet oynuyordu. benden yetenekliydi ama disiplinli değildi. gece hayatı ve futbolun bir arada yürümediğini bana o gösterdi (gülüyor).

    -okulun ne âlemdeydi?
    elektronik üzerine okudum. okulda hiç başarılı değildim. “okuyalım” dedik, okuduk. okula başlarken elektronikle ilgili hiçbir amacım yoktu.

    -elektronik aletlere bir ilgin var mı?
    hiç anlamam (gülüyor). hiçbir şeyi tamir etmeye yeltenmem bile.

    -futboldan başka bir şey düşünmez misin?
    hayır.

    -sıkılmıyor musun?
    benim hiç öyle bir sıkıntım olmadı. 10 gün izinim olsa ankara’da özel çalışırım. tatil uzunsa memleketime, trabzon’a giderim. evin önünde oturmak bile bana yeter. kız arkadaşım yoktur. öyle şeylerle uğraşmam. film izlemem. çok gezmem. sadece kurtlar vadisi dizisini izlerim. çatışmaları severim. zaten silah hastasıyım. nişancılıkta üstüme tanımam! her hafta bir kez poligona giderim. takımdaki arkadaşlarımı da zorla poligona götürürüm. harbuzi’yi bile götürdüm (gülüyor). benden iyi atış yapan çıkmadı. savaşçı insanlara bayılırım. memati’nin hastasıyım. giyimim de buna uygundur. beni dışarıda görsen tanıyamazsın. ayak bileklerime kadar palto giyerim. deri ceket, kösele ayakkabı severim. giydiklerimi birbirine uydururum. e, yırtık kotun üzerine palto olmaz. giydiklerime para harcamaya da çekinmem.

    -futbolcu dışarıda da duruşuyla ağır olmalı diyorsun yani…
    kesinlikle. kimseye de karışmam. arabam da klasiktir. şortla kimsenin önüne çıkmam.

    -oyununu hangi noktaya getirmeye çalışıyorsun?
    geliştirmem gereken eskiye nazaran daha az. türkiye’ye ilk geldiğimde 73 kiloydum. oynadığım pozisyon için bu kilo yetmiyordu. kafama koydum, beslenmeme çok dikkat ettim ve altı ay içinde sekiz kilo aldım. bunun yüzde 90’ı kastı. türkiye’deki forvetlere baktım, hepsi boğa gibi kuvvetli (gülüyor)! adam sana dokundu mu sıkıntı olmaması lazım. artık sıkıntı olmuyor. hollanda’da futbol bu kadar sert değildi.

    -kiminle karşılaştığında kendini çok ezik hissetmiştin?
    makukula! kayseri’de sol bek oynamıştım. adam bana bir dirsek attı. çenem gitti geldi (gülüyor). şimdi öyle bir şey olamaz. ilk geldiğimde çok zayıftım. şimdi eski fotoğraflara bakmayı bile sevmiyorum.

    -tolunay kafkas sana milli takımda “katil” diyormuş. ne yaptın da aldın bu lakabı?
    sen nereden öğrendin bunu ya (gülüyor)! sahada acımasızım ama kimseye kastım yok! kimseye tekme savurmam ama ikili mücadelede can yakabilirim. benim de canım yandı yakın zamanda. ali bilgin bana bir tekme attı. kaburga kemiklerimin baskısından böbreklerimde iç kanama olmuş. üç gün hastanede yattım.

    -sert oynamanın faydasını görüyor musun?
    ben böyle oynuyorum. fazla sarı kart görmediğime göre kimseye pek zarar vermiyorum. geçen sene bütün maçlarda oynayıp 17 hafta sarı kart görmemiştim. her gün aynaya bakıp “aykut bugün ne yaptın?” derim. vicdan azabı çekmemem lazım.

    -karadenizliler inatçı olur. sende de inatçılık var mı?
    kendimi bir konuda haklı görürsem sonuna kadar giderim. inatlaştığımın kim olduğu umurumda bile olmaz. ufak tefek şeylere inatlaşmam ama inadım tutarsa bitti!

    -“bir gün mutlaka yapacağım” dediğin bir şey var mı?
    ben kadere kısmete inanırım. buna inanırken de işimin hakkını veririm. bir gün milli takımda oynamak istiyorum ama büyük konuşup “mutlaka” demem. abdullah avcı yönetimindeki u-17 milli takımda iyi işler yapmıştım.

    --- 4-4-2 dergisi röportajı ---

    aykut demir
  • 24869
    --- 4-4-2 dergisi röportajından bir bölüm ---

    -burak yılmaz ve selçuk inan’la manisaspor’da beraberdiniz. seni nasıl aralarına aldılar?
    çok iyi anlaşıyorduk, birbirimizin evinden çıkmazdık. manisa’dan sonra da görüşmeye devam ettik. birlikte vakit geçirelim diye çeşme’de yan yana üç yazlık aldık, her yaz tatilini birlikte geçiriyoruz; istanbul’a gittiğimde onlarda kalıyorum.

    -yaşın büyük olduğu için bir taraftan abileri de sayılırsın. manisa’da kulaklarını çekmen gereken bir şeyler olmuş muydu?
    benim evden hiç çıkmazlardı. biri bir koltuğa uzanırdı, biri diğer koltuğa, yerlerinden kalkmazlardı! bazen üşengeçliklerine sinirlenirdim. akşam acıkınca tost olayına girerdik. tabii ki hep ben yapardım. meyve suyu içip kutusunu yere koymuşlarsa ben kaldırana kadar orada kalırdı. eve almama gibi bir şansım da yok; ya suları kesik olur, ya internetleri, ya elektrikleri! o da üşengeçlikten. hele selçuk üşengeçliğinden araba bile kullanmazdı. oyun oynardık, burak hep mızıkçılık yapardı, kavga ederdik. yenilince hiç çekilmez!

    --- 4-4-2 dergisi röportajından bir bölüm ---

    güven varol
  • 24870
    "burada keyfim oldukça yerinde, şehirden ve kulüpten memnunum. ailem de buraya alıştı. onlar da burasını sevdi. üstelik adaptasyon sürecini de atlattık. kabul etmek gerekir ki, türkiye ligi'nin kalitesi portekiz'den aşağıda. ama yinde iyi bir kalite var. ama en önemlisi bana olan yaklaşımları ve sempatik tavırları. tabii ki türkiye'de, benfica'da kazandığımdan çok daha fazlasını kazanıyorum. türkiye'de maaşlar oldukça şişkin"

    oscar cardozo

    *
  • 24873
    --- 4-4-2 dergisi ---

    -futbol oynadığınız dönemde kampları en ağır geçen hocanız hangisiydi? çalıştığınız birçok teknik adamdan hangisi aklınızda katı disipliniyle kaldı?

    galatasaray’a souness geldiğinde ben fıtık ameliyatı olmuştum. takımın en az on gün gerisinden gidiyordum. souness ısrarla beni yetiştirmeye çalışıyordu ve yardımcısı yanımdan ayrılmıyordu. kampta takım normal hazırlanırken ben günde üç idman yapıyordum. sabah altıda kalkıp kilometrelerce koşuyorum, öğlen vakti içi kurşun dolu yelekle saatlerce yüzüp, litrelerce havuz suyu yutuyorum, akşam yine beni dağlara vuruyorlardı! birkaç gün sonra yürüyemez hale gelmiştim. ben de adam türkçe bilmiyor diye “nasılsın?” dedikçe türkçe ana avrat küfür ediyordum. rahatlamanın başka yolu yoktu! alp yalman o zaman kulüp başkanı, kampa ziyarete geldi. başkan hocaya beni sordu. o da başladı beni methetmeye. “adamı öldürüyorum, gıkı çıkmıyor” dedi. gece gündüz beraber olduğumuzdan hocaya “saffet sana türkçe öğretsin” deyince o da benim küfürleri saymaya başlamasın mı! başkan bana bakınca “kusura bakma başkanım bu p.zevenkten başka türlü hıncımı alamıyorum” dedim. o turnuvanın sonunda köln’deki turnuvada gol kralı olmuştum.

    -futbolculuğunuzda teknik direktörlerinizden soyunma odasında duyduğunuz en garip taktik, istek hangisiydi?

    kocaelispor’da mustafa denizli teknik direktörken bir cuma günü, ligin sonlarına doğru ondan üç günlük izin istedim. “bu hafta galatasaray’a gol atarsan gidersin” dedi. ilk yarı galatasaray’ı 1–0 yeniyoruz ve hiç pozisyon vermiyoruz. soyunma odasında attığım golü kutlarken mustafa hoca geldi. her zamanki ağırlığıyla “neyi kutluyorsunuz ulan, çıkın dört beş tane atın bunlara, canımı sıkmayın!” diye bir bağırdı. maç 4–0 bitti. tatilin her günü için bir gol attım.

    *

    -pivot santrfor dönemi bitti mi?

    hangi sistemle oynanırsa oynansın mutlaka bir pivot santrfor olmasından yanayım. türkiye’de pivot santrfor dönemi hakan şükür’le bitti. pivot santrforun uzun boylu ve hafif olması, gol vuruşunun mükemmel olması, birebirde adam geçmesi lazım… bu adamlardan dünyada az sayıda var.

    -galatasaray’da çift santrfor oynadığınız zamanlarda hakan şükür gol attığı her maç sonrası “saffet ağabey yandan çok güzel ortaladı, bana sadece dokunmak kaldı” derdi…

    birçok insan benim hakan’la tartıştığım için galatasaray’dan ayrıldığımı sanıyor. öyle bir şey yok! ben hakan’la hiçbir zaman tartışmadım. biz hakan’la galatasaray’da da milli takımda da ayrılmazdık. hakan topları toplar getirirdi, ben golü atardım. biz birbirimizle var oluyorken rakip olamazdık. herkes benden gol beklerken ben topu hakan’ın ayağına indirirdim. bir bakışlarımızla anlaşırdık. anlaşamasak zaten gol atamazdık!

    -istanbulspor’un menajerliğini yaptığınız dönemde futbolcunuz kenan özer’in korsanlar tarafından kaçırılma hikâyesi doğru mu?

    beşiktaş’tan kenan’ı aldığımda büyük miktarda bir para ödemiştim. sezon açılışından üç gün önce “başkanım ailem kıbrıs’ta onları görüp gelmek istiyorum” diye izin istemişti. ben de vermiştim. sabah saat sekizde haberlere bakarken kenan’ın bindiği uçağın kaçırıldığını duydum. “eyvah” dedim, “gitti bizim paralar!” korsanlar uçağı antalya’ya indirdi. haberlerde “içeride sadece beş kişi kaldı” dedi. “bu adam futbolcu, bir takla atmış, kaçmıştır” diyorum. sonra bir baktım o beş kişiden biri bizim kenan! “biz bu salağa boşuna para vermişiz, 150 kişi kaçtı bu kaldı” dedim. şeytan dürttü, kenan’ın cebini aradım. “başkanım korsan abiler beni bırakmıyor” dedi. “nasıl anlaşıyorsun onlarla?” diye sordum. “biri türk” deyince, telefona onu istedim. “kolay gelsin, ben saffet sancaklı” dedim. “sağ ol ağabey, buyur!” deyince baktım genç biri. “bula bula benim futbolcumu mu buldunuz?” dedim. “bilmiyorduk ağabey” dedi. “çocuğu beş dakika sonra bırakın!” dedim. “ben bilmem patronuma sorayım, sizi ararım” dedi. bu arada antalya emniyeti özel harekâta hazırlanıyor. biz de kulüpteki hocalarla toplantı yapıyoruz. telefonum çaldı dedim “beyler bir dakika, korsan arıyor.” “tamam, bırakıyoruz” dedi. “kenan’a bu sezon 20 gol atmazsa seni yeniden kaçırırız de; eylemi de bırakın artık, pilotunuz bile kaçmış” dedim. emniyeti arayıp, “beş dakika sonra biri çıkacak, sakın vurmayın, birazdan korsanlar da teslim olacak” dedim. gerçekten de öyle oldu. bana kalsa kimse inanmaz diye bu hikâyeyi anlatmayacaktım ama polis korsanların telefon dokümanlarını çıkarınca gazeteler çarşaf çarşaf bu olayı yazdı.

    --- 4-4-2 dergisi ---

    *

    saffet sancaklı
App Store'dan indirin Google Play'den alın