24857
--- 4-4-2 dergisi röportajı ---
-bursaspor altyapısından bu kadar çok futbolcu çıkacağını tahmin ediyor muydun?
ediyordum çünkü çok başarılıydık. bizim için ellerinden geleni yaptılar. iyi futbolcu olmaktan başka bir şey düşünmedik. a takımdan da kopuk çalışılmadığı için birer ikişera takıma yükseldik.
-sen nasıl dahil olmuştun?
okul takımında futbol oynarken bir maç için bursa merkeze geldik. orhaneli’de yaşadığım için sık sık geldiğim bir yer değildi. bursaspor altyapısına karşı çeyrek final maçı oynadık. o maçı 3-2 kazandık, iki golü ben attım, sonra da kırmızı kart görüp oyundan atıldım.
-kırmızı kartın sebebi neydi?
taktik faul yapmak istemiştim. ben kart görmesem maç berabere bitecekti, uzatmalara gidecekti. bir yerde kendimi feda ettim. o maçı bursaspor’un bütün altyapı hocaları izlemişti. beni de orada beğenmişler. sağ açık olarak beni altyapılarına aldılar. bir sene altyapı liglerinde oynadım, sonraki sene topuğumda ödem oluştu.
-o neden oldu? durup dururken mi böyle bir rahatsızlık başladı?
neden olduğunu biz de anlamadık. doktorlardan biri çok yüklenmekten olduğunu söylemişti. önce koşamamaya başladım, sonra yürüyemeyecek hale geldim. tabii bu arada hocalarım da beni önce yedek kulübesine, sonra da kadro dışına attı. takımın 10 numarasıyken bir anda hiç oldum.
-hangi yaş grubunda oynarken oldu bu?
o zaman u-15 takımındaydım. o rahatsızlıktan bir buçuk yıl kurtulamadım. babam madenden izin alıp beni doktorlara götürüyordu. bursa’da spor sakatlıklarıyla ilgilenen bütün doktorlara gittik ama hiçbir sonuç alamadık. bunların hepsi para! maddi durumumuz da iyi olmadığı için kendimi çok kötü hissetmeye başladım. her gün ağlıyordum. en sonunda üniversitedeki bir doktor “bir buçuk ay ayağının üstüne basmaman lazım” dedi. ancak bunu yaparsam iyileşmeye başlarmışım. zaten kim ne derse yapacaktım, ben de onu dinledim.
-15 yaşında bir çocuğun evde üç gün durması bile zorken, sen neyle oyalandın?
ara ara sokakta maç yapmaya çalışıyordum ama ağrılara dayanamadığım için bırakıyordum. bir gün arkadaşlarım yine çok ısrar etti, ben de oynadım. o gün hiç ağrı hissetmedim. havalara uçtum, koşup babama söyledim. “sabaha kadar oturup topuğuna masaj yaptım, dua ettim” dedi. hemen kulübü arayıp “ben yarın geliyorum” dedim.
-o günden sonra her şey değişti mi?
hayır. arkadaşlarım ben yokken o kadar güçlenmiş ki onlara yetişmem mümkün değildi. tek başıma çalışa çalışa hem hantallığımı attım, hem de kilolarımı verdim. löp löp kilolarla oynamam mümkün değildi! bundan kurtulmam da çok uzun sürdü. o arada yine hep kadro dışıydım. her maçta “acaba bu sefer kadroya girer miyim?” diye heyecanlanıyordum. her seferinde giremediğim için ağlıyordum. arkadaşlarım, onların aileleri beni teselli etmeye çalışıyordu. ben de kendimi bırakmadım. en sonunda kısa süreler oyuna girmeye başladım. sonraki sezon tüm maçlarda oynadım.
-a takıma seçilebilecek duruma gelmen ne kadar sürdü?
aslında çok ani gelişti. o sezon bir maçımıza ertuğrul sağlam geldi. akademi ligi’nin final maçıydı. fenerbahçe’yi 3-1 yenmiştik. o maçtan sonra da beni idmana çağırdılar. yani a2’ye hiç çıkmadan u-17’den a takıma gelmiş oldum.
-a takıma geldiğin ilk günlerde ağrıların devam ediyor muydu?
hepsi geçti. kuş gibi hafifledim. düşünsene; top toplayıcılık yaparken formasını istediğin abilerle birlikte oynuyorsun! heyecandan her şeyi unuttum. altyapıdan çıkan altı kişinin arasından iki kişiyi yurt dışı kampına götüreceklerdi. aramızda çok fena bir rekabet başladı. furkan soyak’la her gece kimin gideceğini konuşuyorduk. sonra liste açıklandı, bakmaya bile cesaret edemediğimiz için başkaları gelip söyledi: ikimiz seçilmiştik!
-kamp nasıl geçti? kendini tamamen a takım oyuncusu gibi mi hissetmeye başladın?
o biraz sıkıntılı geçti. abiler saçlarımızı kesti. her şeyin altından biz çıkmaya başlayınca hocalar da bize biraz önyargılı baktı. yani bizim için hiç iyi olmadı!
-buna rağmen o kampın sonunda avrupa ligi maçlarında kadroda sen de vardın…
çıktığım ilk maçta kadroda olmak bile bana yetiyordu. arka adalem çekiyordu ama nasıl olsa oynamam diye bir şey yapmamıştım. sonra maç 4-0 olunca hoca bana bakmaya başladı. sonra da “kalk ısın” dedi. fizyoterapistimiz “iğne yapayım” dedi ama iğneden korktuğum için ona da yanaşmadım. oyuna girerken titriyordum ama sonra açıldım. heyecandan hiç ağrı hissetmedim. deli gibi koşmaya başladım. bir pozisyonda top ceza sahasında önüme düştü, vurdum gol oldu! avrupa kupalarında gol atan en genç futbolcu oldum.
-yine bir madenci çocuğu futbolcu hikâyesi…
evet, biraz öyle oluyor. bizim gibi şanslı olmayanlar da var ama. soma’daki olaydan çok etkilendim. a milli takımla oraya gittik. babam da soma’da uzun süre çalıştığı için orada çok arkadaşı vardı, onları gördüm. vefat eden madencilerin evlerine gittik. maddi manevi zor durumdaydılar. hepimiz çok etkilendik ama benim durumum biraz daha farklıydı. babam madene girdiğinde ben onu ocağın kapısının önünde beklerdim. o zaman tehlikeli bir şey olduğunu bilmiyorum tabii, abimle oyun oynuyorduk.
-abin de futbol oynuyor mu?
o pek sevmez. müzikle ilgileniyor. bu ara bana biraz bozuk. buradan onu çok sevdiğimi söylemek istiyorum! küçükken de bazen anlaşamadığımız oluyordu. o babamdan gitar almasını istiyordu, ben krampon. babam da sadece birini alabildiği için önce benim kramponlarımı almıştı. aslında anlaşmazlığımız orada başladı ama artık çocuk değiliz.
-geçmişte yaptığın çocukça şeyleri hatırlayıp gülüyor musun?
çok şey var aslında. mesela beşiktaş maçında yaşadığım olay… bursa’da tribüncü bir abimiz var. adı burak korkmaz, lakabı tiki. beşiktaş’a 90’ıncı dakikada gol atınca hem koşmaktan, hem heyecandan nefesimi toplayamadım, kameraya “tiki! tiki senin için!” diye bağırdım ama herkes “iki” diye bağırdığımı sanmış. rezil olduk ama neyse ki burak abi anlamış. bir de 1-1 biten letonya maçında penaltı yaptırmıştım. hoca bana maçtan önce “bu zor bir maç, her kademeye gir” demişti. gökhan abinin arkasına pas attılar. ceza sahasının içinde topa yetiştim, tam kayarak topu alayım derken rakip oyuncu ceza sahasında düştü. düdük çalınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü! tek düşündüğüm şey, fatih hocadan yiyeceğim azar. arda abiye “allah çarpsın dokunmadım abi!” dedim. “oğlum niye kayıyorsun?” dedi. sonra ne kadar üzüldüğümü anlayınca “bunlar hep tecrübe işte, yapacak bir şey yok” dedi. zaten o sırada gol oldu. kafamı çevirmeden, gözümün ucuyla fatih hocaya baktım, çok sinirliydi! biri “maç bitene kadar hocaya bakma, moralin bozulur” dedi, ben de bakmadım.
-soyunma odasında ne oldu? o zaman da mı hocanın yüzüne bakamadın?
hoca içeri girince elimdeki havluyla yüzümü kapattım. nasıl korkuyorum! içeri girip başka bir oyuncuya kızdı. ben de havlunun kenarından bakıyordum ama bana bir şey demedi. o günden sonraki toplantılarda acısını çıkarttı ama! çok kızdı.
-hocaların bazen yaptığın muzipliklere de kızıyor mu? takımın içinde sürekli kaynatıyormuşsun gibi bir hava var. sosyal medya hesaplarında sürekli şakalarını paylaşıyorsun…
ama nerede duracağımı biliyorum! zaten geçen gün pişman oldum. bursa’da korku oyunlarının olduğu bir villa var. seni oraya sokuyorlar, odalardan şifreleri çözerek çıkabiliyorsun. içerisi karanlık, sıcak, fareler, yılanlar falan var; arkadan sesler geliyor. geçen gün volkan abiyle kardeşini oraya götürdüm. furkan da bizimleydi. orada görevli olan çocukla anlaştım. içeri girince karanlıkta ben kayboldum, aramaya başladılar; ben de onları gece görüşlü kameradan izliyorum. açtıkları bir kapının arkasından korkutmak için önlerine düştüm ama karanlıkta kim olduğumu anlamadılar. volkan abi beni maket sandı, o korkuyla karnıma vurmaya başladı. bir temiz dayak yedim!
-yine saçlarını boyamayı düşünüyor musun?
aman allah korusun! kuaförümün gazına gelmiştim. “çok yakışır” dedi, boyattım. kulübe bir geldim, herkesin saçını boyamış! yine bir gün “senin şu yanları keselim” dedi, yine bütün takıma aynı şeyi yapmış. şenol hoca bizi öyle görünce “oğlum, siz ne yapıyorsunuz?” dedi.
-futbolcular niye hep aynı şeyleri giyip, aynı arabalara biniyor?
büyük futbolcular bir şey yapınca moda oluyor. mesela bu boynumdaki kolyenin bir benzerini serdar abide görmüştüm, çok hoşuma gitti, ben de yaptırdım. maç yoğunluğundan dolayı sadece birbirimizi görüyoruz, ondan belki.
-ya bir transfer döneminde gazeteler ve televizyonlar bütün futbolcuları bir yerlere gönderirken senin adın hiç geçmese… o zaman bir eksiklik hisseder misin?
hissetmem herhalde. çünkü iyi şeyler yazdıkları kadar kötü şeyler de yazıyorlar. adın gündemdeyse bir öyle, bir böyle oluyorsun. bir gün değerime 10 milyon avro diyorlar, ertesi gün maçta kötü oynayınca “bu çocuğa 10 milyon avro veren salaktır” demeye başlıyorlar. nani’ye 6 milyon avro verirken ozan’a o kadar para verilir mi?” yazıyorlar, robin van persie’yle kıyaslıyorlar. tamam, dünyanın sayılı oyuncularından biri ama belki de son transferini yaptı. ben daha 20 yaşımdayım. fiyatlar çok yüksek ama bunları futbolcular değil, kulüpler belirliyor, acısını bizden çıkarıyorlar.
-enes ve batuhan gittikten sonra bunu daha çok mu düşünmeye başladın?
onlar için çok mutlu oldum. enes’i gönderirken yüzündeki mutluluğu gördüm. o zaman “benim de gitmem gerekiyor” dedim. salih gidince de aynı şeyi hissetmiştim. onların adına çok seviniyorum. bir ben kaldım!
-sen de abin gibi müziğe ilgi duydun mu?
bateri çalıyorum ben de. orada da ayaklarım çalışıyor (gülüyor). iki ayağımı birden kullanıyorum. biraz da gitar tıngırdatıyorum.
-sahada da iki ayağını sorunsuz kullanmak için çalışıyor musun?
özel çalışmalar yapıyorum, bir de yaptıklarımı not alıyorum. tabii sadece sahada yaptıklarımı değil, canımı sıkan şeyleri de yazıyorum. bunu bana şenol hoca tavsiye etmişti. yazmaya başlayınca kafama taktığım şeyler komik gelmeye başladı.
-sahada en çok ne zaman mutlusun?
top bende olduğunda! hocalar daha çok basit futbol istiyor ama her futbolcunun içinde çalım ata ata gol atmak ya da asist yapmak vardır. koşarken de çok mutlu oluyorum. idmanlarda da deli gibi koşarım.
--- 4-4-2 dergisi röportajı ---
ozan tufan
-bursaspor altyapısından bu kadar çok futbolcu çıkacağını tahmin ediyor muydun?
ediyordum çünkü çok başarılıydık. bizim için ellerinden geleni yaptılar. iyi futbolcu olmaktan başka bir şey düşünmedik. a takımdan da kopuk çalışılmadığı için birer ikişera takıma yükseldik.
-sen nasıl dahil olmuştun?
okul takımında futbol oynarken bir maç için bursa merkeze geldik. orhaneli’de yaşadığım için sık sık geldiğim bir yer değildi. bursaspor altyapısına karşı çeyrek final maçı oynadık. o maçı 3-2 kazandık, iki golü ben attım, sonra da kırmızı kart görüp oyundan atıldım.
-kırmızı kartın sebebi neydi?
taktik faul yapmak istemiştim. ben kart görmesem maç berabere bitecekti, uzatmalara gidecekti. bir yerde kendimi feda ettim. o maçı bursaspor’un bütün altyapı hocaları izlemişti. beni de orada beğenmişler. sağ açık olarak beni altyapılarına aldılar. bir sene altyapı liglerinde oynadım, sonraki sene topuğumda ödem oluştu.
-o neden oldu? durup dururken mi böyle bir rahatsızlık başladı?
neden olduğunu biz de anlamadık. doktorlardan biri çok yüklenmekten olduğunu söylemişti. önce koşamamaya başladım, sonra yürüyemeyecek hale geldim. tabii bu arada hocalarım da beni önce yedek kulübesine, sonra da kadro dışına attı. takımın 10 numarasıyken bir anda hiç oldum.
-hangi yaş grubunda oynarken oldu bu?
o zaman u-15 takımındaydım. o rahatsızlıktan bir buçuk yıl kurtulamadım. babam madenden izin alıp beni doktorlara götürüyordu. bursa’da spor sakatlıklarıyla ilgilenen bütün doktorlara gittik ama hiçbir sonuç alamadık. bunların hepsi para! maddi durumumuz da iyi olmadığı için kendimi çok kötü hissetmeye başladım. her gün ağlıyordum. en sonunda üniversitedeki bir doktor “bir buçuk ay ayağının üstüne basmaman lazım” dedi. ancak bunu yaparsam iyileşmeye başlarmışım. zaten kim ne derse yapacaktım, ben de onu dinledim.
-15 yaşında bir çocuğun evde üç gün durması bile zorken, sen neyle oyalandın?
ara ara sokakta maç yapmaya çalışıyordum ama ağrılara dayanamadığım için bırakıyordum. bir gün arkadaşlarım yine çok ısrar etti, ben de oynadım. o gün hiç ağrı hissetmedim. havalara uçtum, koşup babama söyledim. “sabaha kadar oturup topuğuna masaj yaptım, dua ettim” dedi. hemen kulübü arayıp “ben yarın geliyorum” dedim.
-o günden sonra her şey değişti mi?
hayır. arkadaşlarım ben yokken o kadar güçlenmiş ki onlara yetişmem mümkün değildi. tek başıma çalışa çalışa hem hantallığımı attım, hem de kilolarımı verdim. löp löp kilolarla oynamam mümkün değildi! bundan kurtulmam da çok uzun sürdü. o arada yine hep kadro dışıydım. her maçta “acaba bu sefer kadroya girer miyim?” diye heyecanlanıyordum. her seferinde giremediğim için ağlıyordum. arkadaşlarım, onların aileleri beni teselli etmeye çalışıyordu. ben de kendimi bırakmadım. en sonunda kısa süreler oyuna girmeye başladım. sonraki sezon tüm maçlarda oynadım.
-a takıma seçilebilecek duruma gelmen ne kadar sürdü?
aslında çok ani gelişti. o sezon bir maçımıza ertuğrul sağlam geldi. akademi ligi’nin final maçıydı. fenerbahçe’yi 3-1 yenmiştik. o maçtan sonra da beni idmana çağırdılar. yani a2’ye hiç çıkmadan u-17’den a takıma gelmiş oldum.
-a takıma geldiğin ilk günlerde ağrıların devam ediyor muydu?
hepsi geçti. kuş gibi hafifledim. düşünsene; top toplayıcılık yaparken formasını istediğin abilerle birlikte oynuyorsun! heyecandan her şeyi unuttum. altyapıdan çıkan altı kişinin arasından iki kişiyi yurt dışı kampına götüreceklerdi. aramızda çok fena bir rekabet başladı. furkan soyak’la her gece kimin gideceğini konuşuyorduk. sonra liste açıklandı, bakmaya bile cesaret edemediğimiz için başkaları gelip söyledi: ikimiz seçilmiştik!
-kamp nasıl geçti? kendini tamamen a takım oyuncusu gibi mi hissetmeye başladın?
o biraz sıkıntılı geçti. abiler saçlarımızı kesti. her şeyin altından biz çıkmaya başlayınca hocalar da bize biraz önyargılı baktı. yani bizim için hiç iyi olmadı!
-buna rağmen o kampın sonunda avrupa ligi maçlarında kadroda sen de vardın…
çıktığım ilk maçta kadroda olmak bile bana yetiyordu. arka adalem çekiyordu ama nasıl olsa oynamam diye bir şey yapmamıştım. sonra maç 4-0 olunca hoca bana bakmaya başladı. sonra da “kalk ısın” dedi. fizyoterapistimiz “iğne yapayım” dedi ama iğneden korktuğum için ona da yanaşmadım. oyuna girerken titriyordum ama sonra açıldım. heyecandan hiç ağrı hissetmedim. deli gibi koşmaya başladım. bir pozisyonda top ceza sahasında önüme düştü, vurdum gol oldu! avrupa kupalarında gol atan en genç futbolcu oldum.
-yine bir madenci çocuğu futbolcu hikâyesi…
evet, biraz öyle oluyor. bizim gibi şanslı olmayanlar da var ama. soma’daki olaydan çok etkilendim. a milli takımla oraya gittik. babam da soma’da uzun süre çalıştığı için orada çok arkadaşı vardı, onları gördüm. vefat eden madencilerin evlerine gittik. maddi manevi zor durumdaydılar. hepimiz çok etkilendik ama benim durumum biraz daha farklıydı. babam madene girdiğinde ben onu ocağın kapısının önünde beklerdim. o zaman tehlikeli bir şey olduğunu bilmiyorum tabii, abimle oyun oynuyorduk.
-abin de futbol oynuyor mu?
o pek sevmez. müzikle ilgileniyor. bu ara bana biraz bozuk. buradan onu çok sevdiğimi söylemek istiyorum! küçükken de bazen anlaşamadığımız oluyordu. o babamdan gitar almasını istiyordu, ben krampon. babam da sadece birini alabildiği için önce benim kramponlarımı almıştı. aslında anlaşmazlığımız orada başladı ama artık çocuk değiliz.
-geçmişte yaptığın çocukça şeyleri hatırlayıp gülüyor musun?
çok şey var aslında. mesela beşiktaş maçında yaşadığım olay… bursa’da tribüncü bir abimiz var. adı burak korkmaz, lakabı tiki. beşiktaş’a 90’ıncı dakikada gol atınca hem koşmaktan, hem heyecandan nefesimi toplayamadım, kameraya “tiki! tiki senin için!” diye bağırdım ama herkes “iki” diye bağırdığımı sanmış. rezil olduk ama neyse ki burak abi anlamış. bir de 1-1 biten letonya maçında penaltı yaptırmıştım. hoca bana maçtan önce “bu zor bir maç, her kademeye gir” demişti. gökhan abinin arkasına pas attılar. ceza sahasının içinde topa yetiştim, tam kayarak topu alayım derken rakip oyuncu ceza sahasında düştü. düdük çalınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü! tek düşündüğüm şey, fatih hocadan yiyeceğim azar. arda abiye “allah çarpsın dokunmadım abi!” dedim. “oğlum niye kayıyorsun?” dedi. sonra ne kadar üzüldüğümü anlayınca “bunlar hep tecrübe işte, yapacak bir şey yok” dedi. zaten o sırada gol oldu. kafamı çevirmeden, gözümün ucuyla fatih hocaya baktım, çok sinirliydi! biri “maç bitene kadar hocaya bakma, moralin bozulur” dedi, ben de bakmadım.
-soyunma odasında ne oldu? o zaman da mı hocanın yüzüne bakamadın?
hoca içeri girince elimdeki havluyla yüzümü kapattım. nasıl korkuyorum! içeri girip başka bir oyuncuya kızdı. ben de havlunun kenarından bakıyordum ama bana bir şey demedi. o günden sonraki toplantılarda acısını çıkarttı ama! çok kızdı.
-hocaların bazen yaptığın muzipliklere de kızıyor mu? takımın içinde sürekli kaynatıyormuşsun gibi bir hava var. sosyal medya hesaplarında sürekli şakalarını paylaşıyorsun…
ama nerede duracağımı biliyorum! zaten geçen gün pişman oldum. bursa’da korku oyunlarının olduğu bir villa var. seni oraya sokuyorlar, odalardan şifreleri çözerek çıkabiliyorsun. içerisi karanlık, sıcak, fareler, yılanlar falan var; arkadan sesler geliyor. geçen gün volkan abiyle kardeşini oraya götürdüm. furkan da bizimleydi. orada görevli olan çocukla anlaştım. içeri girince karanlıkta ben kayboldum, aramaya başladılar; ben de onları gece görüşlü kameradan izliyorum. açtıkları bir kapının arkasından korkutmak için önlerine düştüm ama karanlıkta kim olduğumu anlamadılar. volkan abi beni maket sandı, o korkuyla karnıma vurmaya başladı. bir temiz dayak yedim!
-yine saçlarını boyamayı düşünüyor musun?
aman allah korusun! kuaförümün gazına gelmiştim. “çok yakışır” dedi, boyattım. kulübe bir geldim, herkesin saçını boyamış! yine bir gün “senin şu yanları keselim” dedi, yine bütün takıma aynı şeyi yapmış. şenol hoca bizi öyle görünce “oğlum, siz ne yapıyorsunuz?” dedi.
-futbolcular niye hep aynı şeyleri giyip, aynı arabalara biniyor?
büyük futbolcular bir şey yapınca moda oluyor. mesela bu boynumdaki kolyenin bir benzerini serdar abide görmüştüm, çok hoşuma gitti, ben de yaptırdım. maç yoğunluğundan dolayı sadece birbirimizi görüyoruz, ondan belki.
-ya bir transfer döneminde gazeteler ve televizyonlar bütün futbolcuları bir yerlere gönderirken senin adın hiç geçmese… o zaman bir eksiklik hisseder misin?
hissetmem herhalde. çünkü iyi şeyler yazdıkları kadar kötü şeyler de yazıyorlar. adın gündemdeyse bir öyle, bir böyle oluyorsun. bir gün değerime 10 milyon avro diyorlar, ertesi gün maçta kötü oynayınca “bu çocuğa 10 milyon avro veren salaktır” demeye başlıyorlar. nani’ye 6 milyon avro verirken ozan’a o kadar para verilir mi?” yazıyorlar, robin van persie’yle kıyaslıyorlar. tamam, dünyanın sayılı oyuncularından biri ama belki de son transferini yaptı. ben daha 20 yaşımdayım. fiyatlar çok yüksek ama bunları futbolcular değil, kulüpler belirliyor, acısını bizden çıkarıyorlar.
-enes ve batuhan gittikten sonra bunu daha çok mu düşünmeye başladın?
onlar için çok mutlu oldum. enes’i gönderirken yüzündeki mutluluğu gördüm. o zaman “benim de gitmem gerekiyor” dedim. salih gidince de aynı şeyi hissetmiştim. onların adına çok seviniyorum. bir ben kaldım!
-sen de abin gibi müziğe ilgi duydun mu?
bateri çalıyorum ben de. orada da ayaklarım çalışıyor (gülüyor). iki ayağımı birden kullanıyorum. biraz da gitar tıngırdatıyorum.
-sahada da iki ayağını sorunsuz kullanmak için çalışıyor musun?
özel çalışmalar yapıyorum, bir de yaptıklarımı not alıyorum. tabii sadece sahada yaptıklarımı değil, canımı sıkan şeyleri de yazıyorum. bunu bana şenol hoca tavsiye etmişti. yazmaya başlayınca kafama taktığım şeyler komik gelmeye başladı.
-sahada en çok ne zaman mutlusun?
top bende olduğunda! hocalar daha çok basit futbol istiyor ama her futbolcunun içinde çalım ata ata gol atmak ya da asist yapmak vardır. koşarken de çok mutlu oluyorum. idmanlarda da deli gibi koşarım.
--- 4-4-2 dergisi röportajı ---
ozan tufan