• 78
    sizler paylaşmadığınıza göre iş başa düştü. ki bence sezonun en önemli hareketi.. melo, "ben sadece saha içinde olabilecek bir hareket yaptım. bunun üzerine beni ülkeden kovmaya çalışan bir adamın elini niye sıkayım? sahalarda neler oluyor. bir baksın. daha iyi baksın" diyerek türkiye'deki çarpık futbol düzenine dil çıkardı.. helal olsun.. http://www.iskenderbaydar.com/helal-olsun-melo/
  • 83
    --- alıntı ---

    hollandali olmak



    biraz hollanda’yı, biraz galatasaray’ın hollandalı yıldızı wesley sneijder’ı anlatmak istiyorum bugün.

    malum; biz türkler her şeyi çok iyi bildiğimiz için gelişine burun kıvırmıştık.

    “para için geldi”, “eşiyle tatile geldi” falan demişti bazı kabzımallar.

    parasını hak etmediğini söylemişti bazı hocalar.

    zaman zaman pas bile alamamıştı saha içinde takım arkadaşlarından.

    çok konuşkan değildi, hatta çok da sessizdi…

    kendini anlatmadı, hiç savunmadı. sadece futbolunu oynadı.

    juventus’a attığı golle galatasaray’ı şampiyonlar ligi’nde gruptan çıkardı.

    fenerbahçe’ye attığı golle, 2013-2014 sezonunun en mutlu anlarını yaşattı.

    eskişehirspor’a attığı golle türkiye kupası’nı kazandırdı.

    koşmuyor diye eleştirilirken, dünya kupası’nın en çok koşan futbolcusu oldu.

    takımını yarı finale çıkartan isimlerin başında yer aldı.

    sonrasında, dünya üçüncüsü takımın en önemli yıldızlarından biri olarak hak ettiği tatili yaptı.

    ama o bile çok görüldü.

    çalışmıyor, yan gelip yatıyor, dönmeyecek denildi.

    oysa o, özel kondisyoner eşliğinde çalışmalarını hiç aksatmadı.

    tatil dönüşü yapılan performans testlerinden başarıyla çıktı.

    ve o şimdi ikinci kaptan.

    10 şubat 1985’te, iskenderun’da doğan selçuk inan birinci kaptan.

    9 haziran 1984’te utrecht’te doğan wesley sneijder ikinci kaptan.

    galatasaray’ın iki değeri, iki önemli karakteri.

    ve bence güzel bir sezonun habercisi…

    gelin biraz da hollanda’ya bakalım…

    hollanda’nın yüz ölçümü türkiye’nin yaklaşık 20’de 1’i…

    tarım ihracatında dünya lideri… 60 milyar doların üzerinde tarım ihracatı var.

    toplam ihracatı ise 600 milyar dolar civarında.

    bize sürekli dayatılan ama bu gidişle asla başarılamayacak olan “2023 yılında 500 milyar dolar ihracat” hedefinin şimdiden önünde.

    ülkede yasak yok.

    isteyen uyuşturucu kullanıyor, isteyen spor yapıyor.

    baskı ise hiç yok. özgürlükler ülkesi.

    iyi olmak için tepende birinin tepinmesi gerekmiyor. sen kişisel olarak tercihini yapıp ilerliyorsun.

    kendin için yaşıyorsun.

    tıpkı wesley sneijder gibi…

    tıpkı fenerbahçe’nin 34 yaşındaki yıldızı dirk kuyt gibi…

    sonuç ortada.

    küçücük hollanda, kocaman türkiye’nin fersah fersah önünde.

    bizdeki muhafazakârlık, tutuculuk, hoşgörüsüzlük yok, başarı var.

    ve o hollanda’nın milli takımı’nın yıldızı çok şükür ki galatasaray’da…

    altta tatil fotoğraflarını bulabilirsiniz wesley sneijder ile eşi yolanthe cabau’nun…

    keşke ferrarisini bir kilometre uzakta bırakıp sevgilisinin evine taksiyle giden, yakalandığında da “biz sadece arkadaşız” diyen türk futbolcuları da bu kadar rahat yaşayabilseler aşklarını…

    ve keşke bu kadar başarılı olmayı başarabilseler.

    --- alıntı ---
  • 84
    gündemde ki küfür olayları ile ilgili,

    --- alıntı ---

    [biçim]
    küfretme
    şükret...
    [/biçim]
    sana böylesine büyük heyecanlar yaşatan, bu kadar mutlu olmanı sağlayan kaç şey var şu hayatta... güzel futboldan ve iyi bir sevişmeden başka... ve sen buna şükretmen gerekirken kendi futbolcuna küfretmeyi seçiyorsan, yazıklar olsun sana...

    [biçim]
    sen sakin gelme
    [/biçim]
    arena’nın tribünlerindesin…

    bir şampiyonlar ligi maçı…

    diyelim ki rakip juventus…

    galatasaray kazanırsa gruptan çıkacak, tıpkı geçen yıl olduğu gibi…

    beraberlik ise italyanlar’a yarıyor yine…

    maçın son dakikaları, durum 0-0…

    juve, hemen ceza yayı üzerinden frikik kazanıyor.

    topun arkasındaki isim italya’nın yaşayan futbol efsanesi andrea pirlo…

    bugüne kadar çok sayıda frikik golüne imza atmış bir usta.

    o an tribünde sana ne oluyor biliyor musun?

    merkezi sinir sistemin sempatik sinirlerini uyararak ilk korku tepkisinin oluşmasını sağlıyor.

    pirlo topa doğru hareketlendiğinde sempatik sinirler böbrek üstü bezlerinin öz bölgesini de uyararak kana adrenalin salgılanmasını başlatıyor.

    adrenalin salgısının artması sempatik sinirlerin yapmış olduğu etkiyi artırıyor.

    damarların genişliyor.

    kan basıncın artıyor.

    kalp atışların hızlanıyor.

    göz bebeklerin büyüyor.

    kan şekerin yükseliyor.

    pirlo topa vurana kadar bu durumun etkisi artarak devam ediyor.

    top kalenin üstünden auta gittiğinde ya da muslera’nın ‘küçük’ ellerinde eridiğinde sempatik sinirlerin uyarılması ve adrenalin salgısı duruyor.

    ancak korku hali bir süre daha devam ediyor.

    bunun temel nedeni de kanda miktarı artan adrenalinin, kandan uzaklaştırılmasının zaman alması.

    gözün saatte…

    dakikalar hızla geçiyor.

    vücudun bu kez korkudan değil heyecandan aynı tepkileri veriyor.

    orta sahadan juventus ceza sahasına doğru bir top kesiliyor.

    doldur boşalt dakikaları artık…

    merkezi sinir sistemin bir kez daha sempatik sinirlerini uyararak heyecanın oluşmasını sağlıyor.

    sneijder üzerine gelen juventuslu defans oyuncusundan önce ayağını topa doğru uzattığında, sempatik sinirler böbrek üstü bezlerinin öz bölgesini de uyararak kana bir kez daha adrenalin salgılanmasını başlatıyor.

    adrenalin salgısının artması sempatik sinirlerin yapmış olduğu etkiyi artırıyor.

    damarların genişliyor.

    kan basıncın artıyor.

    kalp atışların hızlanıyor.

    göz bebeklerin büyüyor.

    kan şekerin yükseliyor.

    top kalecini sağından ağlarla buluştuğunda asıl büyük adrenalin patlaması yaşanıyor.

    tribünler öne arkaya, sağa sola hareketleniyor.

    anlık bir heyecan kasırgası esiyor; geçici bilinç kaybı yaşanıyor.

    bulutlardasın artık… mutluluğun zirvesindesin…

    sana bu heyecanı yaşatan, bu kadar mutlu olmanı sağlayan kaç şey var bu hayatta.

    güzel futboldan ve iyi bir sevişmeden başka…

    ve sen buna şükretmen gerekirken futbolcuna küfretmeyi seçiyorsun.

    hem de hiç önemi olmayan bir hazırlık maçında, hem de bir önceki sezon şampiyonlar ligi’nde attığı 8 golle seni defalarca mutluluğun zirvesine taşımış, ligde gol kralı olmuş oyuncuna…

    galatasaray formasıyla iki sezonda 50 gole, 18 asiste imza atmış burak yılmaz’a…

    bu mu futboldan anladığın senin?

    eğer buysa maça değil psikoloğa gitmende fayda var tez zamanda.

    haydi, kal sağlıcakla…

    --- alıntı ---
  • 85
    --- alıntı ---

    motivasyon kadar akla ihtiyacın var.

    ingiltere’de ırkçılıkla suçlanmış, türkiye’de ırkçılıktan mahkûm olmuş bir futbolcuyu, kolunda uefa’nın ırkçılık karşıtı mesajıyla, üstelik kaptanlık pazubandıyla sahaya çıkarmanın yarattığı tezadı kavrayabilecek, evrensel değerleri özümsemiş bir federasyona ihtiyaç var.

    --- alıntı ---
  • 86
    --- alıntı ---

    buna layik değiliz



    maç öncesi manzara gayet net… şampiyonlar ligi d grubu’nda yer alan anderlecht, 70 milyon euro’luk değeriyle en güçsüz takım.

    uluslararası arenada tecrübeli neredeyse hiçbir oyuncusu yok.

    onu 174 milyon euro piyasa değeriyle galatasaray izliyor. ancak, kadroda şampiyonlar ligi’nde çok önemli tecrübeler yaşamış isimler var.

    dortmund 344 milyon, arsenal ise 409 milyon değerinde…

    malum; bu işler parayla pulla değil, sahadaki mücadeleyle alâkalı.

    bu nedenle bahis sitelerinde grup liderliği için favori dortmund, ikincilik ise arsenal’in…

    gruptan çıkma şansı açısından galatasaray ile son sıradaki anderlecht arasında 1’e 5’lik bir fark var…

    galatasaray, anderlecht’e göre açık ara favori anlayacağınız.

    nasıl olmasın?!

    ali sami yen arena’da sahaya çıkan anderlecht’te bir futbolcu 33 yaşında, diğer ikisi 26, geriye kalanlar 20’lerin başında…

    hatta aralarında 17 yaşında olan tielemans bile var.

    adeta bir u21 takımıyla oynuyor galatasaray…

    ama sahadaki küçükler, galatasaraylı oyunculardan çok daha büyük maalesef.

    passolig saçmalığı yüzünden şampiyonlar ligi’nde dolmayan tribünler ve 5+3+1 kuralı nedeniyle adeta bulunmaz hint kumaşı haline gelen 23 yaşındaki tarık çamdal sahada yokken, rakibin neredeyse yüzde 80’inin 23 yaş altında olması büyük bir sorun…

    bu sorunun basın tarafından yeterince dillendirilmemesi ayrı bir sorun.

    galatasaray taraftarının maç sırasındaki protestolarıyla dile getirdiği şike ve ırkçılığın cezasız kalması en temel sorun.

    78 milyonluk türkiye dünya kupası’na gidemezken küçücük belçika’nın orada yer alması ise bir başka kritik sorun…

    pozisyon pozisyon maçı analiz edecek değilim; o işi sizlerin vergileriyle trt’den ayda 200 bin tl maaş alanlara bırakıyorum.

    haa onlara kalsa durum ayrı bir vahim.

    mesela fransa’nın en iyi defans oyuncusu seçildiği yıl türkiye’ye gelen ve dün gecenin muslera ile birlikte ayakta kalan nadir isimlerinden olan chedjou, çoktan gönderilmeliydi türkiye’den…

    200 bin tl maaşla futboldan anladıkları bu kadar…

    gelelim sadede…

    bence pozisyon gayet net:

    uluslararası kuralları ve değerleri hiçe sayarak, mahalle delikanlısı ayağıyla yola devam edersek birkaç seneye kalmaz maçları dortmund, arsenal, anderlecht ile değil işid’le oynarız

    --- alıntı ---

    http://www.iskenderbaydar.com/buna-layik-degiliz/
  • 87
    --- alıntı ---

    geleceği seçmek



    galatasaray yine, yeniden seçim sürecine girdi.

    ünal aysal aday olacak mı?

    haluk ulusoy sahneye çıkacak mı?

    alp yalman, 1990-1996 döneminden neredeyse 20 yıl sonra bir kez daha başarabilir mi?

    faruk süren, mehmet cansun, mehmet helvacı, adnan öztürk, ali dürüst, turgay kıran, işın çelebi, abdürrahim albayrak; peki ya onlar ne yapacak?

    sorular çok, bazı soruların cevapları henüz yok.

    zaten asıl sorun isimler değil aslında.

    yukarıda saydığım isimlerin tamamı, hatta çok daha fazlası, çeşitli dönemlerde galatasaray’da sorumluluk üstlendiler, başardılar ya da başaramadılar ama ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar.

    bunda bir sorun yok… sorun mantalitede…

    galatasaray gibi türkiye’nin batı’ya açılan penceresi olmakla övünen bir yapı, isimleri değil projeleri tartışmalı seçim sürecinde…

    baskın seçim diye bir şeyden bahsedilememeli; bu göreve talip olanlar her an ekipleri, projeleri ile hazır halde olmalı…

    seçim startı verildiğinde bir, iki, hatta üç ekip plan ve programlarıyla ortaya çıkabilmeli…

    mümkün değil demeyin; bu insanlar her hafta aynı localarda bir araya geliyor, aynı restoranlarda buluşuyor, yeri geliyor aynı teknede tatil yapıyor.

    bu zamanlarda galatasaray’ın geleceğini konuşmuyorlarsa şayet, bu göreve de talip olmasınlar bir zahmet.

    birkaç basit örnekle ilerleyelim:

    almanya, 2000 avrupa şampiyonası finalleri’nde, grupta sonuncu olunca tüm altyapı sistemini değiştirdi.

    alman milli takımı’nın 2002 dünya kupası’nda final oynaması bile bu yeniden yapılanma sürecini değiştirmedi.

    bir yerde hata yaptıklarına inanmışlardı bir kere, yola devam ettiler.

    tüm kulüplere akademi kurma mecburiyeti getirdiler.

    akademileri çok sıkı denetlediler.

    eğitim hayatında başarılı olmayı ilk şart saydılar.

    çocukların öncelikli olarak futbolu sevmesini önemsediler.

    aileleri sistemin içine soktular.

    ve 14 futbolcusu 25 yaş altında bir takımla, hem de yarı finalde ev sahibi brezilya’yı 7-1 gibi sansasyonel bir skorla yenerek 2014 dünya kupası’nı kazanma başarısını gösterdiler.

    var mı galatasaray için böyle bir model öneren, bunu hayata geçirmeyi düşünen; bilmiyorum.

    devam edelim…

    porto yıllardır 1’e futbolcu alıp, 5’e, 10’a, 15’e satıyor. buna rağmen belli bir başarı çıtasını da sürdürüyor.

    var mı porto’nun scout sistemini detaylıca inceleyen; sanmıyorum.

    dört yıl önce, sadece 19 yaşındayken james rodriguez’i 7 milyon euro’ya alıp, 45’e monaco’ya nasıl sattıklarını, aynı rodriguez’in 80 milyon euro’ya nasıl real madrid’in yolunu tuttuğunu araştıran var mı; ihtimal vermiyorum.

    tüm dünyanın medeni statlarında zemin hibrit çimken, yıllardır ısrarla ve ısrarla arena’nın zeminini hibrit çim yapmayarak kulübün neden gereksiz yere masrafa sokulduğunu araştıran birileri var mı; inanın olsa duyardım.

    galatasaray ekonomik açıdan sıkıntılar yaşarken, çok kısa bir süre öncesine kadar batık durumda olan dortmund’un ceo’su watzke ile imza attığı ekonomik başarının sırrını araştıran var mı; umarım vardır.

    kişi başına düşen milli geliri türkiye’nin beş katı olan almanya’da 12 euro’ya bilet satılırken, bizde niye en ucuz bilet bile ateş pahası hiç merak eden var mı; yoktur muhtemelen…

    orada statlar kapalı gişeyken buradakilerin neden boş kaldığını biliyoruz da, galatasaray’ın bunu nasıl aşacağı konusunda proje üreten var mı; duymadım.

    bu soruların cevabını verecek bir aday yoksa o zaman kimi seçecek galatasaraylılar sandığa gittiklerinde?

    ada’da en çok kokteyl düzenleyen adayı mı?

    --- alıntı ---

    http://www.iskenderbaydar.com/gelecegi-secmek/
  • 88
    iskender abi yine altına imza atılacak bir yazı yazmış çok sevgili renktaşlar:

    --- alıntı ---

    düzen böyle
    gazetelere, televizyonlara bakıyorum da resmen bir gülme geliyor.

    kendini bu kadar ciddiye alan adamların, ‘ciddi ciddi’ onlara kulak verenlerin halini görünce eskiden olsa üzülürdüm, artık ciddiye bile alamıyorum.

    düşünün; “şeytan” lakaplı rıdvan dilmen, “türk futbolunda devrim geliyor” demiş…

    ve bu sözler neredeyse her yerde ‘ciddi ciddi’ manşet olmuş…

    “büyük müjde” falan bile demişler…

    “devrim” dedikleri, “müjde” dedikleri şey yabancı sınırının ocak ayında kaldırılacağı iddiası…

    müjdeye gel…

    galatasaray yasağın ta en başından beri buna karşı çıkarken, kahvedeki adam bile bu işin yabancı sınırlamasıyla düzelemeyeceğini açık seçik görürken siz çok bilmişler nerelerdeydiniz?

    şike cezaları nedeniyle avrupa’ya gidemeyen kulüpler ile galatasaray arasındaki sportif başarı dengesinin açılmaması için üretilen bu yapay sınırlamayı allayıp pullayıp elbirliğiyle desteklemediniz mi?

    yasağa rağmen tüm kulüpler sahaya çıkartabileceklerden fazla yabancıyı kadrolarında tutarken bunun türk takımlarına yüklediği mali külfeti fark edemediniz mi?

    bonservisi 500 bin, bilemedin 1 milyon euro etmeyecek yerli futbolcular yabancı sınırı yüzünden bulunmaz hint kumaşına dönüşürken kulüplerin sırtına binen yükü göremediniz mi?

    başta 3 büyük olmak üzere neredeyse tüm kulüpler akıl almaz zararlarda şu an… finansal fair play’e uymadıkları ya da uyamayacakları için muhtemelen avrupa kupaları’nın dışında kalacaklar birkaç seneye…

    bugün türk futbolunu yönetenler, futbol kamuoyunu ekrandan, köşelerinden, sayfalarından yönlendirenler o zaman geriye dönüp “ya biz nerede hata yaptık” diyebilecek misiniz?

    tabii ki demeyeceksiniz…

    ne de olsa play-off garabetini savunanlar, yabancı sınırını alkışlayanlar, şikeye sessiz kalanlar, hatta kefil olanlar, suni federasyonun önünü açanlar, doğruları görmezden gelenler, passolig’in yaratacağı zararı bile bile umursamayanlar da sizlersiniz…

    siz sadece suçu birinin omuzlarına yıkıp, hiçbir şey olmamış gibi yolunuza devam edersiniz.

    bu suçlu bir gün mehmet ali aydınlar olur, bir gün abdullah avcı, bir gün ünal aysal…

    bir sizlere bir şey olmaz bu ülkede…

    ne de olsa bu ülkenin düzeni böyle…

    ***

    bu arada işini layıkıyla yapanlar üzerlerine alınmasınlar bu yazıyı… çünkü bu piyasanın içinde olanlar kimleri kast ettiğimi gayet iyi biliyorlar…

    --- alıntı ---

    http://www.iskenderbaydar.com/duzen-boyle/
  • 91
    --- alıntı ---

    stay with us harry



    derbi zaferi, sneijder’in füzeleri derken çok önemli bir ismi, plaket verilmek üzere arena’ya davet edilen harry kewell’ı ihmal ettik doğrusu…

    oysa gülen yüzü, mütevazı kişiliği, ardında bıraktığı sevgi seli asla ihmal edilmemesi gereken biri ‘daddy cool…’

    5 haziran 2008′de başlayıp 31 mayıs 2011’de sona eren ve şampiyon olunamayan üç sezonun en akılda kalan isimlerinin başında yer alıyor hiç şüphesiz avustralyalı yıldız…

    galatasaray’a bedelsiz olarak gelen ender yabancılardan biriydi.

    ilk olarak türkiye süper kupası finali’nde forma giydi.

    sonradan oyuna girdiği maçta 1 gol 1 asist yaparak galatasaray’ın 2-1 galip gelerek kupayı almasını sağladı.

    uefa kupası maçlarındaki performansıyla resmen göz kamaştırdı. bordeaux’ya 25 metreden attığı inanılmaz gol ile galatasaray’ı dördüncü tura taşıdı.

    galatasaray’ın hamburg ile oynadığı uefa kupası 4. tur rövanş maçında, takımdaki defans oyuncularının sakatlığından dolayı gönüllü olarak stoper mevkiinde oynayarak taraftarın kalbinde taht kurdu.

    en büyük sorunu sık nükseden sakatlıklarıydı.

    güney afrika’da düzenlenen 2010 dünya kupası’ndaki performansının ardından, ülkesinin takımlarından gc united’ın 3 milyon euro’luk teklifini reddedip, 1 milyon euro garanti para ve 30 bin euro maç başına ücret ile galatasaray’da kalmayı tercih etmesiyle de tarihe geçti.

    sarı kırmızılı formayla toplam 63 maça çıkıp 22 gol kaydetti.

    galatasaray’ın hiç tartışmasız en çok iz bırakan yabancılarından biri olan harry kewell’ı kulüp çatısı altında görmek isteyen o kadar çok taraftar var ki…

    buradan iki başkan adayına açık çağrı yapmak istiyorum: harry kewell’ı sportif direktör yapın… inanın onun pozitif enerjisi galatasaray’a çok şey katacaktır.

    ***

    galatasaray sözlük ya da internetteki adresiyle rerererarara.net yazarları sık sık yazılarımdan alıntı yaparak daha çok taraftara ulaşmamı sağlıyor.

    bugün tersini yapıp ben onlardan alıntı yapacağım. işte, sözlükte hakkında 171 sayfa dolusu övgüler yazılmış harry kewell’ın sadece son sayfasında yer alan mesajlardan bazıları:

    “ilk formasını aldığım futbolcudur. daha da kimsenin adını yazdırmadım henüz. futbolculuğundan öte öyle müthiş, öyle sıcak, öyle karizma bir adam bu. yeniden futbola döndürülüp sol kanadımızda oynasa dünyalar benim olur adeta. yapsanıza şu adamı sportif direktör, arena’da maç izlerken görsem bile yeter…” (tozsoy)

    “üzülüyorum, kendisi öyle saçma sapan bir dönemde bizim formayı giydi ki keşke daha oynuyor olsaydı ama bize geldiği yaşta olsaydı.” (ser987)

    “acaba ne zaman kendisi hocalık lisansı alıp, şanlı armaya hoca olarak gelecek diye merak ettirendir. çok özledik be adam.” (restinmusic)

    “çok sevdiğim bir isimdir. sanırım kendisini sevmeyen galatasaraylı da yoktur. fakat kabul edelim ki sakatken kendisini kadroda tutup da takımın en golcü ismi olan nonda ile yolların ayrılması bize bir şampiyonluğa mal olmuştur. o sezon kewell sözleşmesinin dondurulmasını kabul etmiş olsaydı rijkaard’ın ilk sezonu bambaşka bir şekilde sonuçlanabilirdi.” (andrei taganov)

    “yarın maçı arena’da izleyecekmiş. biri passolig’i olmadan stada giremeyeceğini söylese keşke. yarın kapıdan dönecek.” (thebeastlorikcana)

    “kulüp tarafından maç öncesi plaket verilecek daddy cool’umuz.” (durmstrang)

    “yarın arena’da olacakmış, yarınki maç için değil de plaket verilirken ‘harry, harry kewell’ diye bağırmak için orda olmayı çok isterdim…” (parhuto)

    “ne yaptı da plaket alıyor insan şaşırıyor. şu adama gösterilen değerin kimlere gösterilmediğini düşündükçe üzülüyorum.” (fırt)

    “plaket alması için kupalar, başarılar, zaferler yaşatmasına gerek olmayan futbolcu. kaldı ki bize az güzel anlar yaşatmadı hani kendisi. herhalde 25 milyon taraftarın içinden bu adamı sevmeyen birisini bulmak çok zordur. takıma yürekten bağlı oyuncularımızdan biriydi. ki bu bana göre sembolik bir şekilde ödüllendirilmesi için yeterli bir sebep. nobel ödülü vermiyoruz burada sonuçta. neyse, hoş gelmiş diyorum sevgili daddy cool’a. ayrıca kendisi benim bu takımda hagi’den sonra gördüğüm en temiz sol ayaklı futbolculardan biriydi. hani ‘ayağına top yakışıyor’ derler ya öyle bir şey. kadife gibi bilek vardı adamda.” (wes we can)

    “benim için belki de galatasaray tarihinin en sevdiğim beş futbolcusundan biri kendisi ama en basitinden ifade etmek gerekirse; galatasaray kulübüne yaraşır bir sporcuydu kewell.” (levendinho)

    “plaket alması abartılmaması gereken futbolcu. bence hakkıyla bu formayı terletmiş, potansiyellerinin üstüne çıkmış, iş ahlakı üst düzey her futbolcu için küçük bir jest çok görülmemeli.” (batıya açılan pencere)

    kendisi en sevdiğim futbolcular listesinde en tepelere oynar. plaket verilmesi normal ama kendisine verilen değer, bir suat kaya’ya veya ne bileyim bir ergün penbe’ye verilmemiştir. hoş hakan şükür gibi bir adama bile hâlâ saldıranlar var aramızda.” (eski açık çocuğu)

    “benim için çok değerlidir kendisi. bu takımda oynayan en karakterli, en candan adamlardan biridir. çok özledim çok…” (babadan cimbomlu)

    “şu adamı birkaç sene daha fazla izleyebilseydik keşke… gelir gelmez bütün kulüp personelini ziyaret etmiş aşırı sempatik eski:( futbolcu…” (batıya açılan pencere)

    “dün maç izlediğim mekânda, televizyonda kendisi gösterilince birden yaşları 60’a kadar giden erkek topluluğu ‘ayyy kewell; bak yine gülüyor’ şeklinde cümleler kurdu. ne sevimli adamsın be kewell.” (durmstrang)

    “bir kez tt arena’da maç izlerken görsem yeter dedim, yetti. sıra sportif direktörlükte…” (tozsoy)

    “o gülüşünü görünce gerçekten yüzüm güldü. istemsizce yüzümü güldürdü seneler sonra. hani hoşlandığınız kızdan öyle bir mesaj gelir de bir anda aptal gibi gülümsemeye başlarsınız ya. tribünleri selamlayıp gülümserken işte aynen şapşallar gibi gülüyordum sadece ona bakıp bir şey demeden… ah şu formayla bir şampiyonluk yaşasaydı.” (poacher)

    --- alıntı ---

    http://www.iskenderbaydar.com/stay-with-us-harry/
  • 92
    --- alıntı ---

    maalesef dörtmund!

    galatasaray taraftarının yaptığı muhteşem koreografi, herkesin maç öncesindeki ruh halini anlatıyordu aslında… taraftar sahaya çıkan takımdan çok, kulübün köklü geçmişine, sarı kırmızılı formanın daha önce avrupa’da elde ettiği başarılara, imza attığı mucizelere ve armanın gücüne inanıyordu.

    ama ne ali sami yen’in ‘türk olmayan takımları yenmek’ idealine yaklaşabildiler 90 dakika boyunca… ne gündüz kılıç’ın söylediği gibi ‘bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımı’ olabildiler… ne de metin oktay gibi ‘bizi sevenleri üzmeyelim baba’ diyebildiler.

    diyemezlerdi de… çünkü sahaya çıkan ilk 11’le dortmund’la 100 kez karşılaşsa galatasaray, 100’ünü de kaybederdi… bırakın yenmeyi beraberlik bile alamazdı.

    sadece ismi ‘süper’ olan yerel ligimizin ikinci haftasında, eskişehirspor’la arena’da 0-0 biten maçtan sonra aynen şu cümleyi yazmıştım: “arsenal değil ama atom karıncalar ordusu dortmund insanın kâbuslarına giriyor.”

    arsenal’den deplasmanda, dortmund’dan evimizde 4 yedik maalesef.

    dortmund maç başına galatasaray’dan ortalama 11 ila 13 kilometre fazla koşuyor…

    galatasaray 108-110 kilometre aralığında kalırken dortmund 121’den aşağı neredeyse hiç inmiyor.

    dolayısıyla çok adamla, hızlı hücum yapacakları aşikârdı. öyle de oldu.

    prandelli’nin burak ve pandev’den oluşan çift forvetli düzeni de dortmund’un ekmeğine yağ sürdü… sahada kanat oyuncusu olmaması, kanat akınlarının tarık ve alex’in omzuna yüklenmesi, onların da çoğu zaman gidememeleri, gittiklerinde de dönememeleri nedeniyle goller bir soldan bir sağdan art arda geldi… hem de bu seviyede bir takımın yememesi gereken iki basit golle maç daha başlamadan bitti…

    skorun 0-2’ye gelmesinden sonra tribüne hâkim olan hava “aman roma olmayalım” tadındaydı.

    ki olabilirdi de…

    maçın 50’inci dakikasına kadar iki takım da 7’şer şut çekmiş, galatasaray sadece bir kez cılız bir topla kaleyi görürken, dortmund 7’de 6’yı yakalamıştı.

    oysa maça ortak olmak için eldeki tek formül çok belliydi: kim olursa olsun tek forvet ve kalabalık bir orta sahayla önce dortmund’u durdurup sonra golü aramak…

    prandelli bunu tercih etmedi ne yazık ki…

    tribündeki herkes bunu net olarak gördüğü için, arena’da sıkça gördüğümüz kendi futbolcusunu protesto etme olayları bu maçta pek yaşanmadı. çünkü herkes bu taktik ve bu dizilişle futbolcuların yapabilecekleri çok fazla bir şeyin olmadığının farkındaydı.

    bundan sonra ne mi olur?!

    grupta üçüncü olmak için hedef anderlecht maçı ama çok da ihtimal vermiyorum maalesef…

    dördüncü yıldız içinse galatasaray’ın iyi olmasından çok türkiye ligi’nin kötü olması umut verici…

    tabii maç sonrası prandelli’nin yaptığı talihsiz açıklamaları dinledikten sonra hâlâ bir umut kaldıysa…

    bekleyip göreceğiz.

    --- alıntı ---
  • 93
    --- alıntı ---

    hamit hakli beyler

    “galatasaray’da da, türk futbolunun genelinde de sorun sanılandan çok daha derin maalesef” gibi, tek başına çok şey ifade eden ama fazla bir şey anlatmayan bir cümleyle yazıya gireyim…

    devam etmeden de uyarayım: hangi takımı tuttuğunuzun bir önemi yok ama “ben skora bakarım arkadaş” diyenlerdenseniz, boşuna kendinizi yormayın yazıyı okumak için… alın bir spor gazetesi, “onu kovalım, bunu atalım, şunu kapalım, paralı başkan isteriz” tadında takılmayı sürdürün.

    kafayı sorunun çözümüne takanlardan çok daha mutlu bir hayat süreceğinizi garanti ederim bu ülkede… ama bu kafayla bu ülkenin ne sporda ne de siyasette sorunlarının çözülmeyeceğinden de eminim.

    her neyse; hamit altıntop örneğiyle anlatacağım ülke futbolunun durumunu.

    hamit ve halil kardeşlerin öyküsü aslında 42 yıl önce malatya’da başladı…

    o tarihlerde doğmalarına henüz 10 yıl vardı.

    türkiye’de geçim yolu bulamayan altıntop ailesi’nin reisi, çocuklarının yarınlarını kurtarabilmek adına almanya’ya göç etmeye karar verdi. ve malatya’dan kalkıp gelsenkirchen’e yerleşti.

    8 aralık 1982’de, aileye, 3 ablanın ardından 2 erkek kardeş daha katıldı. tahmin edeceğiniz gibi o kardeşler hamit ve halil’di.

    baba, çocuklarının geleceğini kazanmıştı belki ama o bunu göremedi ne yazık ki. ikizler henüz 2 yaşındayken hayatını kaybetti.

    hamit, yıllar sonra bir röportajında “babanı özlüyor musun” sorusuna şu hazin cevabı verecekti: “hayatımda hep bir eksiklik hissettim ama insan hiç tanımadığı birini nasıl özleyebilir ki…”

    o noktada cefakâr bir anadolu kadını olan anne devreye girdi. bir metal fabrikasında tüm gün işe girdiğinde almancayı anlasa da neredeyse hiç konuşamıyordu. hayatı hiç kolay değildi ama bakması gereken 5 evladı vardı.

    haylazlara sahip çıkan baba yarısı amcaları oldu… sokak arasında top peşinde koşan ikizleri elinden tutarak djk gelsenkirchen-süd takımında futbola başlatan da oydu…

    temel kriter: karakter

    2003 yılında şans kapıyı çaldı; schalke 04 ikizleri takip ediyordu.

    ancak ikizlerin yolları ilk kez ayrıldı o yıl…

    hamit schalke’ye, halil ise kaiserslautern’e transfer oldu.

    schalke, 21 yaşındaki hamit için 1,8 milyon euro ödemişti… bu paranın ödenmesinde, teknik direktör jupp heynckes’in “karakteri kusursuz ve lothar matthäus’un gençliğine benzetiyorum” cümlesi etkili olacaktı.

    o genç daha sonra uzun yıllar bayern münih forması giydi. ardından real madrid’e gitti. sonrasında da galatasaray’a geldi.

    ve biz şu anda hamit’i beğenmiyoruz. çünkü biz, bayern münih’teki hamit’i arıyoruz.

    zaten halil’i de beğenmeyip yollamıştı trabzon; ki o halil hâlâ türkiye süper ligi’ne göre çok daha iyi bir lig olan bundesliga’da başarıyla top koşturuyor.

    gelin filmi başa saralım…

    altıntop ailesi, malatya’da kalsa hamit yine dünyaya gelecekti…

    yine aynı saç rengine, aynı göz rengine, aynı buruna, aynı boya posa sahip olacaktı.

    muhtemelen yine futbola sevdalı olacaktı…

    muhtemelen bir yerel takımın altyapısına girecekti…

    ama bırakın bayern münih, real madrid gibi dünyanın en büyük 3 takımından 2’sinde oynamak, çok şanslı değilse muhtemelen 3 büyüklerin formasını bile göremeyecekti.

    aksini söyleyen biri varsa, bana bayern münih ya da real madrid’de oynayan, bu topraklarda yetişmiş bir futbolcu göstersin lütfen.

    bu arada hatırlatmakta fayda var; 2008 avrupa şampiyonası’nda yarı final oynayan türkiye adına turnuva sonunda altın 11’de yer alan tek isim hamit altıntop’tu…

    ayrıca, uefa tarafından mevkiinin en iyi 3 oyuncusundan biri seçildi.

    2010 yılında puskas ödülü’ne layık görüldü.

    evet; önce sistem…

    o hamit, bu ay galatasaray dergisi’ne verdiği röportajda aynen şunları söylüyordu:

    “dördüncü yıldızı çok mu istiyorum? evet, tarihte bunu kazanan sporcular arasında yer almayı, galatasaray tarihine bunu armağan etmeyi çok istiyorum. ancak bana, ‘dördüncü yıldız mı yoksa uzun yıllar işleyecek bir sistem mi?’ diye sorarsanız, ben başarı getirecek sistemi tercih ederim. o zaman dördüncü yıldızı belki geç takabilirsiniz ama beşinci yıldızı, hatta altıncı yıldızı herkesten önce kazanırsınız…”

    genleri malatya’ya eğitimi gelsenkirchen’e ait hamit haklı…

    hamit’i hamit yapan schalke 04’ün, bayern münih’in sistemiydi…

    hamit’i ve daha pek çok futbolcuyu tüketen de türkiye’nin düzeni…

    “parasını almıyor mu kardeşim çıkıp oynayacak” diyenleri duyar gibiyim.

    sadece şunu söyleyebilirim onlara, dortmund’un bayıldığımız yıldızı marco reus’u getirin memlekete 3 maç sonra yuhalanmazsa ben hiçbir şey bilmiyorum.

    --- alıntı ---

    çok doğru bir yazı.
  • 94
    volkan demirel'in milli maçı terk etmesi'yle ilgili çok güzel bir yazı kaleme almış.

    --- alıntı ---

    faili malum

    hafızaları tazelemek adına hatırlatmakta fayda var… bundan yaklaşık 2 yıl önce… yer yine milli takım… olayın kahramanı yine volkan demirel…

    idman iptal olunca oyuncular bulundukları kenti gezmeye çıkıyorlar…

    keyifli bir gün… bir eğlence parkının yolunu tutuyor futbolcular…

    gazeteciler de fotoğraf çekiyorlar doğal olarak.

    ortada gerginlik yok, özel hayata müdahale durumu yok… ama çok geçneden çıkıyor…

    olayın bu kısmını, o tarihte bir gazetede yer alan cümlelerle aktarıyorum:

    “volkan demirel, habertürk muhabiri vedat danacı’ya, ‘ne ters ters bakıyorsun’ dedi… ‘niye sana ters bakayım’ yanıtını alınca da danacı’nın üzerine yürüyüp ‘insanlığı bilmiyorsunuz, hayvanlığı da bilmiyorsunuz. seni yazdım lan bir kenara. seni evinden aldıracağım lan g…’ diye devam etti. araya milli takım yardımcı antrenörü tayfun korkut girdi…”

    evet; olay özetle böyle…

    “ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim” diyen gazi mustafa kemal atatürk’ün devrimlerinin takipçisi olmayı başarabilsek, o gün volkan’ın milli takım’daki son günü olurdu.

    olmadı.

    tıpkı ırkçılıktan ceza alan emre’nin halen milli takım kadrosunda yer alıp zaman zaman kaptanlık pazubandını takması gibi bir aymazlık olarak spor tarihimizdeki yerini aldı.

    ya da takım arkadaşlarına silah çeken gökhan töre’nin durumu gibi…

    sorun da burada zaten.

    suç cezasız kalınca suçu işleyenler daha da pervasızlaşıyor; “nasıl olsa bana bir şey olmaz” diyerek bir adım ileri geçebiliyor.

    ve olaylar her geçen gün içinden çıkılmaz bir hâl alıyor.

    gelelim maç gecesine, volkan’ın sahayı terk etmesine ve sonrasında yaşananlara…

    görüntüleri defalarca izledim… amasyaspor formalı olan ve daha sonradan aslında fenerbahçeli olduğunu söyleyen şahıs, her ne kadar inkâr etse de, pek hoş olmayan şeyler söylüyor.

    bu arada küçük bir çocuk galatasaray armasını gösteriyor.

    volkan’ı alkışlayanlar da var, tepki gösterenler de…

    bugüne kadar çok daha vahim olaylar karşısında soğukkanlılığını koruyan, hatta taraftarı çileden çıkartmayı başaran volkan, bu kez çabuk teslim oluyor ve eldivenlerini çıkartıp sahayı terk ediyor.

    küfür edenleri destekleyecek değilim.

    volkan’ın sabrı taşmış, bir insan olarak sinir sistemi iflas etmiş olabilir.

    hocası da izin verdiğine göre sahadan da çıkabilir ama stattan çıkamaz.

    ama çıkıyor…

    sonrası tam rezalet.

    evinden alınıp yeniden stada döndürülmesi, emre’nin ve fenerbahçe futbol takımı idari menajeri hasan çetinkaya’nın da işin içine girmesi, federasyon’un güvenlik görevlileri ve spor büro oradayken aziz yıldırım’ın kulüp güvenlikçilerini olay yerine göndermesi, o stadı en iyi bilen isimlerden hande sümertaş’ın ikazına rağmen basın mensuplarının beklediği kapıdan çıkmakta ısrar edilmesi, futbolcular araçlarına bindikten sonra ve ortada hiçbir neden yokken güvenlikçilerin gazetecilere saldırması adeta planlı bir eylemin parçası gibi…

    hele bir de bu olayın federasyon ile aziz yıldırım arasındaki iplerin gerildiği, yıldırım’ın “sen önce milli takım’ın şerefini kurtar” diyerek federasyon başkanı demirören’e meydan okumasının ardından gelmesi de kelimenin tam manasıyla mide bulandırıcı.

    sadece olaya adı karışan taraflar adına da değil üstelik bu mide bulantısı.

    naklen adam dövenlerin serbest bırakılması, yerde yatan muhabirin kafasına tekme atarak cana kast eden birinin sadece 1 yıl hak mahrumiyeti ile kurtulması, dayak yiyenlerin adı sanı bilinirken, dövenlerinin isimlerinin adeta devlet sırrı gibi saklanması da cabası…

    buradan sormak istiyorum: görev yaptıkları yer, isimleri, cisimleri bilinenler ve suçu kameraların önünde işleyenler cezasız kalırken, tribünde küfür edenleri nasıl cezalandıracak federasyon?

    üstelik sporda şiddetin panzehiri gibi sunulan passolig, milli maçlarda devre dışıyken…

    daha da vahimi, satılan 17 bin küsur biletin yanı sıra 10 bin bilet de kontrolsüzce sağa sola dağıtılmışken…

    her olayda olduğu gibi balık baştan kokuyor aslında.

    tepeden başlayan sorumsuzluklar silsilesi kademe kademe alta intikal ederek kapı önünde güvenlikçi terörüyle son buluyor.

    “tepedeki suçludur, sorun oradan başlamaktadır” denilemediği için de el birliğiyle her olayın üstü örtülüyor.

    futbol dünyasının içindeki yöneticisinden sporcusuna, gazetecisinden yazarına kadar hemen hemen herkes bu zincirin bir parçası.

    ama bilerek ve isteyerek; ama görüp söylemeyerek.

    bir güne gelmedik bu noktaya… hemen altta yer alan skandal karelerdeki gibi pek çok olayı unutarak rezaleti biriktirdik hep birlikte…

    http://www.iskenderbaydar.com/faili-malum/

    --- alıntı ---
  • 95
    --- alıntı ---

    maç gibi maç

    öyle maçlar vardır ki 90 dakika izlersin, sıkıntıdan patlarsın, bitsin diye dua edersin, maçı kazansan bile tribünden ya da ekran karşısında gömüldüğün koltuğundan mutsuz ayrılırsın…

    galatasaray-bursaspor maçı için her şeyi söyleyebiliriz ama sıkıcı bir maç olduğunu asla söyleyemeyiz. sahadaki oyuncular formalarını, taraftarlar oturdukları koltukları terden sırılsıklam yaptılar, orası kesin…

    iki takım adına neredeyse 40 şut vardı kaleyi yoklayan… sanırım uzun zamandır böylesi bir skora erişilememişti ligde…

    ama bu tablo çok iyi bir futboldan ziyade, çok hatadan kaynaklandı. özellikle de galatasaray adına…

    maça tek forvetle başlayan galatasaray pozisyon bulamazken, bol bol tehlike yaşadı kalesinde…

    ilk dakikalar adeta fernandao ile fernando muslera arasında geçti…

    buna rağmen wesley sneijder’ın mükemmel tek topu, olcan adın’ın maçtaki tek olumlu hareketi olan adrese teslim ortası, umut bulut’un adeta havada zamanı durdurarak asılı kaldığı kafa vuruşuyla 1-0 öne geçti…

    galatasaray’ın pozisyon bulamaması tek forvetle oynamasından kaynaklanmıyordu. orta sahanın oyunun hem hücum hem savunma tarafında aksamasıydı asıl sorun… sabri sarıoğlu sakatlanınca, hamza hamzaoğlu yanlış bir hamle daha yaptı. orta sahayı güçlendirmek yerine, galatasaray taraftarının izlemek için sabırsızlandığı sinan gümüş’ü alarak hücumu destekledi. ve zaten bursaspor hâkimiyetinde olan oyun, tamamen yeşil beyazlıların kontrolüne terk edildi.

    buna rağmen soyunma odasına önde gidebilirdi galatasaray…

    onu da stoperlerin uyumsuzluğu önledi.

    o dakikaya kadar muslera ile pek çok kez karşı karşıya kalıp değerlendirmeyen bursaspor, volkan şen ile affetmedi ve beraberliği yakaladı.

    ikinci yarıda da genel manzara değişmedi… bursaspor, verimli forveti fernandao ile 2-1 öne geçti. galatasaray’a beraberliği getiren ise, yeteneği değil ama oyun zekâsı tartışmalı, ruhsal yapısı dalgalı volkan şen’in frikiğe kolunu sokması oldu.

    herkesin “aman emre mi atıyor” dediği penaltıyla galatasaray, çok da hak etmediği 1 puana, emre çolak da a takım formasıyla çıktığı 100’üncü maçında 8’inci golüne ulaştı.

    gelelim maçın bize anlattıklarına…

    hamza hamzaoğlu iyi başladı, son maçlarda tökezliyor… iyi niyetine inanıyor taraftar ama büyük takım hocalığı hatayı affetmiyor.

    gerçi galatasaray başkanı’nın yaptığı hataların yanında hamza hoca’nın hataları devede kulak kalır ya, neyse!!

    galatasaray taraftarı, en çok yuhaladığı isimlerden burak yılmaz’ın sakatlığıyla golcüsünün değerini, selçuk inan’ın sarı kart cezalısı olması sonrasında da kaptanının orta sahada üstlendiği rolü fark etti.

    felipe melo’nun hırsını seviyor sarı kırmızılılar… gel gelelim bursaspor karşısında 90 dakika sahada kalması resmen mucizeydi. brezilyalı yıldız en az 3 sarı kartlık maç oynadı, 1 sarıyla tamamladı. melo’nun sinirlerine hâkim olamamasında orta sahada yalnız kalmasının da önemli rolü vardı.

    ligin ikinci yarısı gelmesine rağmen, maç öncesinde passolig’le ilgili yaşanan sıkıntılar taraftarı canından bezdirdi.

    her şeye rağmen, galatasaray adına kaybedilen 2 puan değil kazanılan 1 puan söz konusu…

    ve lig daha yeni başlıyor.

    taraftarın tutkusu, futbolcuların arzusu güzel…

    son bir not da şenol güneş için…

    tartışmasız türk futbolunun en önemli ismi…

    gittiği her takımdan takas malzemesi olarak gönderilen burak yılmaz’dan trabzonspor’da bir kral yarattı. yine trabzon’da selçuk inan’a ruh kattı.

    bitmiş volkan şen’i ayağa kaldırdı. ve izlemekten keyif alınan bir bursaspor yarattı.

    türk futbolunun, hatta daha da ötesinde türkiye’nin temel sorunu olarak, ukalalar tarafından imajı beğenilmediği için milli takım’dan uzaklaştı.

    doğruları söylediği için dokuz köyün yolunu unuttu.

    ama o doğru bildiği yolda yürümeye devam ediyor.

    türk futbolu ve türkiye’nin ihtiyacı şenol güneş gibi isimler…

    düzene dönmeyenler, güce boyun eğmeyenler, dimdik yürümeye devam edenler.

    tıpkı tevfik fikret’in şiirinden yola çıkarak galatasaray taraftarının pankartlaştırdığı ve bugünlerde en çok galatasaray yönetiminin okuması gereken o dörtlük gibi:

    kimseden bir fayda ummam ben, dilenmem kol kanat…

    kendi boşluk, kendi gök kubbemde kendim gezginim…

    bir eğik baş bir boyunduruktan ağırdır boynuma;

    fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir galatasaraylıyım.

    --- alıntı ---
  • 97
    --- alıntı ---

    çaresi var

    en son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim:

    galatasaray aralık 1999’dan beri, yani 15 yılı aşkın bir zamandır kadıköy’de kazanamıyordu bu maç öncesinde… geride kalan zamanda kazanmayı hak ettiği maçlar olmuştu; yenilmemesi gereken, sahadan en az bir beraberlikle ayrılması gereken maçlar olmuştu ama yenilmeyi bu kadar hak ettiği maç çok olmamıştı.

    lider galatasaray’ın 4 puan gerisinde haftaya giren fenerbahçe’nin saldırarak başlayacağı bekleniyordu; maç sonlarında kondisyonu düştüğü için ilk dakikalarda oyunu koparmak isteyeceği de biliniyordu.

    maça da o telaşla başladı sarı lacivertliler…

    saldırmak isteyen onlar, pozisyonları bulan sarı kırmızılı aslanlar’dı…

    önce selçuk inan’ın güzel vuruşunu volkan demirel çıkardı…

    hemen ardından burak yılmaz’ın çok net pozisyonda yaptığı aşırtma vuruş autla sonuçlandı.

    20’li dakikalardan sonra sahada galatasaray yoktu maalesef…

    umut bulut ile burak yılmaz çift forvet değil, hiç forvetti yeşil çimde.

    umut’un ilerideki varlığı orta sahada eksikliğiydi galatasaray’ın…

    alex telles iç saha maçlarında, sonradan oyuna girmek dışında tercih olmamalı şu anda.

    son maçın en iyisi blerim dzemaili’nin olmaması ise anlaşılır gibi değildi.

    yasin öztekinsiz wesley sneijder kayıp, brumasız sağ kanat ise yok hükmündeydi.

    galatasaray, yanlış dizilerek, kenardan yanlış yönetilerek, sayısız hakem hatası ile bugüne kadar lige tutunabilen fenerbahçe’ye can suyu verdi resmen.

    maçta olcan adın’ın atılmaması galatasaray lehine bir hakem hatası gibi görünse de, aslında cüneyt çakır’ın iyi bir hakem olmadığının göstergesiydi.

    çünkü galatasaray lehine ya da aleyhine; fenerbahçe lehine ya da aleyhine hiç fark etmiyor, çakır hep kritik hatalar yapıyor yönettiği maçlarda.

    diğer notlara gelecek olursak:

    sabri sarıoğlu her maçta oynasın, mümkünse derbilerde oynamasın.

    şurası kesin ki volkan demirel’in kariyerinin en parlak maçları, galatasaray karşılaşmaları…

    35 yaşındaki dirk kuyt, profesyonellik anlamında ders veriyor türkiye’ye…

    aurelien chedjou her maçta biraz daha büyüyor ve liderliğe soyunuyor galatasaray’da…

    kim ne derse desin hamit altıntop ve selçuk inan, sırtlarına binen aşırı yükü ellerinden geldiğince taşımaya çalıştı.

    maçın utancı her zamanki gibi emre belözoğlu’ydu…

    kameralar her yakın çekime girdiğinde küfrediyordu.

    maçın sonunda sadece kendisi küfretmiyor, maç boyunca derbi tansiyonu dışında bir sükûnet sergileyen fenerbahçe tribünlerine koro halinde küfrettiriyordu.

    galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş ayrımı yapmaksızın muktedire karşı en ufak bir tribün protestosunda sesi kısan lig tv, hiç utanmadan, yüzü bile kızarmadan bunu yayınlıyordu.

    son olarak yine cüneyt çakır…

    ilk yarıda, arena’da oynanan maçın son dakikalarında, yarım metre taçtan verdiği gol fenerbahçe’yi öne geçirdi ikili averajda…

    puan cetveli açısından avantaj ise galatasaray’da…

    hamza hamzaoğlu’nun bu yenilgiden ders çıkarması, takımın inancını kaybetmemesi ve taraftarın inanması mutlu sonu getirir galatasaray’a…

    dördüncü yıldız yolunda dünü unutmak lazım…

    bugüne kadar pek çok defa başardı bunu galatasaray…

    rakipleri bir maçın skoruyla övünürken kupaları aldığı çok oldu.

    yine öyle olabilir.

    ve olmalı da…

    çünkü bunu daha fazla hak eden bir başka camia, bir başka taraftar yok bu ülkede…

    --- alıntı ---
  • 98
    --- alıntı ---

    kafamda deli sorular

    o kadar çok şey var ki maça dair yazacak, bakalım nasıl bitecek bu yazı…

    maç öncesiyle başlayalım…

    insan olarak çok sevdiğim bir fenerbahçeli gazeteci dostumun, “iddaa galatasaray’ın galibiyetine 2.20 veriyormuş; evi satıp oynayın” diyecek kadar gözünün körleşebildiği bir hava yaratılmıştı her zamanki gibi…

    oysa dünkü maça kadar trabzon’da oynanan lig maçlarında, karadeniz takımının 16, galatasaray’ın 15 galibiyeti vardı. ama onlara sorsan hep galatasaray kazanıyordu.

    yıllardır algı operasyonlarının göbeğinde yaşadıklarından, gerçeklerle kendilerine sunulan yalanlar arasında farklı bir boyuta konumlanmış durumdalar ne de olsa…

    gelelim maça…

    ilk yarının son dakikasında emre çolak ve burak yılmaz’ın art arda direklere takılan vuruşlarını saymazsak galatasaray diye bir takım yoktu sahada.

    maçın hemen başlarında, 7-8 metre arkasından depara kalkan erkan zengin’le girdiği mücadeleyi kaybeden sabri sarıoğlu, galatasaray taraftarına 90 dakikada yaşatacağı çilenin sinyalini veriyordu adeta. kıdemli sağ bek, ileri gittiği hiçbir pozisyonda geri dönemedi. adeta ciğerleri koşmasına müsaade etmedi. hamza hamzaoğlu oynamasına neden müsaade etti, o da ayrı bir konu!

    ilk yarıdaki trabzon öne geçmeyi, hatta farkı arttırmayı hak eden taraftı.

    sabri’nin geri dönmekte geç kaldığı bir pozisyonda, ofsayt diye el kaldırıp adamını takip etmeyi bırakan hakan balta’nın katkısı ve fernando muslera’nın savrukluğu sayesinde, özer hurmacı ile 1-0’ı yakaladı trabzon…

    gelelim hakan balta meselesine…

    koray günter, forma şansı bulduğu maçlarda gayet iyi bir performans çizmişti… buna rağmen trabzon’a giden kafilede kendine yer bulamadı.

    “sakat mı” diye sordum soruşturdum; herhangi bir sakatlığı yokmuş…

    hamza hoca’nın, defansın göbeğinde sürekli aksayan hakan’ı tercih etmesinin ardında, fatih terim’in de milli takım’da hakan’la oynamasının rolü olabilir mi merak ediyorum doğrusu…

    trabzonspor’un tam 5 futbolcusu, galatasaray’ın en çok koşan ismi selçuk inan’dan fazla mesafe kat etti maçın ilk yarısında…

    bu bile 1-0’ın galatasaray adına iyi bir sonuç olduğunun kanıtı aslında…

    penaltı tartışmalarına da değinmeden geçmeyelim… alex telles defansta durmayı, pozisyon almayı bile bilmiyor. hakem çalsa kimse sesini çıkartamazdı… ama hakem, trabzon’un golü öncesi selçuk inan’a yapılan harekete faul çalsa, ona da kimse bir şey diyemezdi.

    son bir not da emre çolak’a dair… hamit altıntop sakatlanmasa belki oynayamayacaktı maçta… galatasaray’ı hücumda hareketlendiren isim oldu. bir topu direkten döndü, biri gol oldu, onun dışında da sürekli kaleyi yokladı. eğer hamza hoca, emre’nin bu performansına idmanlarda göremediyse bu da önemli bir sorun.

    ikinci yarıda emre ile dirilen galatasaray, savunmaya çözüm üretemeyince, 29 yaşındaki carl medjani futbol kariyerindeki 13’üncü, galatasaray karşısındaki 3’üncü golüyle takımına 3 puanı getirdi.

    galatasaray, umut bulut’un tel tel döküldüğü, selçuk inan’ın eskiye döndüğü, olcan adın’ın hayal kırıklığı olmayı sürdürdüğü, burak yılmaz’ın etkili olamadığı, wesley sneijder’ın bile gol pası dışında pek varlık gösteremediği maçı ve liderliği kaybetti trabzon karşısında…

    maçlar gelir geçer ama yaşananlar kolay kolay unutulmaz…

    ilk yarıda arena’da oynanan maçta, “2010-2011 şampiyonu trabzonspor” pankartı ile karşılanan, maç öncesi ve sonrasında tribünlere çağırılıp alkışlanan trabzonsporlu futbolcular ve taraftarların sergiledikleri agresif tavırlar, ettikleri küfürler en hafif tabirle terbiyesizlikti.

    neden bu kadar gerginlerdi bilemiyorum… kulüp olarak yıllardır şikeye karşı mücadele ettiklerini söyleyip geçmişinde teşvik gölgesi olan bir ismi takımın başına getirdikleri için olabilir belki sinirleri…

    sadede gelelim…

    galatasaray’ın önünde gaziantep, akhisar (d), konyaspor, mersin (d), gençlerbirliği, beşiktaş ve rize (d) ile oynayacağı 7 maç var…

    federasyon’un fikstür oyunlarına, maç anlatırken rengini saklayamayan spikerlere, daha sayamadığım birçok iç ve dış etkene rağmen şampiyon olmak istiyorsa hamza hoca ve öğrencileri, bir daha puan kaybetmemeleri lazım…

    bunu başarmak için de sahada herkesin terinin son damlasına kadar mücadele etmesi lazım…

    ***

    maçın en keyifli anına gelince…

    maça değil öncesine ait açıkçası…

    “fatih’in fethettiği, yavuz’un yönettiği, kanuni’nin doğduğu efsane şehir trabzon” dev boyutlu koreografide, kanuni yerine ii. selim’in resminin kullanılması, kolay kolay efsane olunmadığının kanıtıydı.

    --- alıntı ---

    çok ince detaylı bir maç yazısı daha özelikle savunmadaki adamlara yorum çok doğru.
  • 100
    --- alıntı ---
    galatasaray spor kulübü medya ve iletişim direktörlüğü görevine, deneyimli gazeteci ve iletişimci iskender baydar getirildi.

    gazeteciliğe 1990 yılında sabah gazetesi dış haberler servisi'nde başlayan iskender baydar, 8 yıl grubun farklı yayınlarında haber müdürü, yazı işleri müdürü gibi görevler üstlendikten sonra, 1998 yılında star gazetesi'nin kurucu kadrosunda yazı işleri müdürü olarak yer aldı.

    2004'de geri döndüğü sabah grubu'nda ise fotomaç genel yayın müdürlüğü, sabah gazetesi spor müdürlüğü, sabah gazetesi genel yayın yönetmen yardımcılığı, atv genel müdür yardımcılığı ve takvim gazetesi genel yayın yönetmenliği görevlerinde bulundu.

    baydar, üç yıl süren hürriyet gazetesi yan yayınlar yönetmenliği’nin ve sektördeki 22 yılın ardından 2012 yılında elite basın danışmanlık şirketi’ne ortak olarak katıldı. baydar buradaki görevinde bir çok tanınmış kurum ve kuruluşun iletişim danışmanlığını üstlendi.

    galatasaray lisesi mezunu olan iskender baydar, evli ve üç çocuk babasıdır.

    --- alıntı ---

    http://www.galatasaray.org/.../bilgilendirme/27510
App Store'dan indirin Google Play'den alın