bir yeniden doğuştur
harry kewell. olması gereken galatasaraylı duruşunu gösteren adamdır. benim için bir semboldür.
nickimin isim babası bu adam olsa bile hiçbir şey karalamamıştım bugüne kadar onun hakkında. çünkü benim onu ne kadar sevdiğimi herhangi bir entry'de anlatmayı başaramam, onu benim ağzımdan dökülecek basit kelimelerle tarif edemem diyordum. hala aynı şekilde düşünüyorum ama sözleşmesi 17 gün sonra bitecekken, muhtemen türkiye'den gidecekken bir şeyler yazmazsam ayıp olur diye düşündüm.
kewell bir yeniden doğuştur demiştim. leeds united'dan sonra liverpool'da bir türlü geçmeyen sakatlıkları, sağlam olsa dünyanın en iyi
left winger'ı olacakken yolunun galatasaray'a düşmesine neden olmuştu. hayırlısı olmuştu belki de. bedavaya gelmişti hem de, türkiye'ye orta açmayı bilen biri gelmiş haberimiz yok demiştim ilk öğrendiğimde. her kafadan ayrı bir ses çıkmıştı. kimi "kronik sakat bu, oynayamaz." demiş, kimi de benim ki havaalanındaki röportajını izlediği anda hayran olmuştu. daha o röportajdaki karizmasıyla bu kulüpte kaldığı sürece taraftarın çok sevdiği bir adam olacağını belli etmişti kewell.
ilk maçıydı sezonun. süper kupa finalinde ilk yarı golsüz tamamlanmıştı ve ikinci yarının ortalarında kewell girdi oyuna. daha sonraları çokça yapacağı gibi sağ kanattan gelen ortaya kendini unutturarak arka direkte kafayı vurmuş ve galatasaray'da topa ilk dokunuşunda golü atmıştı. daha o zamandan belli olmuştu taraftarın gözünde efsaneler arasına gireceği. yüzümü bir tebessüm kaplamıştı, bu adam bizim için çok şey ifade edecek demiştim kontrol edemediğim gülümsememle birlikte. o maçı bir de asistle tamamladı ve inanılmaz bir başlangıç yaptı.
çok sevdirdi kendini
the wizard of oz. körolası çöpçüler tezahüratıyla karşıladık onu, daddy cool'la devam ettik. hele ali sami yen'de bir başka oynuyordu be... şu ülkenin futbolunda belki de en çok nefret ettiğim şeylerden biri olan kahvehane köşelerindeki kokuşmuş adamlar bile top kaptırdığında bütün oyunculara küfür ederken bu adam küfür edemedi. o kadar da çok sevilmişti işte kewell. "o" gittikten sonra "o"na en çok yaklaşan adam oldu belki de taraftarın gözünde. duruşu, karakteri, her şeyiyle bir efsane oldu iki senede.
ülkesinden geç döndüğü falan hiç olmadı. sakatım diyip deplasmana gitmemezlik yapmadı. bir hakaret gibi 90. dakikada oyuna girerken bile sesini çıkarmadı ve görevini yaptı. hamburg maçında herkes ne yapılacağını kara kara düşünürken takımına sahip çıktı. hiçbir zaman medyada ismi hastalık dışında kötü bir şekilde duyulmadı. sorumluluk budur, galatasaraylı duruşu budur. armasına sahip çıkmak budur.
"galatasaray'dan ayrılmak istemiyorum. taraftarı çok seviyorum ve burada mutluyum." dedi. çok mu geldi size istediği para? biz değil miydik linderoth'a 2.5 sene boyunca parasını tıkır tıkır ödeyen. oynadığı her maçta takımın saha içi lideri olan, takımın
aklı olan bu adama istediği para çok mu görüldü? yönetimin bugüne kadarki en büyük hatası olacaktır benim gözümde. rijkaard bütün sezon baros-kewell dedi, o da istememiştir kewell'ın gitmesini. taraftar olarak devre arasında kewell gitmesin çocuğumuzu keseriz dedik. yine öyle mi yapmamız gerekir? kewell bu takımın
ruhudur. çoğu yerli futbolcudan daha galatasaraylıdır.
bize öğreteceği daha çok şey var. hem kendisinin tebessüm edeceği hem de bize tebessüm ettireceği daha çok an var.
sokaktaki çocuklar ronaldo, messi diye değil kewell diye bağırdı top ayağında koşarken. var mı ötesi?