bilmiyorum ne kadar sayılır ama bende de var bunlardan. 2000'li yılların ikinci yarısı, orta son ve liseli dönemlerim, lisanslı olarak yüzme sporuyla ciddi bir şekilde uğraşıyorum o zamanlar. babam da emekli olmuş ve sıkıntıdan sürekli benim idmanlara sarmış durumda. sabah akşam demeden gelip hepsini izliyor, takip ediyor ve yer yer tatlı sert eleştirilerini de ihmal etmiyor. biz de ufak bir ilçenin mütevazi ama fiyat performans olarak aşırı başarılı bir yüzme kulübüyüz. aramızdan nadir de olsa rekortmenler ve hâliyle türkiye şampiyonları çıkıyor, türkiye geneli ilk 3, ilk 5, ilk 10 yapan yüzücülerimiz var, milli takıma yolladığımız isimler çıkıyor dönem dönem falan fişman. ben de kendi yaş kategorilerimde 2 defa türkiye 3.lüğü görüp bronz madalya almışım. öyle ki hocamız yetiştirdiği sporcular sayesinde yüzme milli takımı'nda görev falan almış düşünün. bizim takımda başarılı olan ve üniversite çağına gelen çoğu sporcu rahatlıkla istanbul'un büyük takımlarına burslu kapak atabiliyor. yani 18 yaşına kadar emanet edilebileceğiz oldukça sağlam bir altyapı işlevi görüyordu bizim takım. öyle bir ortam. şimdi babamın futbolla arası çok iyidir. kendisi amatör küme düzeyinde takımlarda oynamış, dedemin memur olmasından kaynaklı sürekli tayinle gezdikleri için amatör kümeden yükselebilme şansını hiç elde edememiş ama ilerleyen yıllarda hakemliğe soyunmuş ve günümüzde ptt 1. lig dediğimiz seviyelerde uzun süre düdük çalmış, az da olsa günümüzün süper lig'inde bayrak kaldırmış bir tip. hakemlikten sonra gözlemciliğe de devam etti hatta uzun yıllar. ben ailenin tekne kazıntısı olduğum için onun hakemlik dönemine hiç şahit olmadım. çünkü amatör küme topçuluğu 60'ların sonu 70'lerin başına, hekemliği ise 70'li ve 80'li yıllara tekabül ediyor. ben 90'lar çocuğu olarak gözlemciliğine yetişebildim sadece. ki günümüzde yorumcu olan hakem eskileri olsun süper lig'de düdük çalan aktif hakemler olsun çoğunu da tanır, kim eyyamcıdır kim değildir ciğerlerini de bilir. (bkz:
ali palabıyık) tabii bu spor yönünün tamamı bitip kendi asıl mesleği olan mali müşavirlikten de emekli olduktan sonra bir spor projesi olarak bana feci hâlde sarmış durumdaydı o yıllarda. her idmanda tribündeydi adam. gel zaman git zaman kendi gibi diğer velileri de buna alıştırdı ve bizim idmanda canımız çıkarken bunlar yukarda geyiğin dibine vuruyordu. özellikle hafta sonları, hâlihazırda çalışan velilerin de katılımıyla, tribün iyice ana baba günü. bizim üzerimizden aralarında tatlı bir rekabet de var tabii. çocuklarının rekabeti yetmiyor, kulüpte kimsenin yüzüne bakmadığı masa tenisi köşesinde kişisel rekabetlerine başlıyorlar önce. sonra babamın önderliğinde halı saha takımı kuralım deniyor. aralarına bizim hocayı da dahil ettikleri ve sporcu velilerinden oluşmuş bir kadro kuruluyor. bizim hoca dahil herkesin yaşı 40 üstü, babamla birlikte 50 yaş üstü oyuncuları da var. bunlar kendilerine rakip arayışına başlamışken dediler ki, e bizim çocuklar ne güne duruyor, hepsi çakı gibi sporcu, hasbelkader oynarlar. sonuç olarak bizden de yaşları 14 ila 18 arasında değişen bir takım oluşturuluyor ve sahaya çıkıyoruz. şimdi anlatmaya nasıl başlasam bilmiyorum ama, bir insan evladına bunu yapar mı diye sorduğumuz ve gerçekten de yaptığına şahit olduğumuz onlarca sekans yaşatıyorlar bize. kelli felli 40-50 yaş grubundan bir grup insan, gayet başarılı bir spor hayatına sahip dipdiri gençleri madara etmekle meşguller. ama bunu yaparken nasıl bir keyif almak nasıl bir kendinden geçmek. kornerler direkt kaleye şut olarak kullanılıyor ve yiyoruz. birinin canı sıkılınca içindeki messi'yi ortaya çıkarıyor ve tüm defansı ipe dizip köşeye tertemiz bırakıyor. ben babamdan aynı pozisyonun içinde 2 kez bacak arası yedim mesela. her apış attığında da oley çekiyor insafsız. gavura vurur gibi vuruyorlar kısacası. yav biz de öyle veya böyle fizikli, dayanıklı gençleriz, fiziğimizi koyalım bari ortaya diyoruz, daha yaklaşmamıza izin vermeden bir pasla 3 kişi ekarte ediliyor. yorulduklarında aralarında top çevirip bizimle dalga geçiyorlar. ileri üçlünün kondisyon bitti mi hemen defans üçlüsüyle pozisyon değiştiriyorlar vs vs. bir keresinde ben çok şık bir gol atmıştım da tüm veliler beni alkışlamıştı, hatta bunu 3'lük sayalım falan deyip öyle saydıkları hâlde gene yenmişlerdi bizi. biz de mal gibi izliyoruz olan bitenleri. çünkü bilenler bilir, yüzme ile futbol doğası gereği aşırı ters sporlar. hem fiziksel hem mental olarak birbirleriyle neredeyse hiç alaka yok. gel zaman git zaman bizimkiler yerel turnuvalara katılıyorlar ve yaşlarına göre fena performans da çıkarmıyorlar. biz ise a takımın paf takımla yaptığı idman maçı gibi haftada 1 günlük antrenman işlevi görüyoruz ve asla yenemiyoruz tabii ki. tek yapabildiğimiz yine denemek yine yenilmek ama daha iyi yenilmek. tek farklı falan yenildik mi kazanmış kadar oluyoruz. her şey aşırı sinir bozucu ama keyifli de. bizim ihtiyar delikanlılar için gençlik yıllarından esintiler, bizim için de kimin babası kaç gol attı yarışı hahaha. bizim jenerasyon üniversite yıllarına geçene kadar irili ufaklı devam etti bu durum ve devamında da son buldu. ben de 2010'da üniversiteyi kazandıktan sonra bir daha hiç top oynamadım. 12 yıl olmuş ayağıma top değmeyeli. bizim peder de 70'ine merdiven dayadı şimdilerde. ama hâlâ futbolla arası çok iyidir, oynamaz ama sıkı takip eder, hasta galatasaraylıdır. 50'li yaşlarındaki o birkaç yıllık düzenli halı saha performansı resmen kariyer jübilesi gibi oldu hahah. hem iyi top oynadığı hem de hakemlik geçmişinden dolayı maçlarımız içindeki pozisyonlarda bilirkişi olduğu için aşırı saygı da görürdü. hâlâ anlatır zaten eşe dosta, yüzmedeki velileri şöyle organize ettim, böyle güzel maçlar yaptık, gençleri cebimizden çıkardık falan fişman. sağ olsun bana da bir spor geçmişi ve birçok anı hediye etti. eskinin sıkı bir ecevit'cisi olarak kendini yetiştirdiği sosyaldemokrat kültürüyle de nevi şahsına münhasır evlatlar yetiştirdi. bu da böyle bir anımızdır işte.