• 47
    bir tanesi bugün, 2 saat kadar önce yaşanmıştır.

    yaklaşık 7 yıldır amerika'nın virginia eyaletinde yaşıyor ve burada 3 takımda, 3 ayrı lig/turnuvada oynuyorum. bunu söyleme sebebim şu, burada futbol oynayan bir çok türk'ü tanıyorum. tanımak zor olmuyor zaten hepsi bi türk takımı formasıyla oynuyor genelde.

    bugün amerika'lı bir arkadaş "türkçe konuşan bir sürü adam top oynuyor burada bizimle, gel" dedi. kalktım gittim, "kim acaba o kadar insan amk hepi topu 5-6 türk oynuyor buralarda" diyerek.

    sahaya yürürken yüzlere bakıyorum ama hiç biri tanıdık değil. ve ben yaklaştıkça bana bilmediğim bir dilde seslenmeye başladılar.

    adamlar bosnalıymış amk. takım arkadaşıma dönüp "insan hiç bilmediği bir dille, bir diğer hiç bilmediği dili nasıl birbirine karıştırabilir? ve üzerine "siz türk müsünüz?" diye sormaz ve daha da ileri taşıyıp, dil varsayımı yapıp beni ta evden kaldırıp buraya kadar 'nasıl' getirir" diyerek.

    ayıp olmasın diye göbüşlü göbüşlü bosnalı dayılarla top oynamak zorunda kaldım, hayır bi de oyunumu beğenip telefonumu aldı adamlar artık sike sike oynayacağız hehe
  • 50
    üniversitedeyiz. bizim sınıftan bir arkadaş bir kıza yazılıyor. niyeti de ciddi değil biliyoruz. bu geldi "beyler kızla görüştüm, halı saha maçı ayarladım, benim hatırım için oynayacaksınız" dedi. biz kaldık "nasıl yani" diye. bu hıyar, kızla muhabbeti kurmak için kızın arkadaşlarıyla halı saha maçı ayarlamış. kızın erkek arkadaşlarından halı saha takımı çıkıyor düşünün.
    dalgamızı geçtik falan ama "olur" dedik daha da eğleniriz diye. herifler geldi "kazanan para ödemez" dedi; ona da "tamam" dedik. maç başladı; adamlar profesyonel. koşu yoluna toplar, ver kaçlar biz mal gibi izliyoruz. kız da izliyor seyirci olarak. 9-10 tane attılar gittiler. biz tabii acayip bozulduk arkadaşa "senin yapacağın işi..." diye başladık. neyse arkadaş halı saha parasını ödedi. sonra kızla da evlendiler; üç çocukları var.
  • 33
    her hafta düzenli yaptığımız aktivitedir halı saha.
    geçen hafta yaptığımız maçta kalecilikten (kilolu olunca kaleci oluyorum artık başka kaleci yoksa) sıkılıp son 15 dakika oyuna girdim. oyuna girdim mi forvete giderim. (zayıf zamanlarımda fırtına forvettim :) )
    neyse efendim forvete çıkıp 1 2 gol attıktan sonra maçın sonlarına doğru 37 yaşında ve kilolu olduğumu unutup röveşata denedim. röveşata yaptıktan sonra kafamı yere çarpmışım. sonra kalkıp oyuna devam etmişim. maçtan sonra sohbet etmişim. eve gitmişim. duş almışım falan. duştan sonrasını hatırlıyorum ama öncesini hatırlamıyorum :)
    hatırlamadığımı da sonradan farkettim :) doktora da gitmedim tabii.
    kafamın ağrısı da günden güne azalınca doktora da gitmedim. şimdi kafam iyi. yalnız kafayı vurunca zaten az olan beynim iyice azaldı galiba :)
    neyse ez cümle; belli bir yaşın üstünde ve kiloluysanız bunu kabullenin, eskisi gibi olmayacağını anlayın ve fantaziye girmeyin.
    merak edenler için top doksandan dönmüş :( hayır bari gol olaydı :)
  • 52
    lise sondayım. sevgilimin sınıfından çok yakın bir kız arkadaşı vardı. gel zaman git zaman onun okul dışından olan sevgilisiyle de tanıştım. futbol muhabbeti olunca takımlarımızı çıkarıp halı saha maçı yapmaya karar verdik. kız arkadaşlarımız da izleyecek tabi ki. heyecan dorukta, bizim takıma durumu anlattım gurur meselesi haline getirdiler sağ olsunlar.

    maç başladı, adamlar takır takır top oynuyor madara ettiler bizi. işin kötüsü benim çocuk da takımının en iyisi, şov yapıyor. ne zaman karşıma gelse hamle yapsam çalımlıyor şerefsiz. sonunda bundan çalım yemek canıma tak etti. dedim ki hamle yapmayayım, ayakta kalayım en azından çalım yememiş oluruz o da pas mas verir çıkarır ayağından topu.

    kendi kalesinin önünde aldı topu, geçtim karşısına. ayakta kala kala çocuk beni bizim kalenin önüne getirdi, tüm sahayı beraber gezdik amk. çalım yeseydim daha iyiydi yani.

    bir pozisyon daha var aklımda kalan. korner kullanıyoruz arka direkte salağa yatmışım. arkadaş arasında bilinir bu arada kornerlerde arka direkte yapıştırırım voleyi. orta geldi, voleyi vurdum. top havalanıp tavandaki tellere çarpıp geri önüme düştü. o an duyduğum kahkahayı hiç unutmadım.

    kızla da evlenmedik. benden 1 yaş küçüktü, ben üniversiteye geçip ortamı görünce götüm başım ayrı oynadı ayrıldık.
  • 37
    halı saha kapısı neden içe doğru açılmalı ?

    dört veya beş sene önce. arkadaşlarla güzel bir maç yapıyoruz. gattusoya benzetirlerdi beni orta sahada hırslı oyunumdan dolayı. koşuyoluma bir top atıldı yetişmemin imkanı yok. ben ama hırslıyım ya yetişcem sanki anasını satayım bastım deparı korner köşesine doğru giden topa.
    karşının stoper de geldi tabi. gölge markaj yapacak top auta çıksın diye.
    ben deparı basmışım hızımı almışım, savunma aşkıyla yanan bu arkadaş bana omuz attı. ben tabi o hızla yapış tellere. kafanızda canlandı mı ? canlanmasın. çünkü tellere diye düşündüğüm yer kapıymış. dışarı doğru açılandan.

    ben o hızla kapıya vurdum kapı o hızla açıldı kapandı bana vurdu. dudağım patladı dilimi iki üç yerden ısırmıştım. bütün maç kan tüküre tüküre oynadım. gattusoyum ya hııaummına...
  • 59
    bilmiyorum ne kadar sayılır ama bende de var bunlardan. 2000'li yılların ikinci yarısı, orta son ve liseli dönemlerim, lisanslı olarak yüzme sporuyla ciddi bir şekilde uğraşıyorum o zamanlar. babam da emekli olmuş ve sıkıntıdan sürekli benim idmanlara sarmış durumda. sabah akşam demeden gelip hepsini izliyor, takip ediyor ve yer yer tatlı sert eleştirilerini de ihmal etmiyor. biz de ufak bir ilçenin mütevazi ama fiyat performans olarak aşırı başarılı bir yüzme kulübüyüz. aramızdan nadir de olsa rekortmenler ve hâliyle türkiye şampiyonları çıkıyor, türkiye geneli ilk 3, ilk 5, ilk 10 yapan yüzücülerimiz var, milli takıma yolladığımız isimler çıkıyor dönem dönem falan fişman. ben de kendi yaş kategorilerimde 2 defa türkiye 3.lüğü görüp bronz madalya almışım. öyle ki hocamız yetiştirdiği sporcular sayesinde yüzme milli takımı'nda görev falan almış düşünün. bizim takımda başarılı olan ve üniversite çağına gelen çoğu sporcu rahatlıkla istanbul'un büyük takımlarına burslu kapak atabiliyor. yani 18 yaşına kadar emanet edilebileceğiz oldukça sağlam bir altyapı işlevi görüyordu bizim takım. öyle bir ortam. şimdi babamın futbolla arası çok iyidir. kendisi amatör küme düzeyinde takımlarda oynamış, dedemin memur olmasından kaynaklı sürekli tayinle gezdikleri için amatör kümeden yükselebilme şansını hiç elde edememiş ama ilerleyen yıllarda hakemliğe soyunmuş ve günümüzde ptt 1. lig dediğimiz seviyelerde uzun süre düdük çalmış, az da olsa günümüzün süper lig'inde bayrak kaldırmış bir tip. hakemlikten sonra gözlemciliğe de devam etti hatta uzun yıllar. ben ailenin tekne kazıntısı olduğum için onun hakemlik dönemine hiç şahit olmadım. çünkü amatör küme topçuluğu 60'ların sonu 70'lerin başına, hekemliği ise 70'li ve 80'li yıllara tekabül ediyor. ben 90'lar çocuğu olarak gözlemciliğine yetişebildim sadece. ki günümüzde yorumcu olan hakem eskileri olsun süper lig'de düdük çalan aktif hakemler olsun çoğunu da tanır, kim eyyamcıdır kim değildir ciğerlerini de bilir. (bkz: ali palabıyık) tabii bu spor yönünün tamamı bitip kendi asıl mesleği olan mali müşavirlikten de emekli olduktan sonra bir spor projesi olarak bana feci hâlde sarmış durumdaydı o yıllarda. her idmanda tribündeydi adam. gel zaman git zaman kendi gibi diğer velileri de buna alıştırdı ve bizim idmanda canımız çıkarken bunlar yukarda geyiğin dibine vuruyordu. özellikle hafta sonları, hâlihazırda çalışan velilerin de katılımıyla, tribün iyice ana baba günü. bizim üzerimizden aralarında tatlı bir rekabet de var tabii. çocuklarının rekabeti yetmiyor, kulüpte kimsenin yüzüne bakmadığı masa tenisi köşesinde kişisel rekabetlerine başlıyorlar önce. sonra babamın önderliğinde halı saha takımı kuralım deniyor. aralarına bizim hocayı da dahil ettikleri ve sporcu velilerinden oluşmuş bir kadro kuruluyor. bizim hoca dahil herkesin yaşı 40 üstü, babamla birlikte 50 yaş üstü oyuncuları da var. bunlar kendilerine rakip arayışına başlamışken dediler ki, e bizim çocuklar ne güne duruyor, hepsi çakı gibi sporcu, hasbelkader oynarlar. sonuç olarak bizden de yaşları 14 ila 18 arasında değişen bir takım oluşturuluyor ve sahaya çıkıyoruz. şimdi anlatmaya nasıl başlasam bilmiyorum ama, bir insan evladına bunu yapar mı diye sorduğumuz ve gerçekten de yaptığına şahit olduğumuz onlarca sekans yaşatıyorlar bize. kelli felli 40-50 yaş grubundan bir grup insan, gayet başarılı bir spor hayatına sahip dipdiri gençleri madara etmekle meşguller. ama bunu yaparken nasıl bir keyif almak nasıl bir kendinden geçmek. kornerler direkt kaleye şut olarak kullanılıyor ve yiyoruz. birinin canı sıkılınca içindeki messi'yi ortaya çıkarıyor ve tüm defansı ipe dizip köşeye tertemiz bırakıyor. ben babamdan aynı pozisyonun içinde 2 kez bacak arası yedim mesela. her apış attığında da oley çekiyor insafsız. gavura vurur gibi vuruyorlar kısacası. yav biz de öyle veya böyle fizikli, dayanıklı gençleriz, fiziğimizi koyalım bari ortaya diyoruz, daha yaklaşmamıza izin vermeden bir pasla 3 kişi ekarte ediliyor. yorulduklarında aralarında top çevirip bizimle dalga geçiyorlar. ileri üçlünün kondisyon bitti mi hemen defans üçlüsüyle pozisyon değiştiriyorlar vs vs. bir keresinde ben çok şık bir gol atmıştım da tüm veliler beni alkışlamıştı, hatta bunu 3'lük sayalım falan deyip öyle saydıkları hâlde gene yenmişlerdi bizi. biz de mal gibi izliyoruz olan bitenleri. çünkü bilenler bilir, yüzme ile futbol doğası gereği aşırı ters sporlar. hem fiziksel hem mental olarak birbirleriyle neredeyse hiç alaka yok. gel zaman git zaman bizimkiler yerel turnuvalara katılıyorlar ve yaşlarına göre fena performans da çıkarmıyorlar. biz ise a takımın paf takımla yaptığı idman maçı gibi haftada 1 günlük antrenman işlevi görüyoruz ve asla yenemiyoruz tabii ki. tek yapabildiğimiz yine denemek yine yenilmek ama daha iyi yenilmek. tek farklı falan yenildik mi kazanmış kadar oluyoruz. her şey aşırı sinir bozucu ama keyifli de. bizim ihtiyar delikanlılar için gençlik yıllarından esintiler, bizim için de kimin babası kaç gol attı yarışı hahaha. bizim jenerasyon üniversite yıllarına geçene kadar irili ufaklı devam etti bu durum ve devamında da son buldu. ben de 2010'da üniversiteyi kazandıktan sonra bir daha hiç top oynamadım. 12 yıl olmuş ayağıma top değmeyeli. bizim peder de 70'ine merdiven dayadı şimdilerde. ama hâlâ futbolla arası çok iyidir, oynamaz ama sıkı takip eder, hasta galatasaraylıdır. 50'li yaşlarındaki o birkaç yıllık düzenli halı saha performansı resmen kariyer jübilesi gibi oldu hahah. hem iyi top oynadığı hem de hakemlik geçmişinden dolayı maçlarımız içindeki pozisyonlarda bilirkişi olduğu için aşırı saygı da görürdü. hâlâ anlatır zaten eşe dosta, yüzmedeki velileri şöyle organize ettim, böyle güzel maçlar yaptık, gençleri cebimizden çıkardık falan fişman. sağ olsun bana da bir spor geçmişi ve birçok anı hediye etti. eskinin sıkı bir ecevit'cisi olarak kendini yetiştirdiği sosyaldemokrat kültürüyle de nevi şahsına münhasır evlatlar yetiştirdi. bu da böyle bir anımızdır işte.
  • 45
    bardaktan boşalırcasına yağmurlu bir günde çıktığımız maçta defansta duran müdürüm kale direğinin altında yağmurdan korunmaya çalışıyordu (incecik üst direk neresini kapatacaksa). kaleci olduğum için onun önümde durmasından dolayı gol yiyince kendimi tutamayıp oynamayacaksan çık git ya da forvet geç önümde kalabalık yapma diye bağırmıştım. o günden sonra bir daha defansa gelmedi şimdi forvettekileri kahrediyor.
  • 34
    yaklaşık 20 senedir düzenli olarak yaptığım bir eylemdir. haftada kesin iki, yorgunluk durumuma göre bazen üç maç yaparım. eskiden daha çok toprak sahalarda oynadığım için aslında olmaması gereken bir alışkanlığım oluştu. zemin ne olursa olsun kramponla oynuyorum efendim. malumunuz halı sahada kramponla oynamak aslında çok sakıncalı bir durumdur lakin hem alışkanlık hemde vurdumduymazlığın sonucunda, geçtiğimiz kasımın sonunda kramponumun çime takılması sonucu bir diz dönmesi problemi yaşadım. hem ön çağraz ve iç yan bağ koptu hemde menisküste yırtık oluştu. travmaya bağlı olarak kemiğimin çatlaması cabası oldu. biri aralıkta biri bir hafta önce olmak üzere iki operasyon geçirdim. tatsız bir anı oldu benim için.

    anılarınızın iyi olması için ekipmanlarınızın seçimini özenle yapın efendim. yoksa bir saatlik keyif için aylar sürecek eziyet çekebiliyorsunuz.
  • 36
    bir turnuva maçında çaprazdan çekilen hayvani bir şutun kalenin yan filelerini delip geçerek arkadaki duvara çarpıp sahaya geri dönmesi. maçı yöneten federasyona kayıtlı hakem abimizin aut kararı verip golü iptal etmesi. şutu çeken azman abimiz ve takım arkadaşlarının emre çolak fizikli hakem abimizin epey bir üzerine yürümesi. maç sonu halı saha klasiği soyunma odasında kritik yapılırken hakem abimizin korkudan dilinin sürçmesi sonrası "vicdanım rahat çünkü yanlış gördüğümü çaldım" demesi ve olayların tekrardan alevlenmesi...

    (bkz: based on a true story)
  • 39
    salı günü arkadaşı arayıp perşembe 11-12 maç yapıcaz arkadaşınla beraber oynar mısın diye sorduğumda oynarım cevabını almıştım. dün gece 11'de arkadaş gelmeyince aradım dedim gelmiyor musun? maç yarın değil miydi cevabıyla dünyam başıma yıkıldı :(

    10-11 maç yapan çocuklardan 2 tane aldık, çocuklar canavar çıkmasın mı? maçın bitişine 10 dakika kala skoru 11-2 yapınca rakip takım sahayı terketti. her işte bir hayır vardır derler :)
  • 41
    afedersiniz deli dürtmüş gibi ankara ayazında bir şubat gecesi, henüz yerde buz varken ayarlanmış bir halı saha maçına gitmem ve bir pozisyonda rakiple diz dize çarpışmanın sonucu, soğuğun da etkisiyle acıdan 1 dakika kadar bacağımın diz altından koptuğunu sanmam.

    esas konu bu değil tabi. söz konusu maçta rakip takımda yer alan eski amatör topçu olduğunu öğrendiğimiz 45'lik abinin maç öncesi gözümüzün önünde bolca sigara eşliğinde yuvarladığı 3 adet efes extra'nın ardından show yapıp ağzımıza sıçması ve baklavadan hariç gece bize çorba ısmarlatması.

    abinin muhabbeti on numaraydı yalnız.*
  • 54
    halı saha olayında süreklilik yoktur benim için. genelde 2. maçlara çağırılmam. ya da çok tekme yediğim için ben gitmem.

    başakşehirde, başak center'da balıkçı dükkanı işletiyorduk. çarşıdaki abilerimiz amatör futbol oynuyor, her hafta ayrı olarak halı saha maçları yaparlardı. bizim iş yeri tayfası da göbekli, yaşını başını almış abilerden oluşuyordu. 2 genç, 4 moruktuk anlayacağınız. sağ olsun kendileri her 1-2 günde bir maç teklifi yapıyor, tiiye alıyordu bizleri.

    en sonunda bir akşamı kararlaştırdık ve toplandık. bizden tatlıyı karaköy güllüoğlundan almamızı istediler. malum kesin yenecekler.

    maç 7-6 bitmişti. 7 golde benim sol ayaktan çıkmıştı. kaleci abimiz geçmişi 2. lig olan bir abimizmiş. maç sonunda nerede oynadığımı sordu haliyle. geçmişte floryanın suyunu içtik, suni çimlerinde top koşturduk deyip geçtik.

    biraz övmüş gibi oldum kendimi ama tek mütevazi olmadığım konudur. bu ülke de gerçekten çok büyük yetenekler 15-16 yaşından sonra hiç olup gidiyor.
  • 46
    gerçek halı saha anısıdır yani bildiğimiz salon halısı. harry potter'ı yazması için j. k. rowling'e ilham olduğum bir halı saha anısı.

    hagrid kılıklı voldemort ruhlu bir rakip sağolsun.

    küçüktük tabi, salonda maçlar yapıyoruz. bir keresinde hagrid kılıklı arkadaşa çalım atarken ayağını taktı, yüzüstü düştüm. ben ona takılınca o da düştü. öyle bir düştü ki halıyla o minnak bedeni arasında presledi beni, alnımla halıyı kazıdı, yüzüme halı reklamı işledi. çığlıklar, halı ve alnımdan çıkan ışık hüzmeleri, birkaç saniyelik bir an... voldemort avada kedavra büyüsünü ilk bende uyguladı yani.

    çok şükür ölmedim ama ömür boyu alnımda taşıyacağım bir yara izi bıraktı **k voldemort'u. halıya çıplak ayak basınca alnım sızlar hep.

    sonradan romanlarım yazıldı, filmlerim çekildi ama işin gerçeği bu kadar basit işte. ne denir ki j. k. rowling hayal gücü de böyle bir şey işte.

    sonradan aldığım intikamla alacakaranlık serisine de ilham oldum ama o halı saha anısı değil, güreş anısı. yani başlık uyumsuz.
  • 38
    yaklaşık 10 sene önce samsunda gençler arasında halı saha turnuvası düzenlendi. 7 kişilik takımımızda herkes vasat bir top oynuyordu fakat efsane bir takım uyumumuz vardı.

    1-4-1 oynuyorduk. 1.70 boyumla defanstaki 1 bendim malesef.* neyse efendim turnuva bizim için harika gidiyordu son 16'ya kaldık. maçı kazandık ve maç sonu kasık tendonumda ağrı oluştu bende darbeden dolayıdır diye çok takmadım. çeyrek final maçına aynı ağrı ile çıktım maçı kazandık ama benim ayak artık çalışmaz hale geldi. maçtan hemen sonra eve gidip buz tedavisi uyguladım çünkü 2 gün sonra yarı final maçımız var.

    ve o meşhur yarı final maçı geldi. ilk yarıyı dualar eşliğinde tamamladım ama acıdan yere yatacaktım en son. skoru garantiledikten sonra* kendimi yere bıraktım sürünerek maçtan çıktım. final maçına gittim belki bir umut oynayabilirim diye ama final sabahı yataktan kalkıp yere bastığım an çığlık atasım geliyordu. topallaya topallaya maçı izlemeye gittim ve malesef maçı kaybettik.

    o sakatlıktan sonra mevki değiştirdim orta sahaya evrildim. hala topa çok set vurduğumda aynı bölgede hafif bir ağrı olur. doktora gittiğimde herhangi bir sorun yok cevabını alıyorum.
  • 53
    dershane zamanında kız arkadaşı halı saha maçını izlemeye gelen arkadaş tam kız arkadaşının önünde bacak arası çalım yemişti. olay yerinden uzaklaşınca çalım yiyen arkadaş hafif sinirli şekilde "oğlum niye yengenin yanında çalım atıyosun bi de bacak arası, rezil oldum kıza" diye çıkışınca çalımı atan arkadaş utanarak kızın olduğu tarafa koşup bacaklarını açıp kısık bir sesle "kanka gel sende bana çalım at yengenin gönlü olsun" demişti.*

    bir de aynı maç özene bezene aldığım ama 44,5 numara olup ayaklarımı biraz sıkan giydikçe açılacağını düşündüğüm total 90 ayakkabılarım yüzünden 2 ayak baş parmağım kırılmıştı. keriz kafa halı saha ayakkabısı hiç genişler mi, genişlemezmiş acı bir tecrübe ile öğrendim.
  • 26
    amaçsız bir şekilde ömür doldurduğum, yitip gitmiş günlerden bir gün. manasızca dolaşırken bir halı saha bulup kenarına çökmüşüm. hayattan o günlerde pek bir beklentim yok, umudum da yok; kısacası koskoca bir hiçlik içindeyim...

    portatif tribünlerde bir adam, belli ki sahadakilerden birinden dolayı orada. hastalıklı ruh hali, bir acayip salvolara sürüklüyor, bir yalan makinesi yaratıyor o anda. boş bulunup ağızdan çıkan saçma bir cümle sonucu iş inada biniyor. abuk sabuk konuşmalar, hayatım boyunca yapmadığım kadar oyunculuk, ciddi miktar yalan ve sağlam bir ajitasyon sonucu; adamcağızı bir süperlig kulübü ile mukavele imzaladıktan sonra geçirdiği sakatlık sonucu hayalleri yıkılmış, hayata tutunsun diye de scout olarak görevlendirilmiş biri olduğuma inandırıyorum. işi nasıl abarttıysam artık, konuşmalar sahaya yansıyor. sahadakilerden bir tanesi kanattan yardırmaya başlıyor, her atakta keita ile eboue arası performanslar sunmaya başlıyor. her orta sonrası dönüp bana bakıyor, bi yerden sonra yalandan gülümsemek zorunda hissediyorum kendimi. bir pozisyonda kanadı bırakıp göbeğe koşuyor, gelen topu vole ile doksana çakıyor. telefonum çalmış gibi yapıp terkediyorum. şehri terkedip gidene kadar da o sokağa girmiyorum...

    ah be dayıcım; "orda öyle mi vurulur topa" diye dalgınlıkla söyleyince "sen ne anlarsın lan" demen şart mıydı sanki?
  • 9
    halı saha maçına gittik, sahada antreman yelekleri var ama sadece tek renk.
    hemen cin fikirli abinin biri " ilk golü yiyen yelekleri giyer" dedi, amenna dedik, maça başladık ilk korner, küüt ilk golü biz attık. yeleği karşı tarafa giydirdik.
    işin ilginç yanı maç 15 - 1 bitti.
    1 olan takım kim mi? tabii ki biz.
    adamlar bizi madara etti, sürklase etti, abandone olduk ama o sikik halı saha yeleklerini giymedik...
  • 40
    yaklaşık 20 senedir haftada 1 maç oynarız. 20 senede yaşadığım her ilde iki takım çıkarıp oynamışızdır.

    97'lerden 2004'e kadar lise ekibiyle oynadık. 7 sene aynı arkadaş grubumuz vardı. (7 sene anadolu lisesi okuyanlardanım)
    2004 - 05 fethiye'de çalıştım, dershaneye gittim. dershane ekibimiz iyiydi, hocalar falan karışık oynardık.
    2005-2012 lisans yüksek lisans yaparken hem yurt takımımız vardı, hem de fakülte takımı. ikisinde de haftada en az 1 maç oynadık. 2010'da lisans bitti neredeyse bütün arkadaşlarım gitti, hocalar ve okul çalışanları ile oynadık.
    sonrası istanbul'da çalıştım, 1 sene hiç oynamadım. manisa'da üniversitede çalıştım genç öğrencilerle eski tempoda oynamaya devam ettim.
    2016'da yine şehir değiştirdim, memlekete geldim, eski arkadaşlardan az vardı ama iş arkadaşları vs yine takım kurduk haftada bir maç da olsa oynuyoruz.

    eskiden çok keyif alırdım. 2010a kadar çılgınlar gibi koşardım maçlarda. atletizm takımlarında yer aldım, amerikan futbolu da oynadığım için (running back) asla yorulduğumu hatırlamam. çelimsizdim ama şutlar füzeydi her zaman. zamanla kilo aldık, koşmalar azaldı, diz ağrıları başladı. eskisi kadar keyif alamaz oldum. kilodan dolayı daha çabuk yoruluyorum, şut atarken isabet oranı hayli düşüyor. moralim bozuluyor.

    avcı yalanı gibi herkesin çok anısı vardır halısahada. benim de unutamadığım bir çok anım var ama en akılda kalanı yüksek lisans yaparken rakip kalede araştırma görevlisi hocam vardı. şut çektim top iki elinin arasından çıkıp ağzını, burnunu dağıttı. dişi falan kırılmadı ama burnu ve dudakları inanılmaz kanadı. bana kıza kıza çıktı maçtan. dekanın makam şoförü kaleye girdi. ikinci şutta sağ bileğini kırdım adamın. yani sert şut atarım da bileyim kırılacağını hiç düşünmedim. ilk kez başıma geldi. hocalarla son maçımdı. bir daha çağırmadılar :) ertesi gün dekandan fırça yedik bir de.
  • 6
    genç yaşlarımdayım, toparlanıp halı sahaya gideceğiz. babama geceden not bıraktım; ''benim için sabah yastığımın altına para koy, halı sahaya gideceğim.'' ve uyanınca yastığın altında bir not buldum; ''ben o parayı gece bir yerlere not bırakarak kazanmıyorum.''
    hasılı baba yüreği dayanamaz bırakır diye evin altını üstüne getirdim. ama bulamadım. tabi kafa çok basmıyor para değerlerine o zamanlar, komidin çekmecesinde 100 mark buldum. ben de telaşlıyım ulan ya bu halı saha parasını karşılamazsa diye. neyse gittik bozdurduk. halı sahaya gittiğimizde anladım ki o para ile tüm kadronun parası ödenebiliyormuş. neyse ben 4 arkadaşın parasını verdikten sonra elimde kalan para ile ilk çıkan milka çikolataları doldurdum bilimum meyve suları falan.

    akşam babam eve geldiğinde yemek yedi, kağıt-kalem hesap yapıyor, içimde kötü bir his tavanda da kara bulutlar var. seziyorum bir şeyler olacak. babam önce odasına gitti. ve bir-iki dakika ölüm sessizliği...

    yusuf
    yusuf
    yusuf
    3,5
    3,5
    3,5

    kapılar çarpıyor, içeriden salona ben diyeyim 3 metre sen de 4 metre bir canavar baam,güüm ayaklarını vura vura geliyor. sonrasını hatırlamıyorum. sabah uyandığımda cebimde sakladığım paralar aynı yerinde duruyor ve ben yine maça gidiyorum. ertesi gün anladım ki; bana hiçbir şey olmamış o canavar da komidin çekmecesinde duran 700 mark'ın nereye gittiğinin hesabını sormuş.***

    maça geçersek ikisini de kaybettik, çok b.ktan maçtı zaten.
  • 43
    sahanın bizim kale tarafında tam ortada her zaman olduğu gibi defansta elim belimde bekliyorum. rakipten biri topu karşıladı, top, bana doğru seke seke geldi. aynı zamanda rakip takımdan sevmediğim biri de topa doğru koştu. o çocuk alacağına topu ben alayım dedim,o refleskle topa doğru hareketlendim. topa, yere bir karış varken allah ne verdiyse vurdum, tek amacım arkadaşı şişlemekti. kazma olduğum için onu tutturamadım fakat top fişek gibi yüksele yüksele gitti rakip kaleye doğru. bizim takım arkadaşları "vay amk gazetesi gole bak la" dediler, ben miyop ve astigmat olduğum için gol olduğunu anlayamadım, göremedim çünkü o derece uzaktı.

    o halı saha tayfasıyla ne zaman buluşsak, konu bu gole gelir, taksi tutsan şu kadar yazar esprisi döner, bana poşet leo franco'yu hatırlatır, söverim ve tören kapanır.
App Store'dan indirin Google Play'den alın