en az bir sene daha rahatlıkla futbol oynayabilecek durumdaydı; feldkamp'tan sonra skibbe ile başlayan tek santraforlu sistemde nasıl bir performansı olurdu bilemiyorum ama sahada türkiye ligi'nin üzerinde bir futbol oynardı bu adam. avrupa kariyeri bir başarısızlık abidesi idi; evet. evet, çünkü çağın da gerisinde bir futbolcuydu, ki ben bunun kötü bir futbolcu ya da avrupa düzeyinin altında bir futbolcu olduğu anlamına geldiğine inanmıyorum. ama gerçek şu ki; avrupa futbolu, hakan şükür'ün 90'lı yıllara hakim olan "çapraz koşu il alan boşaltan santrafor" oyununu aşmıştı artık, meydan dribling yapan forvetlerindi.
hepsi bir yana. peki şu an sorunumuz ne bu adamla? bu konunun yıllar öncesine dayandığını, zaten kral'ın futbol oynarken de galatasaray'a içten içe bir kin güttüğünü ima eden adamcıklarla hiç muhattap olmadan; olayın kral'ın galatasaray'daki son sezonu olan 2007-2008 sezonundan kaynaklandığını söyleyebilirim. hakan şükür sezon boyunca "sözleşmem ha uzatıldı, ha uzatılacak..." diye düşünerek oynadı, feldkamp'ın arıza yaptığını ve yönetimin nasıl olsa yumruğu masaya vurup sözleşmesini uzatabileceğini düşünüyordu. sezon sonunda feldkamp'tan öğrendi ki, kral'ı istemeyen kalli değil; yönetimdi...
evet, sebebi de tahmin ettiğiniz gibi: hakan şükür ve jenerasyonunun takım içinde yarattığı huzursuzluk. hakan şükür futbol oynadığı sürece medyada çıkan haberlere(milli takım kampında aynı odada kaldığı genç futbolcuların "din, iman, cemaat, vs." propagandasıyla kafasını s*kmesi, galatasaray'daki genç futbolcuların saçına başına, giyimine kuşamına benzer zımbırtımatik sebeplerle laf etmesi gibi...) kulak tıkadık; hakan şükür'ün "krallığı" hatrına fener medyası, aziz'in köpekleri diye bağıra bağıra geçiştirdik ama adımız gibi biliyorduk olup biteni. ilk defa yaşanmıyordu bu; hakan'ın avrupa macerası öncesi gençliğinin de getirdiği uçarılık sebebiyle medyada bu din-iman menşeli abuk subuk radikal demeçlerini defalarca duyduk/gördük.
yönetimin 2007-2008 sezonun başından beri planı hakan şükür'e şatafatlı bir jübile yapıp sezo sonunda yolları ayırmaktı; zira anladığım kadarıyla daha öncesinde, hakan şükür'ün bu "eski alışkanlıklarını" terk etmesi için bir miktar da olsa ümitleri vardı. muhtemelen bu ümit 2007-2008 sezonunda ayyuka çıktı ve rest çekildi. yönetimi asla suçlayamam, ayrıca ellerinden geleni de yaptılar.
metin oktay dışında hiç bir futbolcusuna heykelini dikmek gibi bir jest yapmamıştır
galatasaray, fakat bu erken ayrılığın teselli ikramiyesi olarak (kesinlikle ve kesinlikle hak etmediği halde) hakan şükür'e böyle bir lütufta bulunmayı kabul etmiştir. böyle bir jesti hak etmek için sadece iyi bir sporcu olmanın yetmediğini hatırlatalım.
kendisine teklif edilen jübileyi "arkadaşlarıma yapılmayan jübile bana niye yapılsın?" diyerek sitemkar bir şekilde geri çevirdi; suçlayamam, haklı. heykelinin dikilmesi teklifini de muhtemelen bunu hak etmediğinin farkında olduğu için kabul etmedi; güzel bir davranış, eyvallah. ama bu "dev lütuflar"
** en azından hakan şükür'e vefasızlık yapılmadığını kanıtlar değil mi? galatasaray'ın vefasızlığından bahsederken kastettiği, arkadaşlarına yapılanlar ise; ayrıca tartışılabilir...
--------------------------------------
konunun diğer bir boyutu, eğer hakan şükür'ün galatasaray'a zarar verdiği için yolların ayrıldığı konusunda hemfikir isek, hakan şükür'ün içinde bulunduğu ruh halidir. yaptığı şeyin galatasaray'a zarar verdiğinin farkında olduğunu hiç sanmıyorum ben hakan'ın; yani bu tür mistik motivasyona sahip insanlarda gözlemlenen o tipik "metafizik mucizeler yaratma beklentisi" ruh hali söz konusu olabilir. içinde bulunduğu tarikatın "ya adamın düşüncesi bu abi..." şeklinde geçilemeyecek bir şey olduğu belli. hayır, yanlış anlaşılmasın; birer yurttaş olarak bu tarikatı tehlike olarak algılama ya da ne gibi yasal karşı duruşlar geliştirilebileceği konusuyla ilgisi yok " [
caps lock'un işlevsizliğine isyan mode/on] şu an [
caps lock'un işlevsizliğine isyan mode/off] " söylediklerimin. "şu an" sadece, hakan şükür'ün içinde bulunduğu ruh halinden bahsediyorum.
dünyadaki her şeyden, her kişiden, her kurumdan daha önce gelen, herkesten daha "yüce bir amaçları" var; buna hayatlarını adamışlar, sermaye birikimi yoluyla büyüyorlar ve dünyayı kurtaracaklar vs... yani sonuç olarak ya,
" [
alaycı mode/on] böyle yüce bir uğurda [
alaycı mode/off] " harcadığı çabanın, çok sevdiği
* galatasaray'a zarar verebilecek olmasına ihtimal vermiyor;
ya da,
bu ihtimalin farkında, fakat " [
alaycı mode/on] böyle yüce bir uğurda [
alaycı mode/off] " bunun kainattaki toz zerresi kadar bile öneminin bulunmadığı falan gibi bir şeylerle yaptıklarını zihninde meşrulaştırıryor.
hakan şükür'ün o "düşüncesi, kendi görüşü, vs." diye şirinleştirilen "politik" konumu ile ilgili tavrım gayet nettir ve galatasaray'a zarar verdiğini düşündüğüm yegane davranışı da budur. "vay takımın içinde çete oldu adam, kadroyu o yapıyor, teknik direktörden bile çok sözü geçiyor, vay genç ve/veya yabancı futbolcuları çekemiyor, galatasaray'ı kendi malı olarak görüyor" gibi
teranelere ne hakan şükür, ne de başka bir
galatasaray'lı futbolcu için söylendiğinde asla inanmadım; kimi taraftar alınan kötü sonuçları bu şekil sürreal sebeplere bağlayarak kendi içine su serpleyi seçer, çeşit çeşit
insan var işte... hakan şükür ne sportif performansı, ne de egosu sebebiyle
galatasaray'a zarar verebilir; kendisine kızgın olduğumuz, eleştirdiğimiz konu bellidir.
fakat söylediğim gibi; bu tür mistik mambo-jambo motivasyonlara sahip kişilerde davranış bozukluklarının yer yer sosyopatiye kadar vardığı düşünüldüğünde, hakan şükür'e pek kızamıyorum. o'nun için ancak üzülebiliyorum...
--------------------------------------
son söz: keşke böyle olmasaydı...