ben, isimler haykırarak
galatasaraylıoldum. resmini, biriktirilerek 'futbol topu veya walkman' kazanmak umut edilen futbolcu kartlarında gördüğüm
van gobbel'i haykırırdım mesela; daha korkutucu olmak istediğimde...
o günlerden bir isim daha vardı ki; başkadır benim için...
hagi, benim; bazen sigara dumanına boğulmuş bir kahvehanede, gırtlağından heyecan fışkıran bir spikerin nidalarından öğrendiğim bir isimdi. bazen de,
sami yen tribünlerinde, görmek için amcamın omuzlarına çıktığım adamdı. ve ben, "
hagi" ismini, ne zaman daha güçlü olmaya ihtiyaç duyarsam, o zaman haykırırdım. aralarına sakız yapışmış, girinti-çıkıntılarla dolu bozuk bir asfaltın üstünde yapılan, çocukça maçlarda; hep en zor durumdayken "
hagi!" dedim ben. o ismi topun dahi duyup, itaat edeceğine çocukça inanarak... bakmayın "
çocukça inanarak..." dediğime; eşek kadar olduğum bugünlerde dahi ne zaman zora düşsem sessiz bir "
hagi!" çığlığı koparırım. bütün zorlukların bu isim karşısında diz çökeceğine inanarak...
hagi, benim kocaeli fen lisesi koridorlarını, sesimi rapid maçındaki ercan taner'in sesine benzetmeye çalışarak inlettiğim isimdi;
hacci,
bir çalım nefis bir hareket,
hacci,
haccii,
hacciii...!!
teknik direktörlüğünde de; her maçta kamera yedek kulübesine döndüğünde, gözlerime hücum eden gözyaşlarıydı
hagi... o'nu sakallı görünce maçlarda; geçip aynanın karşısına; tükenmez kalemle sakal yapmıştım kendime... sonra evin içinde koştur dur... annem de yüzümü gözümü boyadığıma mı kızsın, "
haccii!" diye haykırıp kırdığım vazolara mı..?
şu sözlükte bugüne kadar yazdığım her yazı, sonra okuduğumda hep kötü gelmiştir bana. tek istisnası yine
hagi'dir. benim güzel olduğuna inandığım yazıların tek konusu; hep hagi'ydi.
şiir gibi işte be abi...
ben bu hayattan öğrendiklerimin çoğunu
galatasaray'dan öğrenmişimdir. beni ilk kez arada bırakan galatasaray'dır mesela.
felipe'yi çok sevmiştim ben. ama öyle böyle değil... ve diğer taraftan; çocukluğum boyunca
fatih terim'in benim babam olmasını istemişimdir. ama bir televizyon kanalında gördüğüm bir haberle öğrenmiştim ben arada kalmayı... terazinin bir tarafında; kalbimin en müstesna yerinde, kendimce her tehlikeden korumaya çalıştığım
felipe... diğer tarafında babam
fatih terim... o mengeneden beni kurtaran; bir çift kurban olduğum
renk, iki harften müteşekkil bir kutsal
armaolmuştu. belki de ben o gün öğrenmiştim; sabırla susmanın sevginin gerektirdiklerinden olduğunu... belki de ben; o gün
galatasaraylıolmuştum...
şimdi terazi aynı terazi; kefelerden birinde şu dünyada en çok sevdiğim adam var. diğerinde... siktir edin diğerini... ben de çok güçsüz hissediyorum kendimi... ve çocukluğumdan beri, böyle anlarda yaptığım gibi; sessiz sessiz "
hagi!" diyorum. bir çift rengin yine güneş gibi doğup, beni bu lanet mengeneden çekip çıkarmasını bekliyorum. sabırla susarak...
sizden de susmanızı bekleyemem. bu benim şahsi hislerimle inşa ettiğim bir sevda çünkü... büyük bir kısmınız okumayacaktır bile, okuyanlar da "
aptal" diyecek belki, "
çok duygusal.." diyecek... ama evet; ben aptalca seviyorum
galatasaray'ı da, onun bana sevdirdiklerini de... sizden de bu aptallığı bekleyemem; haksızlık olur... sanırım yine susmak, tek çare benim için uzunca bir süre...
yine çok güçsüzüm...
"
hagi!"