• 26
    sen idir, ben idir...
    bazen işi gücü olup galatasaraylı dostları ile sık görüşemeyendir. ve fakat aklından da çıkarmayandır aynı zamanda.
    birbiri ile tartısarak farklı fikirleri savunan idir. çoğu zaman ise aynı noktada kesişendir...

    sevendir, sevdirendir.
    işi gücü yoksa yapması gereken şey: #338694 bu idir.
    en azından gelip o sahneyi görmesi gereken, bunu ilk defa yaşarken de mutluluk duyandır...
    oynasın oynamasın... farketmeyendir. gelip muhabbeti görendir, dostlarını tanıyandır.

    16 saat önce zıtlaşan, 17. saatte aynı takımı destekleyen, buna binaen aynı sahada kalbi çarpandır.
    havaların ısınması ile de içi içine sığmayan, güneş parıltılarını öğlene kadar sapsarı, öğleden sonra kıpkırmızı görendir. ikisini zihninde karıştırdığında ise vişne, turuncu ve tokluk hissini bilincinde canlandırandır.

    şampiyondur.
    şampiyon olmasa da şampiyondur. çınar ağaçlarından eski mektebiyle, yıllardır süregelen kültürüyle başlıca bir katmandır.
    katmanın altı galatasaray altı, üstü: galatasaray hedefi, merkezi ise: ormanın derinliğinde kükreyen aslan, zirvede lavlar saçan yanardağ idir...

    9 hafta kala gelecek şampiyonluktan öte, 99 yıl sonraki vizyonunun da aynı olacağını bilendir. gönül rahatlığı hissedendir.
  • 30
    ey galatasaraylı, bilmelisin ki sevgisi yeter bize tuttuğumuz, gönlümüzü kaptırdğımız, gözümüzü karartıp uğruna tivoli'de koştuğumuz bu varlığın.
    nefsimizi köreltti senelerce. sırası gelince de eriştirdi en yüksek mertebeye. şaşalı dönemler geldi de geçti bu dev kapıdan. peki unutuyor muyuz ne?

    öz?
    kim?
    amacımız?

    özümüzü, kimlerin taşları yerleştirdiğini ve bu gidilen yoldaki amacı...
    mektep'tir aslında özümüz.
    mektebi sultani'de birkaç arkadaş,
    türk olmayan takımları yenmek.

    biz başardık bunu, bize bırakılan isimin yanında bir de ''söz'' mirası vardı. bu adın, galatasaray'ın içinde bulunanlar, taraftar dahildir buna herkes tuttu bu sözü.
    geçmişi unutmadan ulaştık amacımıza... mı? sanki yarım kaldı, yorulduk.. yoksa bıraktık mı ne? verilen sözden caymak olur mu ey galatasaraylı? gün görüp yüzsüzleşecek miyiz? bu mudur bizden önceye saygı? o dönem mektep sıraları üzerinde kafa kafaya verip gözleri gurur ile parlayanlara bu dönem karanlık mı olacağız?
    olmazsın değil mi galatasaraylı? unutmadın değil mi eyy...

    mesela girdiler içimize, dağıttılar bizi. batırıyorlar diyelim günden güne. çekiyorlar bizi aşağıya hani... olsun..!
    bu 11 harf yan yana dizilirken hiçbir şey güllük gülistanlık değildi ki. sıkıntı hep vardı. illa olacak. yine var, yine yaşanılacak. belki de bir süre daha hasret kalacaksın beklediğin hasretlerine. belki de acımasızca kendimizi kaybediyoruz diye çekeceğimiz cezadır bu. belki de bi 14 sene daha, ya da bunun gibi bir şey ile körelmesini bekleyeceğiz bizdeki bu pisleşmiş, başarıya odaklanmış ve bu uğurda karşıdaki gözü görmeyen nefsimizin.

    ah galatasaraylı, içinin çok acığıdı belli. bu satırları yazan da galatasaraylı. yani anlayacağın uzaktan derdine derman değilim. bizzat yakıyor bu üzüntü beni de.
    yanacağız ey galatasaraylı. pişeceğiz yine. tekrar olgunlaşacağız. kızarmış nar gibi olup binlerce tanemizi saçacağız bu dünyaya.

    unutma bunu galatasaraylı. şimdi yas tutma vakti değil, çalışmanın tam saati.
  • 36
    14 yıl...

    o dönemin sonlarına doğru dönseniz, üzerine sarı-kırmızı'yı çekivermiş birini bulup sorsanız ' şampiyon olmak ne demek?' minvalinde.. derdi ki ' şampiyonluk mu? şampiy... kusura bakmayın ama hatırlayamayacak kadar uzun zaman oldu.'
    evet, kaçmayın oradan. bulmuşken böyle birisini usunmadan sorun.
    -inanç nedir?
    +galatasaray.
    peki ey yüce insan, sen söyle! inanç varken umutlar tükenir mi?
    http://www.youtube.com/watch?v=GhvDv-B9PMs


    ne kadar ısrar ederseniz edin, zorlayın. o, galatasaray! diyecektir. çok bekledi… dalga geçercesine, sinirleri alnmışcasına umursamadan. tek bildiği yoldan, sevdasından sapmadan! inanç ve sevginin kutsal karışımından mıdır nedir bilinmez ama yıllar sonra, o gün geldiğinde…
    7 haziran, 1986/87
    http://www.youtube.com/...;amp;feature=related
    takribi 50.000 küsür kişi, şampiyonluk maçı, hep bir ağızdan; ‘ seni sevmeyen ölsün!’
    cevat… muhammet…

    maç başladı. daha 20 dakika geride kalmadan frikikten attı biriciğimiz, cevatımız. akabinde dakikalar elli küsüre geldiğinde muhammet… attı be! ne attı be!.. skor olmuş mu 2-0 ? sami yen coşmuş mu durmamacasına?
    an geldi eskişehirspor golü buldu. tamamıyla buz kesmişti her ne kadar tavrından taviz vermemeye çalışsa da mabed. az değil. kalmış 15-20 dakika… simovic’in elleri belki de hiç bu kadar titrememişti. sorsanız cevat’a, belki de hayatının en anlamlı golüydü. uğur, hiç böylesine yorulmamıştı. sahaya çıkan bütün aslanlar inancıyla oynadı. bu nasıl bir inanç? şu bahsettiğimiz, dönemin taraftarında bulunan, sevgi ile bağlılığın kutsal karışımında ortaya çıkan inançtan.

    ali sami yen, şu an 30.000 bile değil. o zaman ise günümüzde bile olmayan 30.000’in 2 katı kadar ağlayan galatasaraylı vardı orada. göz yaşlarının ilk defa sel olduğunu görmüştü kimisi.

    sen, günümüzün modern galatasaraylısı! uefa kupası’nı, süper kupa’yı gördün. üst üste şampiyonluklar yaşadın. sen hiç 14 sene bekledin mi ha nankör? kitle iletişim araçlarının sunmuş olduğu rahatlıkla evinden, cebinden, iş yerinden takım desteklerken düşündün mü yağmuru, çamuru, 365x14’ ü ?
    senin bir kuşak üstün efendidir. bu tavrına ağzını dahi açmaz. lakin seni ciddiye de almaz. saygı, hoşgörü, ruh, ayrıcalık ve en mühimi o inanç kalmamış yahu sizlerde. isim mi vardı? marka mı, tek tip pankart, taraftar, tezahürat mı vardı? rakip oyuncuya tutulan lazer, atılan su şişesi mi vardı? maçlardan sonra teker teker analiz mi vardı ? kanal bolluğu mu vardı be nankör? ah ulan nankör, kıymet bilmiyorsunuz. metrobüs ile, şahsi arabanızla, son model toplu taşıma araçları ile maçlara geliyorsunuz. yine de nankörlük yapıp ardınıza bakmak istemiyorsunuz. metin’i düşünmek varken küme düşmeyi bile göze alıyorsunuz. hani o hırs? 14 senenin götürdüklerini topladığın zaman ne çıkıyor biliyor musun? kocaman bir hırs yumağı. galatasaraylı babana, amcana sor sen bunu. o hırs akıllarına geldiğinde yaşlarına bakmaksızın çıkarlar sahaya. top diye oynarlar seninle. galatasaraylının hırsı da, inancı da, özgüveni de bunu gerektirir. şereftir o’nu sevmek. yükselecek arş’a kadar…

    eski toprak hakikaten mütevazı. paraydı, puldu, yıldızdı… umursamaz. futbolcunun yıldızı o taraftar sayesinde oluşurdu. senin ata taraftarın böyleydi işte. peki ya şimdi niye burnu dik gezmek?
    şimdi okudumuş olduğunuz galatasaray futbol takımı’nın tarihini sadece biz türkler olarak düşünmeyin. geçmişimizde gönül veren ecnebiler de mimardır. gönlüyle oynayan ecnebiler de… ben onlardan birini bile hatırlamayı unutursam utanıyorum. peki ya sen nankör galatasaraylı? bu umutsuzluk, umutsuzluğunun sebebi nedir yüce galatasaraylı?

    azıcık şerefin, birazcık galatasaraylı yüreğin varsa her koşulda takımına güvenmeyi bil. hiç kimsen yokmuş, bu renkleri koruyacak başka biri daha yokmuşcasına savun takımını. göğsünü ger onun için. fakat bunu yaparken yine de bil ki milyonlarca omuz omuza verdiğin yoldaşın var. birbirinizi tanımadığınız halde farklı zamanlarda, ayrı mekanlarda ağladığınız, sevindiğiniz, koca bir yolun sonunu senelerce de olsa beklediğiniz ortak yanınız var. siz, galatasaraylısınız!

    dedesinden, amcasından, babasından kalan sarı-kırmızı tohumu bir şekilde yeşillendirmeye çalışan, solduğu ve kuruduğu zamanlarda dahi geçmişini düşünüp gözyaşlarıyla ıslatarak canlandıran kardeşinizden sevgilerle... kalifiye jurnal/ağustos 17

    günün içimizi acıtan son notunu ise bundan tam 11 yıl önce birçok can'ın hayatını karartan, yeni hayatları sıfırdan başlatan, adını anmak bile istemediğim o vahim olayı hatırlatarak vermek istiyorum; mekanınız cennet olsun inşallah.
  • 38
    küçük bir yavrumuz var, bir arkadaşımızın oğlu. alp, şimdi 4 yaşında. arkadaşımızı maçlardan önce sokağa gelenler tanır, sarı-kırmızı parçalı pantolonuyla meşhurdur.
    alp yavrumuz da babası gibi koyu bir galatasaraylı. 2 eğlenceli hikayesi var. olaylar 2,5 yaşındayken yaşanmış.

    bir gün metrobüste üzerlerinde galatasaray formalarıyla oturuyorlar, bir fenerli baba oğul geliyor yanlarına onlarda da formalar var.
    bizim alp sevimli tabii.
    fenerli baba başlıyor bizimkiyle konuşmaya: "gel seni fenerli yapalım" , "galatasaray zaten kötü oynuyor", "fener şampiyon olacak" falan diye konuşuyor da konuşuyor.
    bizim alp duruyor, duruyor.
    sonra patlatıyor bombayı : ibne fener !

    yine bir gün formayla taksiye biniyorlar. bizimki neşeli bir çocuk. taksicinin çok hoşuna gidiyor alp. "sen ne kadar neşeli bir çocuksun, benim de oğlum var hiç senin gibi değil, hep üzgün gibi duruyor, çok sinirli oluyor" diyor.
    alp :niye, fenerli mi?

    *
  • 39
    bugünden itibaren başına "eski" sıfatını koyup kendimi öyle tanımlayacağım kimliğim.yanlış anlaşılmasın bırakmadım tabiki takımımı yalnızca "eski galatasaray"lıyım artık.biri gelse noldu cimboma dese nolmuş canım daha dün bordeaux yu yendik dicem.kazım gelmiş dense yok canım baros tu o gelen dicem.nası elendiniz avrupadan denilse he ya süper çaktı kewell dicem.böyle eskiyi hatırlaya hatırlaya avutcam kendimi.çünkü ilk defa gerçekten bugün çok pis kandırıldığımı ve çok soğuduğumu hissettim.bu işte kimlerin parmağı varsa yazıklar olsun.başarı için tutma falan değil bu ne günler gördük ama artık farklı bi boyuta geldi olay.ne zaman o formaya yakışcak futbolcular gelir hale yola gireriz işte o zaman kaldığım yerden devam ederim.
  • 42
    galatasaraylı olmanın ayrıcalığını, farkını gösterin. kötüden örnek olmaz, biz onların yerinde olsak ne yaparlardı hepinizden daha iyi biliyorum, rakibe saygı gösterin. farklı olduğunuzu dosta düşmana ispat etme şansıdır bu günler. atatürk, izmir'de kıstırdığı venezoles'in sağlıklı bir şekilde yunansitan'a kaçmasına yol vermişti, osman paşa plevne'de kıstırlıldığında rus komutan saygı gösterip esir muamelesi bile yapmamıştı. fener forması sahaya çıksa 3 sezondan birinde zaten şampiyon olurdu. somut konuşabiliriz artık, aziz yıldırım bir daha asla fenerbahçe maçını canlı izleyemeyecektir, bundan büyük ceza var mı? kendine yapılmasını istemediğin şeyi, düşmanına bile yapma. tarih galatasaraylıya filozof olma, peygamber oma şansı vermiştir, bunu kullanın, galatasaraylı olmanın gururunu etrafınızdaki fenerbahçeliyle olan ilişkilerinizde gösterin.
  • 43
    hep tartışma çıkıyor ya sözlükte, kim daha galatasaraylı diye. hah, buna gerek yok işte. bunu ölçecek alet yok, vicdandan başka. vicdan diye boşuna demedim. bir resim var aşagıda.

    resmi çizen çocuk galatasaraylı işte. daha 4. sınıf ögrencisi, 9 ya da 10 yaşında olmalı. ingilizce ögretmeni* bir ödev vermiş, vücudun bölümlerini ingilizce yazın diye. cüneyt'in aklına galatasaraylı bir futbolcu çizmek gelmiş.
    cüneyt bilmez ki; ultraslan, rant, pegasus, yerine oturmak isteyen kale arkası taraftar, rijkaard taraftarı, rijkaard düşmanı, hakan şükür, cemaat, küçük hakan, niteliksiz entry, sözlükteki fenerbahçeli yazarlar, basketbol maçına gelmeyenin suratına tüküreyim falan filan. ona ne sorsanız galatasaraya baglıyordur mutlaka. ama saf sevgisinden. haklı çıkmak için kendini yırtıyordur mutlaka ama sadece rakip taraftar arkadaşlarına karşı.

    kendim dahil sizi bilmem ama bu çocuk galatasaraylı.

    http://captanoblogpics.files.wordpress.com/...12/galatasarayli.jpg
  • 49
    bir cemal süreya yazısı. galiba 2000'lere gelmeden önceki genel galatasaraylı karakterini anlatıyor. okuyunuz, okutunuz:

    milli ligin kuruluşundan sonra, doğal olarak, üç büyük kulübe anadolu’dan yeni transfer akışı azalmaya başladı. hatta, işin bir yerde sonunun geldiğini varsayanlar da var. en iyisi bunun kolay bir önyargı olduğunu söyleyerek konuya girmek.

    galatasaray taraftarı ayrık kişidir: çoğu zaman toplum içinde “ayrılmış”, ya da kendini “seçilmiş” sanan bir kişi. köşeye itilmiş değil, ayrı düşmüş.

    roman kişisi.

    posterini fenerbahçeli gibi başucuna koymaz; beşiktaşlı gibi arabasının camına yapıştırmaz. hem posteri değil, albümü var onun: yastığının altında saklar. albümünü kıskanır. bu yönleriyle ilginçtir ve öbürlerinden hemen ayrılır.

    bütün fenerbahçelilerin ve bütün beşiktaşlıların ortalaması alınabilirse, ortalama yurttaşın profili çıkar karşımıza.

    ortalama galatasaraylı üzerine düşünüyoruz ya, gerçekte. galatasaraylı tip, türkiye yüzeyinde hiçbir ortalamaya girmez. bir marjinal, bir vatikan, bir halet efendi, bir yara, bir düş kırıklığı, bir üstünlük, bir başarılar zinciri, bir doğal yapaylık, bir insan sesi… maç günleri dışında enikonu soğukkanlıdır. kibardır; hiç küfretmez, şemsiyesi her an hazır.

    gizli çılgın. drama içindedir.

    bilir: fenerbahçe’nin baba’ları, beşiktaş’ın dayı’ları, trabzonspor’un sahipleri vardır; kendi kulübünün ise, yöneticileri… galatasaraylı kendini kulübüne ilişkin görmez, sanki kulüp ona ilişkindir.

    fenerbahçeli doğulur.
    galatasaraylı olunur.

    kulüpte neler oluyor, yönetim kurulu, hatta onur kurulu üyeleri kimlerdir, bunları bilir. menacerle antrenör, onunla da teknik direktör arasındaki ayrımları iyi değerlendirir. rakip takımı nesnel biçimde irdeler. fenerbahçeli’nin tavla, beşiktaşlı’nın dama (trabzonlu’nun “sağlam” dokuz taş) oyunculuğu karşısında, satranççıdır o; fenerli gibi yalnız kendi pullarına, beşiktaşlı gibi yalnız boş karelere bakarak oynamaz; karşı hamleleri de izler. stadyumda oyuncular değil, masa başlarında taraftarla karşılaşsalar, şampiyonluk her zaman galatasaray’ın olurdu.

    bizans’ta nika isyanına (532) yol açan olayların içinde galatasaraylılar da (yeşiller) vardı; ama mutlaka. general belizarius’la birlikte o isyanın bastırılmasında da onların katkıları oldu. sonuçta hipodromda 30 bir fenerli ve beşiktaşlı öldürüldü.

    bugün de serbest giriş kartlarından en çok yararlananların galatasaray taraftarları olduğunu söyleyemez miyiz?

    anadolu’da genelde galatasaraylı olmak bir tepki sonucudur: galatasaraylı olma süreci bir azınlık ya da ayrıcalık itisinin verimleriyle beslenir. yalnız kişidir galatasaraylı. küçük, hatta görünmez tatlara fena alışmış gibidir. değişik içkiler arar. işyerinde ve çarşıda bir saygınlığı vardır. ne var ki bu durumunu evde her zaman sürdürmesi zordur. çünkü eşi ve çocukları fenerbahçeli’dir. her fırsatta “brezilya milli takımı’nın dünyanın fenerbahçe’si” olduğunu söyleyiverirler.

    ortalama galatasaraylı’nın soyluluk ya da yücelik tasladığını söylemek istemiyorum. olduğu kadarıyla ve kişisel nitelikleriyle öyledir de. ama genelev kadınlarının çoğunun galatasaray taraftarı olduğu da sık sık vurgulanmıştır.

    galatasaraylı’da seçkinlik ve dışlanma duyguları iç içedir. milletvekilleri, tiyatrocular, eşcinseller, bankacılar (özellikle bankacılar), yayımcılar… bütün bir galatasaraylılar kitlesi için de bu duygunun belirleyici öğe olduğunu söyleyebiliriz. galatasaraylı güç ve güçsüzlük gerçeğini, bencillik ve panik duygularını birbirine sarmalamıştır.

    fenerbahçelilik bir dindir, galatasaraylılık bir tarikat. ortalama galatasaraylı nakşibendi’dir; sünni mason; tanrıtanımaz mürit.

    her şeyde kendine göre bir düzey arar. yalnız ödül kazanmış kitapları alır. cüzdanındaki yüz liraları bile törenle çıkarır. çalıkuşu’ndaki kâmuran’ı anımsatır. beşiktaşlı’yı nedense küçümser; fenerli dostlarının yanında hoşgörü sözcükleriyle konuşur. aslında diyalog değil, sayrılı bir monolog içindedir. kulüp yönetimini başkalarına karşı her zaman savunur.

    geçmişiyle fazlaca övünür. ve geçmişi, mutlaka okula bağlar. evliya çelebi’nin anlattığı öyküyü kendi adına zenginleştirmek için çırpınır. gül baba, fatih sultan mehmet’e güller sunmuş; bunlar sarı kırmızı güllermiş… oysa ki evliya’da sarı-kırmızı diye bir şey yok. ama galatasaraylı geçmişe sahip olmak için çok şey yapabilir. hakkıdır da. evet, roman kişisi.

    fenerbahçeli bağıra bağıra çoğalır; beşiktaşlı çığlıklarla tükenir. galatasaraylı’nınsa ağzında, yerine göre alaycı, yerine göre çocuksu bir gülümseme vardır. o gülümseme alt dudağın bir yanını aşağı çeker. galatasaraylı o sırada aynaya bakmaktadır: cici necdet mi, sezar borjiya mı?

    cemal süreya - 99 yüz
App Store'dan indirin Google Play'den alın