• 476
    mâverâda söyleniş

    --- alıntı ---

    geldikti bir zaman sarı saltık'la asya'dan, 
    bir bir diyâr-ı rûm'a dağıldık sakarya'dan. 

    seyrindeyiz atıldığı sahilsiz enginin, 
    atmeydanı'nda ölmüş “enelhak” şehîdinin. 

    merhûm edirne şeyhi neşâtî diyor ki: “biz 
    saf aynalarda sırroluruz öyle gāibiz.” * 

    zâhid hayâl eder bizi meyhane zındığı, 
    bilmez ki sen ve ben hepimizdir tapındığı. 

    gāibde bir muhâvere geçmiş de pek hafî, 
    gaybî’ye söylemiş bunu idris-i muhtefî. 

    *etdik o kadar ref-i taayyün ki neşâtî
    ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız

    --- alıntı ---

    (bkz: yahya kemal beyatlı)
  • 477
    güze güneş

    gökyüzü şimdi bir güz şafağında kangren
    umut pazarında teşhir olacak sevda güdüsü
    sis örtünecek sözüm ona namuslu sokaklar
    ve yoksul güneş, gözümü kısmaya geliyor

    kat mülkiyetli mezarımın balkonunda
    gösterimde tütünümün soğukla dansı
    yukarıda yeniaydan bir öksüz karanlık
    ve yetim güneş, sabahımda tanı ağrıyor

    cesurkorkmaz (a.d.)
  • 478
    insanların içindeyim
    seviyorum insanları
    hareketi seviyorum, düşünceyi seviyorum
    kavgamı, kavgamı...
    kavgamı seviyorum.

    sen kavgamın içinde
    bir insansın sevgilim
    seni seviyorum.

    aydınlığın içindeyim
    seviyorum aydınlığı
    paylaşmayı seviyorum, eşitliği seviyorum
    kavgamı, kavgamı...
    kavgamı seviyorum.

    sen kavgamın içinde
    bir insansın sevgilim
    seni seviyorum...

    nazım hikmet ran
  • 479
    evet, isyan

    demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim
    göğsünde hazin ayak izleri eski şubatların
    onu yaralar kıpırdatıyor
    ve o sertelmektedir yaralardan
    kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
    saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran
    içimize güneşler bırakan nal sesleri.
    keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın
    varınca bayrakları, marşları duyuyorum
    başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor
    durup dineliyorum bütün taframla
    bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün
    hantal yüreklerin olduğu orda.

    kesik kolları var aşkın
    döl ve inat barındıran.
    hırpanî bir okşayışla akşam
    yanaşınca çocuklara
    ben karakavruk yüzümün arkasında
    kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
    bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
    halksa kal'am onu kal'a kılan benim
    boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
    çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.

    ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
    çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
    canlarım, kollarında parti pazubentleri
    dik başlar, erkek haykırışlarla
    göndere, en yukarlara çekiyorlar
    en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
    yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
    yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
    kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor
    köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?
    asfalt yakıyor genzimi
    asfalt adamlarını topluyor aramızdan
    yıkılıp omuzdaşlarının seslerine
    yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.

    ben merd-i meydan
    yani toprağın ve kanın gürzü
    güllerin bin yıllık mezarı bendedir
    yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
    insanların bütün sabahlarını merak ederim
    gök hırpalanmaktadır merakımdan
    ıtır kokan benim yumruklarımdır
    benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.

    alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
    vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
    vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
    zülküf de vursun.
    yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.

    ismet özel
  • 480
    haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
    demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
    dört bıçak çekip vurdular dört kişi
    yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu

    deli cafer ismail tayfur ve şaşı
    maktulün onbeş yıllık arkadaşı
    üçü kamarot öteki aşçıbaşı
    dört bıçak çekip vurdular dört kişi

    cinayeti kör bir kayıkçı gördü
    ben gördüm kulaklarım gördü
    vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
    hiç biriniz orada yoktunuz

    demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
    on üç damla gözyaşını saydım
    allahına kitabına sövüp saydım
    şafak nabız gibi atıyordu
    sarhoştum kasımpaşa'daydım
    hiç biriniz orada yoktunuz

    haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
    polis kaatilleri arıyordu
    deli cafer ismail tayfur ve şaşı
    üzerime yüklediler bu işi
    sarhoştum kasımpaşa'daydım
    vapuru onlar vurdu ben vurmadım
    cinayeti kör bir kayıkçı gördü

    ben vursam kendimi vuracaktım

    attila ilhan
  • 481
    içimde bir şeyler oluyor
    korkuyorum
    eşikte duran biri var tanımadığım
    rutubetli nefesi anahtar deliğinde
    gölgesi duvarlara salıyor köklerini
    perdeleri sıkıca çekiyor gölgenin elleri
    zümrüt gözlü bir yılan
    çörekleniyor baş ucuma
    islak ve kaygan
    bir açsam ağzımı kıvrılacak içime
    mideme, ciğerime ve kalbime
    zerk olmaya hazır zehir
    parlıyor gümüşi dişlerinde
    korkuyorum,
    bir şeyler oluyor içimde...
    neden ısınıyor kanım?
    etim kabarıyor, sanki bir yanım
    delinmek istiyor
    bir yanım delirmek,
    kulağımdan aksın aklım
    almadıysa teslim olduğumda beni
    o salkım salkım acılarım
    o gurur duyduğum yaralarım
    kapandıysa ben delirmeden
    yenilerini açarım.
    yoksa nasıl dayanır insan
    hiçbir şeyden korkmadan
    kapısı gecenin bir vakti
    karanlıkta çalınmadan
    çatal dilli bir yılan
    ona şiirler okumadan
    nasıl yaşar insan
    korkmadan
    aklının başında olduğundan
    hiç kuşku duymadan?
  • 483
    "- neden bu kadar tatlısınız?
    hayranlarınız merak ediyor.
    - kaç tane var ki?
    - bir tane kaldı, hepsini öldürdüm…"

    bir yoksun şiiri

    gözlerim açıkken
    buz tutmuş bir gölün
    huzursu sakinliğindeydi dünya
    şehir en derin uykuda
    köpekler gibi uzanmıştı kuytuda
    gözlerim kapanınca
    bombalar patlıyordu dört bir yanda
    istasyonda bir tren ağlıyordu
    araba lastiklerine işliydi cinayet sesleri
    gözlerim açıkken
    bir parça hüzne çalıyordu
    yorgun kemancı acı acı
    dingin bir akşam yorgunluğu
    sesinde bulmuştu birisi ilacı
    gözlerim kapanınca
    brutal inliyordu
    çirkin bir kadın vokalde
    metalik ve şeytani sesler
    kaynatıyordu kabında akşamı
    ve anlayamamıştı içimdeki
    bir parça insanlık, yaşamı
    çünkü sen yoktun yanımda
    her gözümü açtığımda…
    gözlerim kapanınca
    hep peçelendi kadınlar
    perde kalkınca açılıp saçıldılar
    çok kez sevişmeyi denedim
    senden öteye gidemedim
    vazgeçtim yaşımdan
    git artık başımdan

    her hatıranın bir sokağı var bu şehirde
    her gün üstünden geçtim, altını çizdim
    postalımla çimine bastım, duvarını boyadım
    her şey tamamdı da, bir sen eksiktin işte

    en dibe düşüyorum kutupların arasında
    seyahat ederken kendimden kendime
    gözlerim kapalıyken geldin hep
    gözlerim açıkken silindi şehrin beziyle
    dans ettim ağaç dallarına vuran
    rüzgarın soluk sesiyle
    bir valsimiz vardı oysa
    eminim bu şehir bile unutamadı
    ve eminim sen en güzel dansını
    benim üstümde ettin, kabul et
    bir de yakışıklı bir köpek vardı
    vardı aramızda meşhur bir adı
    senden sonra hiç karşıma çıkmadı

    sen gittin
    benden bana kalmadı
    şu kocaman kibirden
    bir damla fazlası

    gözlerim açıkken
    yordu beni güneş
    asılıyordu ensemdeki nefes
    ve bir ordu yüreğimin dövüş kafesinde
    eğleniyordu…
    gözlerim kapanınca
    soydu beni gecen
    üşüdüm ben!
    uykum sana geldi yine
    girince dünün tozu bir şiire
    kanser indi bütün şehire
    öldüm ben!

    cesurkorkmaz a.d.
    18 ocak 2020, 23.56
  • 484
    birlikte öğrendik seninle
    avcumuzda yüreği çarpan
    kuşa sevgiyi

    elele duyduk kumsalda denizin
    milyon yılda yonttuğu
    taşa sevgiyi

    tırtılları tanıdık seninle baharda
    tırtılken daha sevmeyi öğrendik
    sevgiden üreyen kelebeği
    toprağı evimiz gibi sevdik seninle
    birlikte sevdik kuru toprakta
    ev küren köstebeği

    köstebeğinden toprağına taşına
    tırtılından kelebeğine kuşuna
    elele sevdik bu dünyayı

    acısıyla sevinciyle sevdik
    yazıyla kışıyla sevdik
    köy-köy ülke-ülke

    gökler gibi sardı dünyayı
    yağmur gibi sızdı dünyaya
    dünya kadar oldu sevgimiz

    elele büyütüp elele derdik
    elele derip insana verdik
    verdikçe çoğalan sevgimizi
  • 485
    sen yürürsün rüzgar yürür
    sabahlar sığmaz olur gözlerine
    her adımda çözülür bir karanlık
    şafaklar çiçek sunar ellerine
    gün tutuşur
    dağlar aydınlanır
    yeniden aydınlanır
    yeniden canlanan bu yaşam
    türküler dizer saçının tellerine

    sen yürürsün rüzgar yürür
    alıp savurur beni saçların
    en kalabalık alanlara götürür
    bir cellat çıkar apansız
    bir fidan yeşermeden çürür
    ve kana bulanır ırmaklar
    baştan başa geçer kentleri
    kan temizlenir cellat ölür

    sen yürürsün rüzgar yürür
    mahpuslar soluğunla umutlanır
    toprak çatlar
    gökyüzü bıçak bıçak şimşeklenir
    görkemli bir yürüyüş başlar içimde
    ve bir tan vakti
    kırılır bütün güzellik yasaları
    ağaçlar aşk açar bahçelerimde

    sen yürürsün rüzgar yürür
    dallar eğilir
    yapraklar secde eder yürüyüşüne
    sular kabarıp dalgalanır
    köpüklü başlarıyla selamlar seni
    ve tanrılar kalır önünde
    ne beyler ne krallar
    seninle yazılır en büyük destan
    en güzel tarih seninle başlar

    sen yürürsün rüzgar yürür
    bir sevinç boylanır dünyada
    çocuklar korkusuz büyür
    kan boğulur susar
    dokunup geçtiğin her kuraklık
    yemyeşil bir vadiye dönüşür

    sen yürürsün rüzgar yürür
    bizi bu deprem günlerinde
    inan ki bir şiirsiz yaşamak
    bir de sensiz savaşmak öldür

    adnan yücel
  • 486
    bu gece için, kendi adıma önemli bir sinerji misyonu yüklediğim başlıktır. umarım beklenen gol gelir ve cesurkorkmaz kardeşiniz şu güzel turu geçer.*

    bu maç benim olur mu dersin?

    yüzünü ilk kez gördüğümde
    büyük bir maç heyecanıyla
    hissettim ben seni…
    önemli bir turdaydık avrupa’da
    sen çıkmıştın kurada
    zor takımdın.

    ilk maç senin evindeydi
    golsüz berabere bitti
    ve döndük eve.

    rövanş öncesi
    tek bilekte tek yürek
    bütün camia oldu kenet
    zafer yoluna…

    taraftar sesini bırakmaya gelmişti o gün
    önceki gece heyecandan uyumamıştı hoca
    geçen sene bırakmış kulübün efsanesi
    şeref tribününde yerini almıştı bile
    ve başkan locasında kibirinin üstünde oturuyordu.

    açıklandı ilk onbirler.
    kulübün geleceği parlak genç oyuncusu
    hocası tarafından yedek soyundurulmuştu
    oysa hiç üzülmedi çocuk, biliyordu
    o gün kulübede de bir görevi olduğunu

    sahaya indi takım.
    taraftar marşları yürekten bağırıyordu
    kaptan alışılmış o güven veren duruşuyla
    izliyordu arkadaşlarını sahanın ortasında

    hakem çağırdı, yazı-tura atıldı.
    kaptan tura dedi, tura geldi.
    hakem sordu: “top mu kale mi?”
    kaptan kaleyi seçti.

    ve çaldı ilk düdük
    oyuna sen başladın.
    hissediyordum
    titriyordu senin de ayakların
    geride top çeviriyordun öylece
    inanmıyormuş gibi kendine
    ilk dakikalar biz de bir şey oynamadık
    seninle karşılıklı pas hataları yaptık
    sen bana atıyordu topu, ben sana
    oyun sıkışınca dönüyordum yana
    ve bir an, takımda neden olduğunu bilmediğim
    öyle boş, öyle savruk oyuncum
    atacağı o basit pası
    takımındaki en iyi pasörün önüne yuvarladı
    forvetindeki tilki, hemen araya kaçtı
    adamın topu ona attı
    karşı karşıyaydı tilki
    maçın ilk şutunda golü yazdı:
    dakika dokuz, 0 – 1.

    üzüldük takımla, taraftarla…
    kendimize gelmek zaman aldı
    ve tatsız ilk yarıda son düdük çaldı.

    hoca çok kızdı içeride
    bağırıp çağırdı herkese
    sahaya geri inerken
    takımdaki herkesin aklında
    senin forvetinden bile kurnaz bir tilki vardı

    ikinci yarı başladı.
    hırslı, istekliydik.
    çabaladık dakikalarca
    ama zaman geçiyordu

    kaptan aldı topu bir an
    kafasını kaldırıp ileriye baktı
    ileriye uzun bir pas attı
    benim de forvetimde bir delifişek
    aldı topu, güzel bir plaseyle ağlarına bıraktı:
    dakika altmış altı, 1 – 1.

    golü bulunca daha çok inandık
    oyunu senin yarıya yığdık
    dakikalarca çalıştık, çabaladık
    ama bize turu getirecek gol
    çizginden öteye geçmiyordu
    sona doğru geldikçe risk alıyorduk
    bekler ileri gidiyor, geri gelmiyordu
    bir ortada defansından sekti top
    senin pır pır kanadının önünde kaldı
    sürdü topu, girdi sol taraftan ceza sahasına
    karşısında kaleci vardı, solundan yuvarladı topu
    ağlarımda asılıydı hüzün, gol oldu!
    dakika seksen bir, 1 – 2.

    bizim takım, inan turu çok istiyordu
    oysa şimdi bize iki gol gerekiyordu
    oyunu başlatıp, ileri çıktı takım
    sen de takımı geriye yaslamıştın
    yaptığım uzun ortalar
    senin defansındaki kulelerce püskürtülüyordu
    takımın her aldığını ileri dikiyordu
    birkaç dakika daha, eridi böyle.
    bir an pireden hallice sol bekime, geldi top
    açıktan ilerledi, orta yapacakken topa bastı, hop
    durdu, ceza yayının önüne yuvarladı
    topu aldı benim delifişek
    şut çekmek için ayağını kaldırdı
    senin defanstan iki koca adam
    cansiperane topun önüne atladı
    vurmadı delifişek, topukla geriye bıraktı
    şu ilk golde topu sana veren
    benim savruk adam aldı
    topla iki adım attı
    önünde işte mükemmel açı
    yaradana sığınıp vurdu
    üst direk, yer, üst ağların içi
    ve gol! taraftar çıldırıyordu.
    dakika seksen altı. 2 – 2.

    tekrar oyun başladı.
    bu skor tatlım, sana yarıyordu.
    soğutmak için oyuncu değiştirdin
    ben de o ara oyuna aldım benim şu çocuğu
    tuttum yarma stoperimi forvete yolladım
    hatta kornerlerde kaleci de gidecekti.

    top yine sahandan geçmiyordu
    biz de iyice yerleşmiştik senin oraya
    üstelik bütün maç zamana oynamıştın
    hakemin en az on dakika uzatma vermesi lazımdı
    ama ömrüme yedi dakika verdi, olsun yeterdi…

    o dakika bütün stad gümbür gümbür
    taraftar sesini rekorlara yırtıyordu
    bizim hoca gergin
    zaten bu sene
    iyi gitmedi işler ligde
    bu maçı alamazsa kovulacak gibi
    başkan, cebini yokluyor, kalp ilacını arıyor
    aman tanrım! şeref tribünündeki efsane
    ayağa kalktı, bir taraftar gibi bağırıyor

    bu maçı harbiden almamız lazım!

    bizim takım iyice ileri yerleşti.
    biz boyuna dolduruyoruz içeri
    senin kuleler boşaltıyor
    yerden oynuyoruz
    liberon kalecime şişiriyor
    benim parlak çocuk
    sahada kendini unutturmaya çalışıyor
    olmuyor, top bir türlü ona gelmiyor
    ama bir dakika, şimdi önüne düştü top
    bir çalım attı, sol yanından içeri girdi
    tanrım birini daha geçti
    ve benim delifişek altıpasta
    doksan artı üçüncü dakika

    delifişeğe çıkardı topu
    ve bu delifişek astı golünü
    kalbinin ağlarına...
    dakika doksan artı dört. 3 - 2
    spiker yüreğimdi, sesi kısıldı
    ve tur şimdi bana geliyor.
    ama söz tatlım
    beraber kutlayacağız.

    cesurkorkmaz a. d.
    26 ocak 2020, 3.08

    edit: son kısım güncellendi. bu maçın son anları halen oynanıyor, ama oldu gibi sözlük. böyle biraz tematik gibi oldu ama umarım yakın bir zamanda bu tuhaf şiirin bağlantısını sözlük sevinme duvarı başlığına taşıyabilirim.
  • 489
    erkek kadına dedi ki:
    - seni seviyorum,
    ama nasıl?
    avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya,
    çıldırasıya...
    erkek kadına dedi ki:
    - seni seviyorum,
    ama nasıl?
    kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
    yüzde hudutsuz kere yüz...

    edit : nazım hikmet'in bir ayrılış hikaye şiirinin başından alıntıdır. güzel şiirdir.
  • 491
    bilinen ilk tür şaiir aprın çor tigin'den:

    bilegüsüz yiti vaj[ır ti]yür
    bilegüsüz yiti vajı[r ti]yür
    vajırda ötvi biligligim tözünüm yarukum
    vajırda ötvi biligligim bilgem yangam

    kün tengri yarukın teg köküzlügüm bilgem
    kün tengri yarukın teg köküzlügüm bilgem
    körtle tözün tengrim külügüm küzünçüm
    körtle tözün tengrim burkanım bulunçsuzum

    günümüz türkçesi ile:

    bilenmeden keskin olan elmastır derler
    bilenmeden keskin olan elmastır derler
    elmastan daha keskin bilgilim, asilim, ışığım,
    elmastan daha keskin bilgilim, bilgem, filim.

    gün tanrıışığı gibi göğüslüm bilgem
    gün tanrı ışığı gibi göğüslüm bilgem
    güzel ve asil tanrım, ünlüm, koruyanım
    güzel ve asil tanrım, buda’m, bulunmazım
  • 492
    ne acayip gün
    hisarüstünde sessiz bir telaş
    boylu boyunca uzanmış
    taş kesilmiş hayat
    ve bir naaş
    kaldıranı yok yatıyor
    gözleri açık,
    bir kaç metre toprağa ve
    kar gibi beyaz kirece hasret
    son bir öksürük
    son bir nefes değil

    zamanın içinde donmuş
    yatıyor...

    selası yankılanır her gün
    gri akşam semalarında
    yüzleri kapalı
    ürkek bir kalabalık koşuşturur
    kaçmaya çalıştıkları şeyden
    kaçış olmadığını bile bile
    bir şehir boyundaki naaş için kalkar eller
    dualar ile
    güçsüzce kavrar kürekleri
    gözlerde korku
    havada korku
    toprakta ölüm kokusu

    ne acayip gün
    hisarüstünde
    hiç duyulmamış bir melodi var
    çalmayan okul zillerinde
    sokaklarda bitkin bir ordu gibi
    uygun adım gezer ölüm
    perdelerden sızar
    eşiklerden girer
    bitmez bu sessiz zulüm
  • 494
    sözlük, orhan velilerin nazım hikmetlerin şiirlerinin altına bu şiirleri koymam hakkında ne düşünülür bilmiyorum. ama şu hasta yatağında beni yazarken eğlendirdikleri için farklı bir değerleri var benim adıma. hastalığın adı: anal apse

    böylece anal apseyi şiire sokmuş olduk, sonuçta ayak nasırı da şiire girdiğinde önce bi tuhaf bulunmuştu.

    şiirler:

    mabad kasidesi

    şarab ile batsın güneş, mey ile yükselsin mah
    kadehlere değsin leb, tutuşsun al ile hercâi
    bu cihan'da kalmaz humârı bu sofraların
    ey rab, bir dokun da iyileşsin şu mabadum gayri

    bin tabibe sordum, ey tabib nedür ilâcım
    dedüler ilâcı yok bu derdin, yaradandan acın
    yaradan virmiş bir bela çekeni menem
    ey yüceler yücesi bu da senin utancın

    yattum tabib kucağına açtum mabad-ı felaketi
    ey sevgili gel de gör bu kanlu ibadeti
    eller bi-çare, ayaklarda derman yok
    içtum şerbetini amma tadamadum şehadeti

    ***

    kıskanır sıhhatini servinin
    ezelden hastaysa âdem
    gülistan olsa cihân
    diken batar ona her dem
    sağ lobun hem-derdi yoktur
    sol lobdan başka cihânda
    yetiş artık ey doktur
    derman kalmadı bu canda
  • 495
    kim bilir neydi ilk kelimem
    ilk kez ne zaman gördüm
    ay ve yıldızları ve
    ne zaman istemeyi bıraktım
    o parlak misketleri avcumda tutmayı
    ilk yazdığım harf neydi
    çizgili okul defterime
    ya da o harfi yazılmış yapan neydi
    öteki çizgilerin aksine?
    her biri bir pastel resimdi ve
    her biri bir hayatın ta kendisiydi
    geçmemişti ve şimdi de değildi
    ve bir daha gelmeyecekti

    çok uykulara daldım,
    çok derin uykulara
    bir tanesi ilkti
    bir tanesi ortanca
    ve sonuncusu geliyor, ufukta
    her derin uykuyla daha gözü kara
    her uyanışla biraz daha yakında
    başucumda
    belki oraya vardığımda
    hatırlarım yazdığım ilk harfi
    uzun bir yolculuğun sonunda,
    başka bir şehrin başka bir köşesini seyreder gibi
    başka bir pencereden, başka bir yatakta
    belki
    ay ve yıldızları yine isterim avcumda
    bu defa sımsıkı tutarak
    bu defa imkansızca
  • 496
    bir karat karantina

    mayısa yeni yağmurlar aldı tanrı
    sokaklarına insan koymayı yarına bıraktı
    binalardan olukta akan suyun sesini duyduk
    hasrettik ince camların ötesindeki her sıradan güne

    yağmuru getiren bulutlar güneşi incitir mi sabah
    bir tutam ışık dokunur mu müşterek yalnızlığa
    burada balkonda konser de vermiyor kimseler
    bir ben varım; bir de ıslığım ve şeytanım…

    şu zamandan sonra takvimlere inanır mıyız artık
    yakmışken bir baharı modern dünyanın şöminesinde
    aynada karış karış kırışıklar görüyorum alnımda, ne yazık
    yeniden genç olmak da var mı ölmeden yapılacaklar listesinde

    cesurkorkmaz a.d.
  • 497
    havza yollarında mustafa kemal

    muhmur dağın başında bir duman, bir duman,
    mustafa kemal’in başında daha bir duman
    dağ düşünür gündüz gece başından duman gitmez,
    mustafa kemal düşünür gündüz gece başından duman gitmez,

    dağların başında duman eksik olmaz,
    soy yiğidin başından duman eksik olmaz.
    mahmur dağının dumanlarına baktı da dedi.
    mustafa kemal, köroğlu olmak ne güzel şu dağlarda,
    tutmak gece gündüz denizlerin yolunu, yol vermemek,
    üşümek, ateş yakmak, yola düşmek ne güzel,
    bölmek orta yerinden gemilerin getirdiği güneşi,
    bir sana bir bana vermek ne güzel!

    çakal dağının eteğine vardı ki mustafa kemal,
    vakit alaca karanlık, dağın eteğinde bir kahve,
    kahvede düze inmiş eşkıyalar, karadeniz uşakları,
    kaynıyor erzurum işi semaver, çay demleniyor.
    uyanmış su, gözleri adamların, susuz gözleri sıcak,
    mustafa kemal baktı, tanıdı, hepsi halk.
    oturdular, hep beraber çay içtiler,
    ordan burdan, dereden tepeden konuştular,
    sabah güneşi gelip bağdaş kurdu bir yana,
    yarı karanlıktı yüzleri birden aydınlandılar,
    acı çekmiş, susamış, dağ çizgileri sert
    mustafa kemal’in gözlerinde tek tek ışıdılar.

    çıktı kavak yaylasına “oh!” dedi, mustafa kemal,
    ölmez be, insan bu vatanı sevince,
    halk kokusudur, güller çimenlerden gelir,
    ovaları sürenler aşağıda, ormanlarda bıçkı sesleri,
    dağılmış mahmur dağının dumanları
    çekip cümle türküleri bir dere ışıltısıyla akar.
    havza’ya vardım ki, kulağımızı koyalım bir,
    bağımsız yaşamak diyelim bir, dinle ne ses verir?
    havza pazarına inmiş allı morlu köylüler,
    çıkarlar ormanlardan gizli gizli çağıralım, bir,
    gelirler toplanırlar ateşimize, onlar için yaktık,
    özgür yüreklerin soluğunu üflesinler bir.

    sevelim dedi, mustafa kemal, sevelim bir,
    selâm verelim bir, selâm alalım bir,
    halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar,
    şu sabah çayını içelim bir, kardeşçe sıcak.
    yüzümüzü yunalım şu dereden bir,
    sonra kursunlar darağacını kavgamıza,
    asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden!

    ceyhun atuf kansu
  • 500
    adam yaşama sevinci içinde
    masaya anahtarlarını koydu
    bakır kaseye çiçekleri koydu
    sütünü yumurtasını koydu
    pencereden gelen ışığı koydu
    bisiklet sesini çıkrık sesini
    ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
    adam masaya
    aklında olup bitenleri koydu
    ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu
    üç ker üç dokuz ederdi
    adam koydu masaya dokuzu
    pencere yanındaydı gökyüzü yanında
    uzandı masaya sonsuzu koydu
    bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    masaya biranın dökülüşünü koydu
    uykusunu koydu uyanıklığını koydu
    tokluğunu açlığını koydu.

    masa da masaymış ha
    bana mısın demedi bu kadar yüke
    bir iki sallandu durdu
    adam ha babam koyuyordu.

    edip cansever
App Store'dan indirin Google Play'den alın