174
burası, üç aşağı beş yukarı aynı donanıma sahip olması gereken, aynı mesleği yapan insanların inanılmaz ücret uçurumlarına tabi olduğu bir ülke. üstelik o donanımların aynı olduğuna hükmeden kurumları eliyle insanlara verilen diplomalarla o meslekleri yapıyor o insanlar ve aldıkları ücreti çoğunlukla yaptıkları işin kalitesi değil başlarındakine yaranabilme ölçüleri belirliyor. tabi oldukları diyorum, çünkü "en tabii" haklarından bihaber bir şekilde, ücretlerini "toplu" halde belirleme çabalarından daha kolayı küçüklükten beri kendilerine belletilmiş olan baştakinin insafı olduğu müddetçe ve de patron algısı, "allah razı olsun, istihdam yaratıyor"un üzerine çıkamadıkça ancak "tabi" olunur.
dünya üzerinde hangi ülkede futbolsever olduğu iddiasındaki kişiler o sporu "yönetici" adı verilenler için izler? hangi yönetici messi'nin, iniesta'nın, ronaldo'nun, xavi'nin, mesut özil'in, rooney'nin, david villa'nın vs. vs. verdiği zevki sunabilir bizlere? bu her iş için geçerli aslen ama klasik bir ofis işinden çok daha fazla kişiye bağlı daha doğrusu yeteneğin önemli ölçüde belirleyici olduğu bir meslek futbolculuk. ve çoğumuzun farkında olması gereken şey bu ülkede keyfi yönetimleri yüzünden tabir-i caizse kulübe taktıkları borçları, futbolcuların parasını ödemeyerek telafi etme yoluna giden bir anlayış var. ben 26 yıldır bu ligi izliyorum, bunun en az 16 senesi naçizane biçimde bu işlere kafa yoracağım dönemlere denk gelmiştir. her sene değişmeyen şey bu ülke futbolunda oyuncuların paralarının ödenmemesi. kulüp adları ve oyuncular değişiyor sadece. bu daha mütevazı bütçeler varken de böyleydi, hayvani yayın ihalesi sonucunda kulüpler 10 milyonlarca tl'yi alırlarken de böyle. en kibar ifadeyle kendi şirketlerini bu mantıkla yürütmeye çalışsalar iki günde batacak, başkaları kendilerine bu yetkiyi verse ilk maaşı alamadan kovulacak adamlar bizim futbolumuzda pişkince yönetici adı altında geziniyorlar, üzerine bir de yalakalık üzerine yalakalık yapılıyor kendilerine.
yıllar önce rıza hoca göztepe'yi çalıştırırken bir maç sonunda serzenişte bulunuyordu. maçın hemen öncesinde kulübün borçlarından ötürü icra memurlarının geldiğini ve bunun için tek zamanın maç öncesi mi olması gerektiğini söylüyordu. bugün hakan kutlu'yu bir kısmınız dinlemiştir. benim bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla dünya üzerindeki en büyük ankaragüçlü bu adam, en azından çok az kimsenin bu kulüp üzerinde onun kadar emeği vardır. turgut doğan şahin'in gaziantepspor'a yok pahasına satılmasına dair kulüpler arasındaki protokolü eleştiriyordu. kendi kulübünü eleştiriyordu. kendi yönetimini. muhtemelen başka bir kulüpten, çoğumuzun kazancının bayağı fazlasını kazanabilecekken kendi cebinden harcayarak bu kulübü yaşatmaya çalışan hakan kutlu. bülent korkmaz-galatasaray, rıza çalımbay-beşiktaş neyse ankaragücü için aynı şeyi ifade eden adam.
genel bir kavramı tümden reddedip onun bileşenlerine laf etmenin yanlış olduğunu düşünürüm hep. o bileşenler sonucunda tümel hakkındaki görüşü oluşturmak daha doğru gelir. endüstriyel futbolu pek çok kişi eleştiriyor ama onu yaşatanlar arasında olduklarını ya fark etmiyorlar ya da işlerine gelmiyor. kahrolsun endüstriyel futbol dedikten sonra kulübün yeni sezonki forma politikasını, parayı bastırıp yıldız transferi yapmamasını, stadyumdaki konfor eksikliğini vs. vs. eleştirenler var, bunu sadece sözlükte değil her yerde görüyorum. istiyoruz ki bu işin bir endüstrisi olsun ama işimize geldiği gibi olsun. her çeşit ürün satılsın ama pahalı olmasın diyen vatandaşın o ürün çeşidini yakalamak adına piyasa oligopolistik olurken hatta kimi zaman tekelleşirken işinden gücünden olanlara üzülmesi gibi. halbuki bir insanın stadyumda daha çok konfor istemesi, daha iyi oyuncular olmasını istemesi, güzel formalar almak istemesi tabii ki garip değildir. aslında futbolun endüstrisi de garip değildir. peşinen endüstriyel futbola -bence- laf etmeyin, suç ekonominin değildir. garip olan -veya teknolojiye elinden geldiğince direnen, bu yüzden konuşulan pek çok şeye ve uğruna çıldırılan pek çok şeye anlam veremeyen benim için garip olan diyeyim- futbolseverin çıldırırcasına, her bir oyuncu için harcanan emeği göz ardı ederek dakika başı tüketme alışkanlığıdır. endüstriyel futbol derken eleştirdiğimiz hemen her şeyin arkasında yatan, bize dayatılan bu tüketme çılgınlığıdır. tekrar ediyorum suç ekonominin değildir, suç hızla büyüyen bu ekonominin bu halde olmasındaki tüm pay sahiplerinindir.
ilk başta yazdıklarınla bir üstteki paragrafın ne alakası var diyenler için bağlamaya çalışayım. bu ülkenin hayvani bir rakama yayınları ihale edilen bir futbol ligi var, ne sportif başarıyla ne de kimse kusura bakmasın gerçek anlamda sporun kendisine olan sevgimizle orantılı olan bir rakam bu üstelik. ve bu ülkenin bu liginin en köklü takımlarından biri göz göre göre batıyor, futbolun bizi esas ilgilendiren kısmını icra edenler, yani futbolcular paralarını alamıyor. üstelik, kimse kusura bakmasın adil bir sistem olsa ve işin içine başka türlü ilişkiler girmese hemen tüm takımların da batacağı bir sistem var önümüzde.
ben şahsım adına gerçek futbolsever için değil de "şımarık eğlendirmek" için kurulmuş bir düzene sahip futbol istemiyorum. üstelik üzerinde konuşulacak çok daha özel bir konuya, şike konusuna gelmemişken bile.
dünya üzerinde hangi ülkede futbolsever olduğu iddiasındaki kişiler o sporu "yönetici" adı verilenler için izler? hangi yönetici messi'nin, iniesta'nın, ronaldo'nun, xavi'nin, mesut özil'in, rooney'nin, david villa'nın vs. vs. verdiği zevki sunabilir bizlere? bu her iş için geçerli aslen ama klasik bir ofis işinden çok daha fazla kişiye bağlı daha doğrusu yeteneğin önemli ölçüde belirleyici olduğu bir meslek futbolculuk. ve çoğumuzun farkında olması gereken şey bu ülkede keyfi yönetimleri yüzünden tabir-i caizse kulübe taktıkları borçları, futbolcuların parasını ödemeyerek telafi etme yoluna giden bir anlayış var. ben 26 yıldır bu ligi izliyorum, bunun en az 16 senesi naçizane biçimde bu işlere kafa yoracağım dönemlere denk gelmiştir. her sene değişmeyen şey bu ülke futbolunda oyuncuların paralarının ödenmemesi. kulüp adları ve oyuncular değişiyor sadece. bu daha mütevazı bütçeler varken de böyleydi, hayvani yayın ihalesi sonucunda kulüpler 10 milyonlarca tl'yi alırlarken de böyle. en kibar ifadeyle kendi şirketlerini bu mantıkla yürütmeye çalışsalar iki günde batacak, başkaları kendilerine bu yetkiyi verse ilk maaşı alamadan kovulacak adamlar bizim futbolumuzda pişkince yönetici adı altında geziniyorlar, üzerine bir de yalakalık üzerine yalakalık yapılıyor kendilerine.
yıllar önce rıza hoca göztepe'yi çalıştırırken bir maç sonunda serzenişte bulunuyordu. maçın hemen öncesinde kulübün borçlarından ötürü icra memurlarının geldiğini ve bunun için tek zamanın maç öncesi mi olması gerektiğini söylüyordu. bugün hakan kutlu'yu bir kısmınız dinlemiştir. benim bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla dünya üzerindeki en büyük ankaragüçlü bu adam, en azından çok az kimsenin bu kulüp üzerinde onun kadar emeği vardır. turgut doğan şahin'in gaziantepspor'a yok pahasına satılmasına dair kulüpler arasındaki protokolü eleştiriyordu. kendi kulübünü eleştiriyordu. kendi yönetimini. muhtemelen başka bir kulüpten, çoğumuzun kazancının bayağı fazlasını kazanabilecekken kendi cebinden harcayarak bu kulübü yaşatmaya çalışan hakan kutlu. bülent korkmaz-galatasaray, rıza çalımbay-beşiktaş neyse ankaragücü için aynı şeyi ifade eden adam.
genel bir kavramı tümden reddedip onun bileşenlerine laf etmenin yanlış olduğunu düşünürüm hep. o bileşenler sonucunda tümel hakkındaki görüşü oluşturmak daha doğru gelir. endüstriyel futbolu pek çok kişi eleştiriyor ama onu yaşatanlar arasında olduklarını ya fark etmiyorlar ya da işlerine gelmiyor. kahrolsun endüstriyel futbol dedikten sonra kulübün yeni sezonki forma politikasını, parayı bastırıp yıldız transferi yapmamasını, stadyumdaki konfor eksikliğini vs. vs. eleştirenler var, bunu sadece sözlükte değil her yerde görüyorum. istiyoruz ki bu işin bir endüstrisi olsun ama işimize geldiği gibi olsun. her çeşit ürün satılsın ama pahalı olmasın diyen vatandaşın o ürün çeşidini yakalamak adına piyasa oligopolistik olurken hatta kimi zaman tekelleşirken işinden gücünden olanlara üzülmesi gibi. halbuki bir insanın stadyumda daha çok konfor istemesi, daha iyi oyuncular olmasını istemesi, güzel formalar almak istemesi tabii ki garip değildir. aslında futbolun endüstrisi de garip değildir. peşinen endüstriyel futbola -bence- laf etmeyin, suç ekonominin değildir. garip olan -veya teknolojiye elinden geldiğince direnen, bu yüzden konuşulan pek çok şeye ve uğruna çıldırılan pek çok şeye anlam veremeyen benim için garip olan diyeyim- futbolseverin çıldırırcasına, her bir oyuncu için harcanan emeği göz ardı ederek dakika başı tüketme alışkanlığıdır. endüstriyel futbol derken eleştirdiğimiz hemen her şeyin arkasında yatan, bize dayatılan bu tüketme çılgınlığıdır. tekrar ediyorum suç ekonominin değildir, suç hızla büyüyen bu ekonominin bu halde olmasındaki tüm pay sahiplerinindir.
ilk başta yazdıklarınla bir üstteki paragrafın ne alakası var diyenler için bağlamaya çalışayım. bu ülkenin hayvani bir rakama yayınları ihale edilen bir futbol ligi var, ne sportif başarıyla ne de kimse kusura bakmasın gerçek anlamda sporun kendisine olan sevgimizle orantılı olan bir rakam bu üstelik. ve bu ülkenin bu liginin en köklü takımlarından biri göz göre göre batıyor, futbolun bizi esas ilgilendiren kısmını icra edenler, yani futbolcular paralarını alamıyor. üstelik, kimse kusura bakmasın adil bir sistem olsa ve işin içine başka türlü ilişkiler girmese hemen tüm takımların da batacağı bir sistem var önümüzde.
ben şahsım adına gerçek futbolsever için değil de "şımarık eğlendirmek" için kurulmuş bir düzene sahip futbol istemiyorum. üstelik üzerinde konuşulacak çok daha özel bir konuya, şike konusuna gelmemişken bile.