9
90'lı yıllar tüm dünyada da türkiye'de de çok değişik bir dönemdi. bir yandan politik krizler, ekonomik çıkmazlar, global savaş tehditleri devam ederken bir yandan da insanlıkta çok güzel bir umut vardı. hele türkiye'de. 80 darbesinin etkileri geçmiş, çok partili sistem yeniden oturmuş, gençler biraz daha özgür ve yaratıcı olabileceğine inanmış, teknolojinin ve olanakların gelişmeye başlaması nihayet türkiye'ye de yansımış. sinemalarda eşkıya, ağır roman gibi ticari ancak kalitesi yüksek filmler arka arkaya vizyona giriyor, müzik dünyasında arka arkaya bir sürü efsane besteler çıkıyor, sporda galatasaray gözünü avrupa şampiyonluğuna dikmiş, eurovision'da bile yıllar yıllar sonra nihayet şebnem paker'le derece gelmiş. insanlar yarın güzel bir şey olabileceğine inanıyordu.
tarkan gözünü dünya devligine dikmişti. biz 80'lerden gelen "artık hedef avrupa" mottosu için deli gibi çabalıyorduk. nuri bilge ceylanlar, zeki demirkubuzlar sanatsal sinemanın yepyeni bir yüzünü ortaya koyuyordu. yaşar kemal'in nobel alacağı söylentileri her sene parlıyordu. cem yılmaz diye marjinal bir komedyen içimizde kalanları anlatıp olay yaratıyordu. aynı dönemde bu başarılara koşanlar medyada, mahkemlerde ve halk arasında dünya kadar baskı da görüyordu ama dedim ya o umut her şeyin rengini değiştiriyordu. her şeyin olduğundan daha iyi olabileceğine inanan çok kişi vardı.
işte o "daha iyi olma" umudu, pek çok kişiyi yukarı taşıdı o dönemde. umudun tükenmesi ise bazılarının vasatlığa mahkum olmasına, bazılarının yok olmasına, bazılarının da tam tersi yöne gitmesine sebep oldu.
yaşar da onlardan biri. 90'larda çok keyifli şarkılar yapan, attila ilhan şiirlerini besteleyen adam 30 yıl sonra darp raporu aldırmaktan bahsediyorsa o renk kendisinden değil, dönemin verdiği umuttan demektir. mesele sadece yaşar değil yani onu anlatmaya çalışıyorum.
koca bir dünya umudunu kaybetti 30 yılda. koca bir ülke, umuda bağlı tüm renklerini kaybetti. bakın o dönemde umuttan başka hiçbir şeyimiz yoktu ülke olarak. haliyle o umut gidince geriye şu anki cinnet ve delilik ülkesi kaldı.
tarkan gözünü dünya devligine dikmişti. biz 80'lerden gelen "artık hedef avrupa" mottosu için deli gibi çabalıyorduk. nuri bilge ceylanlar, zeki demirkubuzlar sanatsal sinemanın yepyeni bir yüzünü ortaya koyuyordu. yaşar kemal'in nobel alacağı söylentileri her sene parlıyordu. cem yılmaz diye marjinal bir komedyen içimizde kalanları anlatıp olay yaratıyordu. aynı dönemde bu başarılara koşanlar medyada, mahkemlerde ve halk arasında dünya kadar baskı da görüyordu ama dedim ya o umut her şeyin rengini değiştiriyordu. her şeyin olduğundan daha iyi olabileceğine inanan çok kişi vardı.
işte o "daha iyi olma" umudu, pek çok kişiyi yukarı taşıdı o dönemde. umudun tükenmesi ise bazılarının vasatlığa mahkum olmasına, bazılarının yok olmasına, bazılarının da tam tersi yöne gitmesine sebep oldu.
yaşar da onlardan biri. 90'larda çok keyifli şarkılar yapan, attila ilhan şiirlerini besteleyen adam 30 yıl sonra darp raporu aldırmaktan bahsediyorsa o renk kendisinden değil, dönemin verdiği umuttan demektir. mesele sadece yaşar değil yani onu anlatmaya çalışıyorum.
koca bir dünya umudunu kaybetti 30 yılda. koca bir ülke, umuda bağlı tüm renklerini kaybetti. bakın o dönemde umuttan başka hiçbir şeyimiz yoktu ülke olarak. haliyle o umut gidince geriye şu anki cinnet ve delilik ülkesi kaldı.