• 90
    sezon içinde aklıma gelen ama sırası değil diye yazmadığım bazı noktaları sözlüğe yazmak istiyorum şu sıra. hazır gündem görece boşken içimden atmak istediklerim var. bunlardan biri de eleştiri konusu.

    sosyal medya nesinin en büyük sığınaklarından biri oldu eleştiri kavramı. her şey gibi eleştiri kavramının da içi boşaltıldı ve faydası yok edildi. olumsuzu görmek - gördüğünü sanmak - insanlara kendisini zeki hissettiriyor. olumsuzu dile getirmek ise cesur ve güçlü. haliyle ne kadar aklı kıt, psikolojisi zedelenmiş, korkak ve basiretsiz insan varsa hepsi sosyal medyada eleştiri adı altında zorlama olumsuzluklar ve hakaretler pompalıyor bu yüzden. ortada olumsuz bir durum yokken bile olumsuzluk uyduranlar, gayet anlaşılabilir hata ve yanlışları objektif bir şekilde konuşup ders çıkarmak varken ortalığı yangın yerine çevirenler gırla.

    sosyal medya insanların aynı halatı bir arada çektiği yer olduğunda inanılmaz faydalar sağlarken - takım taraftarlarının kitlesel algıları yok etmesi, bazı cinayetlerin kamu baskısıyla çözülmesi, bazı suçluların gözaltına alınması, bazı politik sırların ifşa olması vs vs - insanların birbiri üstüne basmaya çalışarak kendini öne çıkarmaya çalıştığı bir platform olduğunda tam bir deli yuvası. bu deli yuvasının yangınını körükleyenler de eleştiri adı altında kişisel acılarını, eksikliklerini, mutsuzluklarını gidermeye çalışanlar. başkalarının üstüne basıp, kişisel öfke ve acılarını muhatabı olmayan alakasız kişilere yönelterek kendisini değerli hissetmeye çalışanlar.

    biraz ilköğretim bilgisi olacak ama yine de dursun bir köşede, bazılarının ihtiyaç duyduğu belli. eleştiri objektiflik, nesnellik ve tutarlılık ister. olayları meydana getiren koşulları analiz edebilme ve anakronizmden kaçınabilme yeteneği ister. sorgulayabilme, araştırabilme ve hepsinden önemlisi de özeleştiri ister.

    adam dün zaha'nın ndombele'nin gelme ihtimaline çılgınca sevinmiş, bu oyuncular gelip de istenen performansı vermeyince getirene düşman kesilmiş. "neden olmadı" diye kafa yorup çözüme katkı sağlayacağına kelle istiyor. sevinme yazısı da duruyor, kelle isteme yazıları da. tutarsızlığını gösteriyorsun, eleştirdiği yöneticinin de tıpkı kendisi gibi zaha'dan umutlandığını ama işlerin istendiği gibi gitmediğini, adamın geleceğini göremeyeceğini söylüyorsun, aynı yöneticinin hatalarından daha fazla olan onlarca faydasını sayıyorsun, sus pus. kendisine cevap verenlerin olmadığı an yine ortaya çıkıp aynı yöneticinin kellesini istiyor.

    bu eleştiri mi şimdi? hani objektiflik? hani olayları durumları kendi koşullarına göre değerlendirme? hani nesnellik, hani özeleştiri? yok. çünkü öyle bir yara var ki adamda, kişisel öfkesi için birini kurban seçmiş, tutanabileceği bir dal bulmuş, gerçekleri ve koşulları zerre umursamadan o dala sımsıkı tutunuyor: kişisel öfkesini ve acılarını o kişinin üstüne kusuyor. seni asla dinlemiyor çünkü derdi düşünmek değil, özel hayatından kaynaklanan duygularını boşaltmak. "daha birkaç ay önce tam tersini yazdığım yazılar dururken beni kim niye ciddiye alsın" diye bile sorgulamıyor. eski yazılarını bile silemiyor. "yanılmışım" bile diyemiyor. insanların yanılabileceğini kabul etmek zorunda kalacak çünkü o zaman. öfke ve nefret kusamayacak. yarasının acısına uyuşturucu basamayacak. yani adamın derdi yönetici filan değil, kendi kavgası. ve bunu biz çekmek zorunda kalıyoruz.

    eleştiri adı altında milyonlarca insanın kişisel olumsuz duygularını görüyoruz aslında. sevgilisi terk eden, aldatılan, işsiz kalan, parasızlık çeken, işinde ve hayatta başarısız olan ne kadar adam varsa hepsi bir konunun bilirkişisi, uzmanı. hepsi azla yetinemeyen elitler, hepsi her şeyin en iyisini herkesten çok bilen über insanlar olup çıkıyor sosyal medyada.

    eleştiri kavramının içinin bu kadar boşaltılması, canı bir konuda yananın öfkesini başka bir şeyden çıkarıp kendini iyi hissetmesi toplumsal dinamiklere de, insan psikolojisine de, eleştirilen konu ve kişilere de ciddi zararlar veriyor.

    zamanın ruhuyla kavga edilmez. şu anki gerçeklik böyle. ama en azından aklını biraz olsun kullanabilen insanların gördükleri "eleştiri"lerin büyük bir kısmının "eleştiri" olmadığını bilmesinde fayda var. yaralı egoları dümenden biraz olsun uzaklaştırıp biraz daha gerçekçi tahliller yapabilmek için iş aklı başında olanlara düşüyor çünkü.

    son olarak hem bu "eleştiri" bağımlısı acılı arkadaşlara hem de aklı daha başında olanlara söylemek istediğim bir şey var: insanlar birbirinin muhatabı da düşmanı da değildir. herkesin derdi hayatla. insanlar sadece aynı noktada durup aynı gökyüzüne bakan ve aynı aczi paylaşan sınırlı canlılardır. bu yüzden olumlu ya da olumsuz duygular oluşturmak için başka insanları araç kılmaya çalışan herkes öyle ya da böyle kaybeder ve kaybettirir. soyut kavramlarda, yani kendi içinde arayan ise kendi dengesini bulur. ne kadar dengeli insan olursa topluluk da o kadar düzelir. oyun teorisi ve zen. daha huzurlu bir hayat isteyen herkesin biraz bunlara kafa yormasını öneririm.
App Store'dan indirin Google Play'den alın