• 49
    dünya'nın hangi ülkesinde olursa olsun, ister almanya'da ister yeni zelanda'da, yurtdışında yaşayan türklerde iki eğilim güçlenir; dindarlık ve milliyetçilik.

    ikisinin güçlenme nedeni de aynı.

    alışılmış ortamlardan uzakta, insanlar farklı bir kültürel kimlik ile karşılaşıyorlar ve o yabancı kimlik, kendilerini kabul etmiyor, dışlıyor. kendilerini ikinci sınıf ve aşağılanmış hissetmeleri sonucunu veriyor.

    ardından korku başlıyor. karısını, kızını, oğlunu, ailesini yitirme korkusu… kimliğini yitirme korkusu… yurdunda duymadığı bir gereksinme duyuyor. dayanışma gereksinmesi… başını dik tutma gereksinmesi… "ben de varım" durumunu kanıtlama gereksinmesi…

    ve yurdunda iken camiye gitmeyen, gitmeye başlıyor… başını örtmeyen, örtmeye başlıyor… tarikatlarla ilişkisi olmayan, kurmaya başlıyor… bayrağa çok da önem vermeyen, vermeye başlıyor… gruplaşmalara, dernekleşmelere girmeyen, girmeye başlıyor…

    kaybolmamak, ezilmemek için kimisi dine sarılıyor, kimisi milliyetçiliğe. kılığı ile davranışı ile ilişkileri ile farklılığını kanıtlayınca da, başı bir anlamda dikleşiyor.

    rahatlıyor: yaşadığı yabancı ülkeye “ben artık senin oyununu oynamıyorum!.. ben kurallarını bildiğim, kendi oyunumu oynuyorum!” tıpkı futbolda yenileceğini anlayınca, “ben futbol oynamam, güreş yaparım” der gibi!

    bilinmeyeni, ölümden sonrasını, nereden gelip nereye gittiğimizi, bir yüce güce dayandırarak açıklamazsanız yaşam tüm anlamını yitirebilir. bu nedenledir ki, tanrı da, din de -bazı istisnalar dışında- hemen her insan için bir gereksinmedir. ama bu dünyada aradığını bulamayan için daha büyük bir gereksinmedir.

    insan güven arar. yalnız olmadığını bilmek ister. “biz” diyebilmek, başkaları ile bir dayanışma içinde olduğunu hissedebilmek güç verir. bu nedenledir ki, milliyetçilik de, -bazı istisnalar dışında- hemen her insan için bir gereksinmedir. ama kendini yabancı bir ülkede ezilmiş, dışlanmış hisseden için daha büyük bir gereksinmedir.

    öyleyse, yurtdışında yaşayan türkler için, dinsel ya da ulusal kimliğe “abartılı bir biçimde” sarılmanın dışında bir seçenek yok mudur? avrupalıya ters düşmeden, ikinci sınıf konumuna kendi kendini mahkum etmeden, “ben sana eşitim” anlamını taşıyabilecek başka bir kimlik yok mudur?

    vardır!

    atatürk’ün anadolu insanına kazandırdığı “çağdaş insan” kimliği… batı’ya karşı batı’nın düzeyine ulaşma istencine sahip bir kimlik…

    dinine saygılı, ama laik… ulusal değerlerine bağlı, ama insancıl… kökeninden kopmamış, ama evrensel… geçmişiyle onur duyan, ama ulusların eşitliğini
    savunan…

    1930'ların sonları... nazizm tehdidi avrupa’da hızla yayılmaya başlamıştı.

    hitler’in baskısından kaçan çok sayıda bilim adamına, sanatçıya, yazara amerika birleşik devletleri kucağını açmıştı. varlıklı ve demokratik bir ülke olarak, onların istediği tüm koşullara sahipti. ama içlerinde dünya çapında olanların da bulunduğu, tam 142 tanesi atatürk’ün ülkesini seçti.

    niçin?

    niçin varlıklı ve demokratik bir ülkeye, yoksul ve demokrasiyi kurma savaşımı veren bir ülkeyi tercih ettiler?

    saygı ve heyecan duydukları için…

    ahmet adnan saygun’un “yunus emre oratoryosu” yıllar önce new york’ta, birleşmiş milletler’de çalınmıştı. ve o güne kadar türk temsilcilere biraz küçümseyerek bakan batılı diplomatların birden tavırları değişmişti.

    niçin?

    artık onları kendi düzeylerinde görmeye başladıkları için! yunus emre yerli olduğu, ama oratoryosu ile evrenselleştiği için!

    tarih lenin’i, tito’yu değil, atatürk’ü haklı çıkardı.

    milliyetçilik ilkesinden laikliğe, halkçılıktan cumhuriyetçiliğe, atatürkçülüğün haklılığı ve geçerliliği, yaşanan tarih tarafından kanıtlanıyor… kemalizmin ürünü olan “laik cumhuriyetçi” kimliğin evrenselliği, her geçen gün biraz daha gün ışığına çıkıyor.

    yurtdışında yaşarken çocuklarına onur verici bir kimlik kazandırmak isteyen türklerin bulunduğu her yerde atatürkçü düşünce dernekleri açılmalı!.. aşırı dinci ve aşırı milliyetçi kuruluşların karşısına, “çağdaş” bir seçenekle çıkılmalı!.. ya da gelecek kuşak anadolu insanının, avrupa yaşamına ve kültürüne entegre olamadığı için o ülkelerde istenmemesini ve dolayısıyla “avrupa’nın zencileri” olmasının utancını taşımayı şimdiden kabullenmeliyiz!.. kimsenin bunu kabullenmek istediğini sanmıyorum.

    “biz avrupalı türkleriz!” der gurbetçiler.

    güzel! ama bunu avrupalılara da kabul ettirmenin tek bir yolu var: atatürk devriminin kimliği ve heyecanı ile karşılarına çıkmak.
App Store'dan indirin Google Play'den alın