• 1381
    geçenlerde bir arkadaşla kadıköy civarında bir seyyara denk geldik. armut iyiydi. armut aldık. bir banka oturduk. armut yedik. günlerden fenerbahçe v fatih karagümrük. birileri sürekli gol diye seviniyor. illegal yayın, legal yayın birbirine geçmiş sanırsınız.

    “sahi” dedim, “galata’nın maçı n’oldu? oldu mu?”

    “hiç bilmiyorum,” dedi. “bir kırgınlık var üzerimde sanki.” kıçı açıkta uyumuş gece. her tarafı ağrıyormuş.

    neyse. şakası bir yana. bir şeyin farkına vardık. uzun zamandır süper lig izlemiyorduk. topçuları bilmiyorduk. bense yaklaşık 8-9 aydır toplasanız aşağı yukarı 6-7 galatasaray maçı izlemişimdir. bir anda oldu her şey sanıyorum. bir an geldi. izlemeyi bıraktık topyekun. ama tam bırakamadık. bağımlılık adı ne olursa olsun bırakmıyor sizi. transfer falan takip ediyor, illaki on bir dizip futbolun mastürbasyonunu yapıyorsunuz. o da başka bir bağımlılık. evet. ilk on bir dizmek mastürbasyondur. ama konumuz bu değil.

    acaba galatasaray kötü diye mi oluyordu bu? oysa serie a’nın sonuncusuyla sondan birincisinin maçını keyifle izleyebiliyorduk. aynı şey değil. aynı şey hiç değil. gönül bağı denen bir şey var ortada. aynı heyecan değil. başka bir bakımdan ise sadece galatasaray ile alakalı bir konu da değildi bu sanki. çünkü süper lig takip eden insanlardık biz. iddaa denen illet vardı bir de. batum otobüslerine az para harcamadık. artık yok.

    galiba galatasaray ile ilgili değildi bu. hem de hiç değildi.

    birer armut daha yedik.

    “hiçbir şey yapmıyoruz,” dedi. “bok gibi yaşıyoruz resmen. bok gibi bir durumdayız. her şey öyle. lan tek bir şey bile iyi olmaz mı? bir şey olsun lan! hayır yani, beleşe lokma bile yok! lokma dağıtmıyor kimse oğlum!”

    lokmayı pek sevmem. ben armut yiyordum. en azından armut iyiydi. ve ah o alemefruz kadın!

    biliyor musunuz? bunlar kişisel hayatımızla alakalı değildi. kişisel hayatımız tıkırında bir şekilde. ama memleketle o kadar çevrelenmişiz ki… her şeyi kendimize dert edebiliyoruz. memleket hali, o kadar işlemiş ki içimize? yapabilecek durumda olsak bile, içimizden bir şey yapmak gelmiyor. o isteği kaybettik biz.

    ah! galiba bu yüzden. umursamamaya başlamak anı gibi bir şey oldu. umursamamaya başladım. çünkü elimden bir şey gelmiyordu. konjonktür ise değiştirmek istesem bile değiştirmeme izin vermezdi. değiştirmek isteyen birine de izin vermezdi. ben meselesi değil bu. küskünlük meselesi de değildi bu. umursamazlık istediği… evet.

    x = (kendine edilen dert) = ~sonsuz

    (x - 1) = hayat biraz daha yaşanılabilir illuzyonu = (~sonsuz - 1) = sonsuz

    memleket en güzel, kavun ve peynir masasında kurtarılır. biz armut yiyorduk. memleket kurtaracak nevalemiz yoktu. en azında türk futbolunu kurtaralım o halde.

    bu konuyu çokça konuştuk. çoğu ortamda şöyle bir düşünceye gelebiliyor muhabbet: “birileri geliyor, birileri gidiyor. ama değişen hiçbir şey yok. yine aynı şeyleri konuşuyoruz. hakemleri, mhk’yi, pfdk’yi, tff’yi, tff başkanını… bir kişi de değiştirmedi şu düzeni.”

    mesele tam olarak da burada değil mi zaten? birilerinin değiştirmesini beklemek… inandığım bir şey var ki o da böylece değişmeyeceği. kim, nasıl değiştirebilir ki? ve neden değiştirsin ki?

    tff temellerinden çürümüş bir kurumdur. siz diyorsunuz, o kurum dursun, o kurum yine kendi içinde bir başkan seçsin ve o başkan bir şeyleri değiştirsin. o çürümüş yapının içinden gelen kişiden bekliyoruz bunu. yetiştiği gelenek belli. gördüğü, tecrübe ettiği yordam belli. bunu iyi veya kötü anlamda söylemiyorum. alışkın olduğu bir düzen var artık.

    mesela bizim fındık bahçelerimiz vardır. vaktiyle dedim ki ben bu bahçelere bir ziraat mühendisi getireyim, bir baksın, yolunu yordamını göstersin, reçeteyi kessin, uygulayalım. adam geldi, anlattı. işte şu kadar gübre atın, dalları şu kadar budayın vesaire. çok geçmedi, bizim bahçelere bir kat daha gübre atıldı. fındık dalları yeterince ve söylendiği gibi budanmadı. fi tarihindeki atanın zamanında bu dalları fındık basıyordu. yapılması gereken barizdi. anneannem öyle diyordu. fındığın olmamasının nedeni ise gayet açık ve aşikardı: bahçeden cünüp geçmişti.

    evet.

    bahçe kırklandı. 40 nefes üflenmiş suyla gusüllendi. teyemmüm tutmuyordu. giresun sulak memleket malum. çok şükür. allah’ın izniyle, 2 yıl fındık olmadı. atamızın ruhu da kabrinde rahattı. çünkü fındık yerde kalmamıştı alimallah. bizim büyük ata beyler, işleri güçleri yok, mezarlarından kalkıp bahçelerde fındık kalmış mı diye kolaçana çıkıyordu. bunu herkes bilirdi.

    öyle görülmüş. öyle yetişilmiş.

    mesela her köy muhtarı eş dost akrabanın yolunu verirdi önce. çünkü önceki muhtardan öyle görmüştü. öyle yapmayacağını söylese de başka bir şey görmemiş ki! akıl “bizimkini bir halledelim de sizinkini de sıraya aldım,” mantığıyla çalışıyor. bunu kötü düşündüğü için mi yapıyordur? belki. ama bir yerde kendisinden sonra yapacağı için bunda bir yanlış görmüyor. çünkü öyle görmüş.

    anlayacağınız bu tff ile olacak şey değil. kurum olarak tff’den bahsediyorum. “a” kişisinin başkanı olduğu tff’den bahsetmiyorum. fark etmez. onu seçen de tff çünkü. diyebilirsiniz ki türkiye’de ne zamandır tff başkanı seçilmiyor, atanıyor veya işaret ediliyor. işaret edileni seçen, özerk bir kuruma atamayı kabul eden kongre üyelerinden kurulu tff oluyor o zaman bu. peki biz böyle bir tff’den ne bekliyoruz? diyelim her şey değişti? bu tff’de ne değişecek/değiştirecek?

    anarko slogan ile reklam arası: “tff boşalsın, futbola özgürlük.”

    hatırlarsınız bir ara beşiktaş taraftarı, mhk başkanının istifa etmesi yönünde büyük bir kamuoyu yaratmış, onlara destek olmayan herkesi de işbirlikçi/işine-gelirci ilan etmişti. o zaman aslında galatasaray taraftarının çoğu “yetmez! tff başkanı da istifa etmeli” demesine rağmen üstelik. bilin bakalım zamanın tff başkanı kimdi? evet. yıldırım demirören… o zamanlardan kimse kalmadı. ne değişti?

    biz hala hakem konuşuyoruz. biz hala masaya yumruğunu vurmayan yönetici konuşuyoruz.

    kısır döngü… sanırım artık altın günü de olmuyor. kısır yerdik.

    ağla!

    yapı bozuk maalesef. bu bozuk yapının içinden birinin çıkmasını beklemek saçma geliyor bana. yeni bir insan kaynağının yetişmesini beklemek de saçma. dedim ya yukarıda. bozuk bir sistemin içine, sistemi bizzat bozmuş veya bozulmasına ses çıkarmamış kimselerin arasına yeni insan gücü alacaksınız. o insanlar bu bozulmuş sistem içinde zaman geçirecek, bu sistemin yöntemlerini öğrenecek.

    diyelim, çok acayip bir şey oldu ve bu kurumdan sistemi değiştirmek isteyen bir “genç osman” çıkacak. yerler o genç osman’ı riva yedikule’de… hayır, yani seçmezler demek istiyorum. niye seçsinler? belli ki riva’da herkesin keyfi yerinde ve keyfi yerinde olacak gibi duruyor bu gidişle. türk futbolu on numero, “beş yıldız”, güllük gülistanlık…

    anlayacağınız eksideyiz. o halde neden sıfırdan başlamıyoruz? sıfır numara kabadayının raconu afilidir. bu zamana kadar tff’nin yanından uzağından geçen kimseyi sokmamak lazım bana kalırsa. evet, kurunun yanında yaş da yanar ama böyle de bir yere varamıyoruz.

    çok iyi hakemlerimiz varmış mesela. öyle duydum, öyle diyorlar. en bariz örnek belki bu. mevcut hakemler kötü diyoruz. ama arkadan iyi hakem geleceğine inanıyoruz. ama arkadan gelen hakemlerin, “ağabey”leriyle ortamlarının aynı ortamlardan geçtiklerini hiç hesap etmiyoruz. bu hakemler derneği denen bir şey sanırım. ordaki durumu anlatmıştı biri, kimdi yahu o? ağabeyine selam vermeyenin maç verilmediğini dedikodu ediyordu. gerçek mi bu?

    sıfır numara delikanlı…

    hayır. yani her şey iyi olacak demiyorum. yeniden aynı teşkilatlanma olabilir yani. her ne kadar resetleseniz de…

    sahi derbeder bakunin ile kral marx’ın arası niye açılmıştı?

    insan bu. ideali arayabilir, ama ideale ulaşamaz, ancak yaklaşabilir. yaratımı böyledir çünkü.

    ideal: hatasız bir oyun yönetimi. imkansız. ideale yakın olan ise şeffaflık ile olabilir. “var” kayıtlarını tamamen şeffalaştırırsınız. hakemlerin her oyun sonu verdiği kritik kararları noktasında, neden öyle karar verdiğini anlatmasını istersiniz. kurumları, insanları; tff’yi, mhk’yi, hakemliği neden yıpratıyorsunuz ki? yanlış karar vermiş olabilir. ama bilinir ki o yanlış karar şeffaflaşmıştır. arkasında ne olduğu sorgulanmaz. insan hatasıdır. ondan sonra o insan kaynağı ile ne yapacağınıza siz karar verirsiniz. yanlışları düzeliyor ve azalıyorsa herkes görür zaten bunu.

    hayır. saklayacak neyiniz var? hayır yani. sporcular çıkıp röportaj veriyor. teknik direktörler çkıyor demeç veriyor. belki yerden yere vuruluyor ama yapıyorlar bunu. futbolun öznesi olan hakemlerin ne gibi farklılıkları var?

    anadolu ve rumeli hakemlik yüksek ağabeyliği…

    öyle yani.

    ulan olmuyor işte. yine umursadım.

    umursamasaydım cırcır olacaktım. o kadar armut yenir mi aç karna!
App Store'dan indirin Google Play'den alın