26531
oynatmaya karar verdiği oyunu sevmiyorum. türk futbolunda kendisiyle özdeşleşen önde presten vazgeçmiş olmasından fena halde rahatsızım. avrupa'yla makasın aşırı açıldığı yönündeki sözlerine şiddetle katılmıyor, bu konuda kendisinin işaret ettiği ufuklara mütenakız bir tavır takındığını düşünüyor, doğru planla ve iyi bir organizasyonla çok iyi işler yapabileceğimize inanıyorum. özellikle yaşı kemale ermiş yerli futbolculara (şener, jimmy) güvenerek kadro mühendisliğinde fahiş hatalar yapabildiğini düşünüyorum. eskiden çok daha cesurca vurabildiği neşteri vurmakta artık geç kaldığını düşünüyorum.
buraya kadarki kısım birçok taraftarın, "fatih terim taraftarı" olarak itham edilenler de dahil, zaten kabul ettiği eleştiriler. galatasaraytarihinin en büyük efsanesi hakkında konuşulduğunun şuuruyla üsluba dikkat ederek bu konularda kitap yazılsa itiraz edilmez. bunlara dayanaksız itiraz eden de hakikaten itham edildiği gibi biat kültürüyle hareket ediyordur.
ve fakat rahatsız edici olan, insanı çileden çıkaran bu eleştiriler değil. birincisi alelade bir insandan bahsediyormuşçasına takınılan üslup. ikincisi eleştiriler inşa edilirken bilerek veya bilmeyerek gözden kaçırılan ve insaf sınırının aşılmasına yol açan önemli noktalar. üçüncüsü de hoca döneminde yaşanılan başarıların yarattığı özgüvenin sınırları aşarak kendini bilmez bir kibir haline bürünmesi.
üslupsuzluk hayatımızın her alanına tecavüz etmiş devasa bir problem olduğundan oraya hiç girmiyorum. gözden kaçırılmasıyla insaf sınırlarının aşıldığını düşündüğüm noktalarla başlıyorum.
bu kulüp, bir daha seçilme hırsıyla hareket eden başkanının ihtirasları uğruna 2017yazında tarihinin muhtemelen en büyük kumarını oynadı. ihtiyat akçesiyle, kariyerinin sondan bir önceki durağına gelmiş kaliteli futbolcuların ağırlıkta olduğu bir kadro kurup "rest" dedi. her parçada en garanti yolu tercih edip en önemli parçada yanlış hamle yaptıklarını gördüklerinde çalınabilecek tek kapıyı etekleri tutuşarak çaldılar. bu kumarı hoca oynamadı, oyunun yarısında "hocam yetiş kaybediyoruz" denilerek çağrıldı.
bugün çoğunluğun "ligde şampiyon olsak ne" dediği, bazılarımızın daha da ileri giderek "şampiyonluk umrumda değil, artık gitsin" noktasına varabildiği o 2 şampiyonluk bizim için başarı bile değildi, zorunluluktu. o şampiyonlukların maddi gelirleri kasamıza girmeseydi ne hale düşeceğimizin simulasyonu az aşağı semtimizde, dolmabahçekıyılarında duruyor. dolayısıyla hiç öyle "lig şampiyonluğu da ne ya, ne oynadığımız belli değil. olmaz olsun öyle şampiyonluk" diyebileceğimiz bir lükse sahip değiliz. uzunca bir süre olacağa da benzemiyoruz.
bu 2 şampiyonluk kazanılırken neler olduğu da sanırım unutuluyor. n'diaye satıldı, tarzının çok dışına çıkıp donk-fernando'lu bir orta sahayla pragmatist davranmak zorunda kaldı. "ben sol bekte sağ ayaklı futbolcu kullanmayı tercih etmem" cümlesini kurduktan 1 ay sonra, transferin son gününde kişisel bağlantısıyla sağ ayaklı nagatomo'yu almak zorunda kaldı. dışarıda bırakılmış donk'tan, garry rodrigues'ten, linnes'ten, sinan gümüş'ten sineğin yağını çıkarırcasına verim aldı, almaya mecbur olduğumuz şampiyonluğu aldı.
sonraki yaz, garry satıldı, yeri kiralık ve son birkaç ayı oynamadan geçmiş onyekuru'yla dolduruldu. tahtanın kapanmasına yarım kala yeni forvet alınacağı vaadiyle kandırılarakgomis satıldı, tek santrafor eren derdiyok'la 3 kulvarda cepheye sürüldü. devre arasında "bekleyin, yazın satalım. parasını da yaz aylarında daha verimli kullanırız" denilmesine rağmen ozan kabak satıldı, istifanın eşiğine getirildi. bütün ocak ayı boyunca verdiği listede, türlü skandallar yaşanarak transfer başarısı sağlanamadı, yan semtten santrafora 10 milyon euro gömüldü. içeride tüm bu kaos yaşanırken dışarıda ağzını açsa asgari cezayı 3 maçtan başlatan federasyona karşı hemen hemen tek başına bir psikolojik savaşı yürüttü. kan gölünü yarattı, içinde yıkandı, elinde yine şampiyonluk kupasıyla çıktı.
6 ay önce 10 milyon sayıp aldığı, yarım devrede 11 gol atan forveti için "tek hedefimiz diagne'yi satmak" demecini verenlerin galatasaray'da transferi yöneten kişiler olduğu bir ortamda 2019 yazının faturasının ne kadarı hoca'ya kesilir emin değilim. ama diyelim ki tamamı kesildi. sezon başladıktan 2 ay sonra hatasını kabul etti, "ocak'ta değişeceğiz" dedi. takımla adamakıllı çalışma fırsatını bulduğu ve sadece 2 kiralık genç transferi yapılabilen ocak ayından, arada da "fikir ayrılığı olmaz, fikir ayrılığı olursa yol ayrılığı olması gerekir" sözleriyle tehdit ve tahrik edilen fatih hoca yepyeni bir oyunla çıktı, pandemi arasına kadar doludizgin devam eden ve bizi ligin zirvesine kadar taşıyan bir dönemi yaşattı. pandemiden rezil bir durumda döndük, bir kaleciyi kaybetmekten çok daha fazlasını ifade eden bir kayıp yaşadık ve sezonu çok kötü bir yerde bitirdik.
24 temmuz 2020 günü 2019-20 sezonunun son maçını oynadığımızda, allame-i cihan futbol ulemasından 10 yaşındaki çocuk taraftarına kadar herkesin farkında olduğu orta saha ihtiyacı, transfer döneminin bitmesine 24 saatten az kalan şu saatlere kadar giderilmedi. transfer yapmayı geçtik, 1 başkan, 2 başkan yardımcısı ve teknik direktörün olduğu toplantıda transfer hedefi olarak verilen liste, 2 tane gazeteci eskisine ertesi gün servis edildi. tüm bunlara rağmen yine "gık" demedi, "eldeki kadroyla da yarışırız, en iddialılardan biri oluruz" dedi.
şimdi, oturup "ya hoca babel'le ne hayal ettin allasen" diyebiliriz. "emre mor'dan olmayacağı çok belli değil mi, niye vakit kaybediyorsun bununla" da diyebiliriz. "arda ne be hocam" diye sitem edebilir, kızabiliriz. takımın en kritik mevkilerinde sürekli isim değişikliği yaşanmasından ve en çok da bu sebeple bir oyun oturtulamamasından şikayet de edebiliriz. ama sanki 3 senedir başarısızlık yaşanıyormuş gibi, çok geniş imkanlar saçma sapan kullanılıyormuş gibi, her istediği olan bir adamın istedikleri bize büyük rezaletler yaşatıyormuş gibi çığırtkanlıkyapamayız, yapamazsınız.
25 senedir, devamı gelmeyeceği belli 4 şampiyonluk (2001-02 lucescu, 2005-05 gerets, 2007-08 kalli, 2014-15 hamzaoğlu) haricinde tüm başarılarınızı yaşadığınız hocaya, hem de şampiyon olamasak kıçımızdaki dona kadar kaybedeceğimiz bir durumda "böyle oynadıktan sonra şampiyon olsak kaç yazar" diyemezsiniz. istediği alınmayan, istemediği alınan, satılmamasını istediği satılan, satılmasını istediği satılamayan bir adamı 2'sinde şampiyonluk kazanılmış 3 senenin tüm kötü taraflarının sorumlusu olarak ilan edemezsiniz. "ben artık çok sıkıldım yeaa, yerine genç hırslı avrupalı bir teknik adam gelsin" diye küstahça istekler belirtemezsiniz. tüm bunlar söylenirken "ne fatih terim düşmanlığı be, eleştirmek de mi suç" hiç diyemezsiniz.
he, "devri geçti, modası bitti" diyebilirsiniz bak. bu başlıkta 2010'larda da çokça söylendi. "devri geçti" denen adam 2013'te şampiyonlar ligi'nde yarı final kovalarken o satırların sahipleri "imparatooğğğr" çığlıkları atmakla meşguldü. 90'larda, 2010'ların başında ve 2010'ların sonunda kaç farklı jenerasyonla, kaç farklı şekilde başarılı olabilen fatih terim'in devri geçiyor da düşmanlığının devri hiç geçmiyor çünkü.
buraya kadarki kısım birçok taraftarın, "fatih terim taraftarı" olarak itham edilenler de dahil, zaten kabul ettiği eleştiriler. galatasaraytarihinin en büyük efsanesi hakkında konuşulduğunun şuuruyla üsluba dikkat ederek bu konularda kitap yazılsa itiraz edilmez. bunlara dayanaksız itiraz eden de hakikaten itham edildiği gibi biat kültürüyle hareket ediyordur.
ve fakat rahatsız edici olan, insanı çileden çıkaran bu eleştiriler değil. birincisi alelade bir insandan bahsediyormuşçasına takınılan üslup. ikincisi eleştiriler inşa edilirken bilerek veya bilmeyerek gözden kaçırılan ve insaf sınırının aşılmasına yol açan önemli noktalar. üçüncüsü de hoca döneminde yaşanılan başarıların yarattığı özgüvenin sınırları aşarak kendini bilmez bir kibir haline bürünmesi.
üslupsuzluk hayatımızın her alanına tecavüz etmiş devasa bir problem olduğundan oraya hiç girmiyorum. gözden kaçırılmasıyla insaf sınırlarının aşıldığını düşündüğüm noktalarla başlıyorum.
bu kulüp, bir daha seçilme hırsıyla hareket eden başkanının ihtirasları uğruna 2017yazında tarihinin muhtemelen en büyük kumarını oynadı. ihtiyat akçesiyle, kariyerinin sondan bir önceki durağına gelmiş kaliteli futbolcuların ağırlıkta olduğu bir kadro kurup "rest" dedi. her parçada en garanti yolu tercih edip en önemli parçada yanlış hamle yaptıklarını gördüklerinde çalınabilecek tek kapıyı etekleri tutuşarak çaldılar. bu kumarı hoca oynamadı, oyunun yarısında "hocam yetiş kaybediyoruz" denilerek çağrıldı.
bugün çoğunluğun "ligde şampiyon olsak ne" dediği, bazılarımızın daha da ileri giderek "şampiyonluk umrumda değil, artık gitsin" noktasına varabildiği o 2 şampiyonluk bizim için başarı bile değildi, zorunluluktu. o şampiyonlukların maddi gelirleri kasamıza girmeseydi ne hale düşeceğimizin simulasyonu az aşağı semtimizde, dolmabahçekıyılarında duruyor. dolayısıyla hiç öyle "lig şampiyonluğu da ne ya, ne oynadığımız belli değil. olmaz olsun öyle şampiyonluk" diyebileceğimiz bir lükse sahip değiliz. uzunca bir süre olacağa da benzemiyoruz.
bu 2 şampiyonluk kazanılırken neler olduğu da sanırım unutuluyor. n'diaye satıldı, tarzının çok dışına çıkıp donk-fernando'lu bir orta sahayla pragmatist davranmak zorunda kaldı. "ben sol bekte sağ ayaklı futbolcu kullanmayı tercih etmem" cümlesini kurduktan 1 ay sonra, transferin son gününde kişisel bağlantısıyla sağ ayaklı nagatomo'yu almak zorunda kaldı. dışarıda bırakılmış donk'tan, garry rodrigues'ten, linnes'ten, sinan gümüş'ten sineğin yağını çıkarırcasına verim aldı, almaya mecbur olduğumuz şampiyonluğu aldı.
sonraki yaz, garry satıldı, yeri kiralık ve son birkaç ayı oynamadan geçmiş onyekuru'yla dolduruldu. tahtanın kapanmasına yarım kala yeni forvet alınacağı vaadiyle kandırılarakgomis satıldı, tek santrafor eren derdiyok'la 3 kulvarda cepheye sürüldü. devre arasında "bekleyin, yazın satalım. parasını da yaz aylarında daha verimli kullanırız" denilmesine rağmen ozan kabak satıldı, istifanın eşiğine getirildi. bütün ocak ayı boyunca verdiği listede, türlü skandallar yaşanarak transfer başarısı sağlanamadı, yan semtten santrafora 10 milyon euro gömüldü. içeride tüm bu kaos yaşanırken dışarıda ağzını açsa asgari cezayı 3 maçtan başlatan federasyona karşı hemen hemen tek başına bir psikolojik savaşı yürüttü. kan gölünü yarattı, içinde yıkandı, elinde yine şampiyonluk kupasıyla çıktı.
6 ay önce 10 milyon sayıp aldığı, yarım devrede 11 gol atan forveti için "tek hedefimiz diagne'yi satmak" demecini verenlerin galatasaray'da transferi yöneten kişiler olduğu bir ortamda 2019 yazının faturasının ne kadarı hoca'ya kesilir emin değilim. ama diyelim ki tamamı kesildi. sezon başladıktan 2 ay sonra hatasını kabul etti, "ocak'ta değişeceğiz" dedi. takımla adamakıllı çalışma fırsatını bulduğu ve sadece 2 kiralık genç transferi yapılabilen ocak ayından, arada da "fikir ayrılığı olmaz, fikir ayrılığı olursa yol ayrılığı olması gerekir" sözleriyle tehdit ve tahrik edilen fatih hoca yepyeni bir oyunla çıktı, pandemi arasına kadar doludizgin devam eden ve bizi ligin zirvesine kadar taşıyan bir dönemi yaşattı. pandemiden rezil bir durumda döndük, bir kaleciyi kaybetmekten çok daha fazlasını ifade eden bir kayıp yaşadık ve sezonu çok kötü bir yerde bitirdik.
24 temmuz 2020 günü 2019-20 sezonunun son maçını oynadığımızda, allame-i cihan futbol ulemasından 10 yaşındaki çocuk taraftarına kadar herkesin farkında olduğu orta saha ihtiyacı, transfer döneminin bitmesine 24 saatten az kalan şu saatlere kadar giderilmedi. transfer yapmayı geçtik, 1 başkan, 2 başkan yardımcısı ve teknik direktörün olduğu toplantıda transfer hedefi olarak verilen liste, 2 tane gazeteci eskisine ertesi gün servis edildi. tüm bunlara rağmen yine "gık" demedi, "eldeki kadroyla da yarışırız, en iddialılardan biri oluruz" dedi.
şimdi, oturup "ya hoca babel'le ne hayal ettin allasen" diyebiliriz. "emre mor'dan olmayacağı çok belli değil mi, niye vakit kaybediyorsun bununla" da diyebiliriz. "arda ne be hocam" diye sitem edebilir, kızabiliriz. takımın en kritik mevkilerinde sürekli isim değişikliği yaşanmasından ve en çok da bu sebeple bir oyun oturtulamamasından şikayet de edebiliriz. ama sanki 3 senedir başarısızlık yaşanıyormuş gibi, çok geniş imkanlar saçma sapan kullanılıyormuş gibi, her istediği olan bir adamın istedikleri bize büyük rezaletler yaşatıyormuş gibi çığırtkanlıkyapamayız, yapamazsınız.
25 senedir, devamı gelmeyeceği belli 4 şampiyonluk (2001-02 lucescu, 2005-05 gerets, 2007-08 kalli, 2014-15 hamzaoğlu) haricinde tüm başarılarınızı yaşadığınız hocaya, hem de şampiyon olamasak kıçımızdaki dona kadar kaybedeceğimiz bir durumda "böyle oynadıktan sonra şampiyon olsak kaç yazar" diyemezsiniz. istediği alınmayan, istemediği alınan, satılmamasını istediği satılan, satılmasını istediği satılamayan bir adamı 2'sinde şampiyonluk kazanılmış 3 senenin tüm kötü taraflarının sorumlusu olarak ilan edemezsiniz. "ben artık çok sıkıldım yeaa, yerine genç hırslı avrupalı bir teknik adam gelsin" diye küstahça istekler belirtemezsiniz. tüm bunlar söylenirken "ne fatih terim düşmanlığı be, eleştirmek de mi suç" hiç diyemezsiniz.
he, "devri geçti, modası bitti" diyebilirsiniz bak. bu başlıkta 2010'larda da çokça söylendi. "devri geçti" denen adam 2013'te şampiyonlar ligi'nde yarı final kovalarken o satırların sahipleri "imparatooğğğr" çığlıkları atmakla meşguldü. 90'larda, 2010'ların başında ve 2010'ların sonunda kaç farklı jenerasyonla, kaç farklı şekilde başarılı olabilen fatih terim'in devri geçiyor da düşmanlığının devri hiç geçmiyor çünkü.