33
"şerefli mağlubiyetler... uğurlu stadlar... soğuk ülke takımlarının antalya sıcağında boğup yenme cinlikleri... sekizer gollük ingiltere mağlubiyetleri... faroe adaları'na tarihindeki ilk golü attırma bonkörlüğü... çamur sahalar... kör kandil ışıklandırmalı birkaç stad... rahmetli özal'la başlayan bi yönetim devrimi... çim sahalar... özel kanunla kurulmuş özerk federasyon...
ve... galatasaray'ın uefa şampiyonluğu, milli takım'ın dünya üçüncülüğü... son cümle hariç diğerlerinde onlarca, yüzlerce kişinin emek birikimini görebilirsiniz. ama... galatasaray'la başlayan, milli takımla devam eden bir uluslararsı çıkışta o'ndan bahsetmeden geçemezsiniz. türk futbolu'nun çehresinin değişmeye başladığı piontek imzalı yıllarda o'nun imzası vardı. o çocukların büyüyüp önce milli takım, sonrasında galatasaray mucizelerini yaratışında, o en baştaydı. galatasaray 4 yıl arka arkaya şampiyon olurken... uefa kupası şampiyonluğu gibi bizlerce telaffuzu dahi güç bir hedefi tam ortasından vururken o'nun dehası ön plandaydı.
yurt dışında ve hemde futbolun sanayi olduğu bir avrupa ülkesi olan italya'nın yollarında o'nu gördük, yaşadık. dünyaca ünlü bir vitrinin yine o kadar ünlü virtiözlerinin başında sahaya çıkarken nice devleri yakından yaşamış insanlar o'na sevgi selleri akıttılar. fiorentina'nın boyalı saçlı başkanı "han kapısı" sandığı takımın soyunma odasının önünde bekleyip izinle girdiği odada taktik verme küstahlığı yerine sadece "başarılar diliyorum" deyip kuyruğu kıstırdığında o odanın patronu da "o" idi. haa, sonunda gori o'nu gönderdi ama koca şehir kendisinin arkasından ziller çaldı, şimdi nerelerde bilinmez.
tbmm kürsüsü'nde konuşan "o" adam, daha sonraları istanbul'da türkiye'nin en ünlü simalarına "liderlik ve takımdaşlık" konferansı verirken herkes kendince birşeyler kapıyordu. milan'ın başından alınırken kulüp içi mafya "niçin benim vatandaşım hoca değil?" gibi bir milliyetçilik uygulamasını devreye sokmuştu. sonrasında doğduğu büyüdüğü topraklara geri döndü. mukavelesi gereği milan'dan oturduğu yerde 100 bin doların üzerinde para alırken, sevdasına kapılıp yavuklusuna döndü. hemde yöneteceklerin güç kaynağı olarak. borç-stad-kötü idari yönetim üçgeni içinde "bermuda şeytan üçgeni'ni" aratacak ortamlarda yaşananlardan sonra... sunduğu 4 seçeneğin en idealinin kendisine silah olarak döndürülmesi ile vurulan "o"...
hani 14 yıl formasını giyip kaptanlığını yaptığı kulübün ihanetine uğrayan... hani "senin heykelini dikelim" diyen belediye başkanına "bana arsa bulun okul yaptırayım. heykel gereksiz" diyen "o"...
bunları hepiniz biliyorsunuz. "o" adamı hepiniz yakından tanıyorsunuz. öyleyse "malumun ilanını" neden mi yaptık? galatasaray divan kurulunda bir "çok yaşlı" zat kürsde o'nun için şöyle dedi: "fatih terim kim ki? kulübün maaşlı memuru. başkan o'nun yüzünden seçim kazanmış. o kim ki?"
ayrılış gecesinde konuştuk fatih'le. çok zarif bir cümle söyledi, hiç unutmayacağım. "türkiye fatih terim'i bir daha bulamaz." ama, asla şöyle demedi. "türkiye bir fatih terim daha bulamaz." birbirine çok yakın ama çok farklı iki cümle. o kadar da zarif işte... bir kelimenin yerini dahi dikkatle seçecek kadar... zira... "o", fatih terim...
---alıntı---
geçenlerde odamı karıştırırken eskiden biriktirdiğim hatta zamanında bazılarını dolabıma yapıştırdığım köşe yazılarından biri dikkatimi çekti. doğan ersavaş yazmış üstteki yazıyı. hangi gazete olduğunu bilmiyorum. kaynak gösteremeyeceğim o yüzden maalesef.
şimdilerde okuyunca çok değişik duygular hissettiriyor... kızsak mı imparator'a yoksa bütün suçu özhan başkan'a mı yüklesek bilemedim...
(bkz: copy paste değil alın teri)
ve... galatasaray'ın uefa şampiyonluğu, milli takım'ın dünya üçüncülüğü... son cümle hariç diğerlerinde onlarca, yüzlerce kişinin emek birikimini görebilirsiniz. ama... galatasaray'la başlayan, milli takımla devam eden bir uluslararsı çıkışta o'ndan bahsetmeden geçemezsiniz. türk futbolu'nun çehresinin değişmeye başladığı piontek imzalı yıllarda o'nun imzası vardı. o çocukların büyüyüp önce milli takım, sonrasında galatasaray mucizelerini yaratışında, o en baştaydı. galatasaray 4 yıl arka arkaya şampiyon olurken... uefa kupası şampiyonluğu gibi bizlerce telaffuzu dahi güç bir hedefi tam ortasından vururken o'nun dehası ön plandaydı.
yurt dışında ve hemde futbolun sanayi olduğu bir avrupa ülkesi olan italya'nın yollarında o'nu gördük, yaşadık. dünyaca ünlü bir vitrinin yine o kadar ünlü virtiözlerinin başında sahaya çıkarken nice devleri yakından yaşamış insanlar o'na sevgi selleri akıttılar. fiorentina'nın boyalı saçlı başkanı "han kapısı" sandığı takımın soyunma odasının önünde bekleyip izinle girdiği odada taktik verme küstahlığı yerine sadece "başarılar diliyorum" deyip kuyruğu kıstırdığında o odanın patronu da "o" idi. haa, sonunda gori o'nu gönderdi ama koca şehir kendisinin arkasından ziller çaldı, şimdi nerelerde bilinmez.
tbmm kürsüsü'nde konuşan "o" adam, daha sonraları istanbul'da türkiye'nin en ünlü simalarına "liderlik ve takımdaşlık" konferansı verirken herkes kendince birşeyler kapıyordu. milan'ın başından alınırken kulüp içi mafya "niçin benim vatandaşım hoca değil?" gibi bir milliyetçilik uygulamasını devreye sokmuştu. sonrasında doğduğu büyüdüğü topraklara geri döndü. mukavelesi gereği milan'dan oturduğu yerde 100 bin doların üzerinde para alırken, sevdasına kapılıp yavuklusuna döndü. hemde yöneteceklerin güç kaynağı olarak. borç-stad-kötü idari yönetim üçgeni içinde "bermuda şeytan üçgeni'ni" aratacak ortamlarda yaşananlardan sonra... sunduğu 4 seçeneğin en idealinin kendisine silah olarak döndürülmesi ile vurulan "o"...
hani 14 yıl formasını giyip kaptanlığını yaptığı kulübün ihanetine uğrayan... hani "senin heykelini dikelim" diyen belediye başkanına "bana arsa bulun okul yaptırayım. heykel gereksiz" diyen "o"...
bunları hepiniz biliyorsunuz. "o" adamı hepiniz yakından tanıyorsunuz. öyleyse "malumun ilanını" neden mi yaptık? galatasaray divan kurulunda bir "çok yaşlı" zat kürsde o'nun için şöyle dedi: "fatih terim kim ki? kulübün maaşlı memuru. başkan o'nun yüzünden seçim kazanmış. o kim ki?"
ayrılış gecesinde konuştuk fatih'le. çok zarif bir cümle söyledi, hiç unutmayacağım. "türkiye fatih terim'i bir daha bulamaz." ama, asla şöyle demedi. "türkiye bir fatih terim daha bulamaz." birbirine çok yakın ama çok farklı iki cümle. o kadar da zarif işte... bir kelimenin yerini dahi dikkatle seçecek kadar... zira... "o", fatih terim...
---alıntı---
geçenlerde odamı karıştırırken eskiden biriktirdiğim hatta zamanında bazılarını dolabıma yapıştırdığım köşe yazılarından biri dikkatimi çekti. doğan ersavaş yazmış üstteki yazıyı. hangi gazete olduğunu bilmiyorum. kaynak gösteremeyeceğim o yüzden maalesef.
şimdilerde okuyunca çok değişik duygular hissettiriyor... kızsak mı imparator'a yoksa bütün suçu özhan başkan'a mı yüklesek bilemedim...
(bkz: copy paste değil alın teri)