23712
varımız, yoğumuz. nam-ı diğer adanmış hayatların umudu şanlı galatasaray!
--- alıntı ---
adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu.
bakır kâseye çiçekleri koydu.
sütünü yumurtasını koydu.
pencereden gelen ışığı koydu.
bisiklet sesini, çıkrık sesini,
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu.
adam masaya;
aklında olup bitenleri koydu.
ne yapmak istiyordu hayatta;
işte onu koydu.
kimi seviyordu, kimi sevmiyordu,
adam masaya onları da koydu.
üç kere üç dokuz ederdi.
adam koydu masaya dokuzu.
pencere yanındaydı, gökyüzü yanında,
uzandı masaya sonsuzu koydu.
bir bira içmek istiyordu kaç gündür;
masaya biranın dökülüşünü koydu.
uykusunu koydu uyanıklığını koydu,
tokluğunu açlığını koydu.
masa da masaymış ha,
bana mısın demedi bu kadar yüke,
bir iki sallandı durdu;
adam ha babam koyuyordu.
--- alıntı ---
şimdi kim diyebilir ki edip cansever yıllar önce bir masayla varlığın ve hiçliğin tüm hikayesini anlatırken galatasaray'ı düşünmemiş diye.
öyle bir tutku ki bu sarı kırmızı renklere duyulan...
çocukça heveslerimizi koyduk içine.
armanın hissine kapılıp memleketin hiçbir köşesinde bir zamanlar var olsa da artık görünmeyen ve görünmesi pek mümkün olmayan vizyonu koyduk.
biz formanın önündeki arma için savaşan cesur yürekleri eski aşkların yerine koyduk.
biz uykusuzluğu da,
ders çalışmak yerine 11 kurmayı da,
en ağır sofralarda meze tabağına da galatasaray'ı koyduk.
öyle büyük bir dünyaydı ki bu,
öyle tarafsiz bir sevgi...
biz ona neyi ithaf etsek;
o sonsuzluğunda boğuyordu.
ümidi, masumiyeti, eli yüreğinde bekleyen çocuğun sevincini.
ama yine de öyle bir tutkuydu ki;
gecenin bir vakti insanlığı unutarak,
ve hayvanca küfürler savurarak uykuya dalmanın sebebiydi.
sigaranın savrulan dumanında,
avuçlarımızda ter,
gözlerimizde bir buğu,
ve kulaklarımızda çalınan eski bir plak gibi,
varoluşsal bir açmazın baş yapıtıydı galatasaray.
galatasaray ki;
her ne olursa olsun,
iyi ki var!
--- alıntı ---
adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu.
bakır kâseye çiçekleri koydu.
sütünü yumurtasını koydu.
pencereden gelen ışığı koydu.
bisiklet sesini, çıkrık sesini,
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu.
adam masaya;
aklında olup bitenleri koydu.
ne yapmak istiyordu hayatta;
işte onu koydu.
kimi seviyordu, kimi sevmiyordu,
adam masaya onları da koydu.
üç kere üç dokuz ederdi.
adam koydu masaya dokuzu.
pencere yanındaydı, gökyüzü yanında,
uzandı masaya sonsuzu koydu.
bir bira içmek istiyordu kaç gündür;
masaya biranın dökülüşünü koydu.
uykusunu koydu uyanıklığını koydu,
tokluğunu açlığını koydu.
masa da masaymış ha,
bana mısın demedi bu kadar yüke,
bir iki sallandı durdu;
adam ha babam koyuyordu.
--- alıntı ---
şimdi kim diyebilir ki edip cansever yıllar önce bir masayla varlığın ve hiçliğin tüm hikayesini anlatırken galatasaray'ı düşünmemiş diye.
öyle bir tutku ki bu sarı kırmızı renklere duyulan...
çocukça heveslerimizi koyduk içine.
armanın hissine kapılıp memleketin hiçbir köşesinde bir zamanlar var olsa da artık görünmeyen ve görünmesi pek mümkün olmayan vizyonu koyduk.
biz formanın önündeki arma için savaşan cesur yürekleri eski aşkların yerine koyduk.
biz uykusuzluğu da,
ders çalışmak yerine 11 kurmayı da,
en ağır sofralarda meze tabağına da galatasaray'ı koyduk.
öyle büyük bir dünyaydı ki bu,
öyle tarafsiz bir sevgi...
biz ona neyi ithaf etsek;
o sonsuzluğunda boğuyordu.
ümidi, masumiyeti, eli yüreğinde bekleyen çocuğun sevincini.
ama yine de öyle bir tutkuydu ki;
gecenin bir vakti insanlığı unutarak,
ve hayvanca küfürler savurarak uykuya dalmanın sebebiydi.
sigaranın savrulan dumanında,
avuçlarımızda ter,
gözlerimizde bir buğu,
ve kulaklarımızda çalınan eski bir plak gibi,
varoluşsal bir açmazın baş yapıtıydı galatasaray.
galatasaray ki;
her ne olursa olsun,
iyi ki var!