20584
"herkes bazı grupları istiyor ama o grupların da kolay olmadığı bir gerçek." bu ifadesi bana ümitsizlikten ziyade daha geçen yılki fiyaskodan çıkarılan dersin bir sonucu gibi geldi. bu olumlu bir şey. artık herkesin hamasi söylemleri, dayanaksız özgüveni bir kenara bırakması lazım. "asarız, keseriz, büyüğüz, çekinsinler" bunları söylemek kolay. bunları duymak ergen taraftarı mutlu edebilir, gaz verebilir. ama olgun taraftarlar kendi liginde bütçesi çok daha az olan iki takımdan toplam 1 puan alarak lige başlamış bir takımın teknik direktöründen bu tip cümleler duyduğunda müstehzi bir gülüş ile karşılar.
bugün 30 ağustos zafer bayramı olması vesilesiyle şöyle bir örnek vereyim: o mucizevi zafer, evet çok zor şartlar altında, büyük fedakarlıkla, bir milletin azim ve iradesiyle kazanıldı. ama sanılanın aksine kazma, kürekle değil. modern silahlara karşı kazma kürekle kazanmaya imandı, inançtı, azimdi, hırstı bunlar yetmez. o zaman milli mücadeleyi yöneten atalarımız bu silahları, teçhizatı bir şekilde buldular. osmanlının mühürlenmiş cephaneliklerinden hayatları pahasına çaldılar, akıllı siyaset izleyip komşu devletler hibe aldılar vs. ama bu kaynakları sağladılar ve mucize zafer böyle geldi. sadece iyi donanım, sadece iyi asker, sadece iyi strateji/taktik, sadece çok çalışmak, sadece fedakarlık, özveri... bunlar tek tek bir işe yaramaz. hepsinin bir arada bulunması gerekir. aynı şeyler hayatın her alanında geçerli, futbolda da.
hoş olmasa da kabul etmemiz gereken gerçek şu ki, biz bu grubun dördüncü torba takımıyız. dünya futbolu ilerlerken türk futbolu geriliyor ve biz de payımıza düşeni alıyoruz. sun tzu der ki "düşmanını tanımıyorsan büyük ihtimalle kaybedersin, kendini tanımıyorsan kesin kaybedersin" kendimizi kandırmadan doğru tanımamız lazım. kapasitemizi doğru ölçmemiz, olduğumuzdan küçük ya da büyük görmemez lazım. tarihsel büyüklükten söz etmiyorum. anlık olarak maç günü, o 90 dakika sahaya ne koyabiliriz bunu biliyor olmamız, buna göre davranmamız lazım. bu şekilde mucize başarılar gerçekleşebilir. aksi türlü davranıp ismine, tarihine aldanarak "kralı gelsin, hallederiz yea" moduna giren brezilya milli takımı bile olsa 6 yiyip kuyruğunu kıstırıyor. ya da kendini bilen roma 4-1'in rövanşında barcelona'yı 3-0 ile eleyebiliyor.
umarım bu sözlerdeki tecrübe, olgunluk futbol mantalitemize de yansır ve geçen yıldan daha başarılı bir grup aşaması geçiririz. avrupa fatihi şanımızın istatistik verilerek sorgulandığı, ti'ye alındığı günlerdeyiz. "hayallerimiz dünyadan büyük dedik. final istanbul'da. bizim için o gelmiş, bu gelmiş çok da fark etmiyor. bizden çekinmeleri gerekir, ait olduğumuz yerdeyiz" dedikten sonra averaj takımı olmak, milletin bizi diline dolamasından başka işe yaramıyor. ne para getiriyor, ne itibar.
moral vermek, motive etmek ile hamaset arasındaki farkı iyi anlamak lazım. fatih terim'in bence en önemli ve haksızlık seviyesinde az değer görmüş (underrated) özelliği bence kendini sürekli geliştirmeye çalışması. hoca olgunluk çağında bu konularda da kendini "nihayet" geliştirmiş görünüyor. kendisini çok eleştiren biriyim ama hakkını da teslim ederim. açıklamaları beni mutlu etmiş, bana güven vermiştir.
bugün 30 ağustos zafer bayramı olması vesilesiyle şöyle bir örnek vereyim: o mucizevi zafer, evet çok zor şartlar altında, büyük fedakarlıkla, bir milletin azim ve iradesiyle kazanıldı. ama sanılanın aksine kazma, kürekle değil. modern silahlara karşı kazma kürekle kazanmaya imandı, inançtı, azimdi, hırstı bunlar yetmez. o zaman milli mücadeleyi yöneten atalarımız bu silahları, teçhizatı bir şekilde buldular. osmanlının mühürlenmiş cephaneliklerinden hayatları pahasına çaldılar, akıllı siyaset izleyip komşu devletler hibe aldılar vs. ama bu kaynakları sağladılar ve mucize zafer böyle geldi. sadece iyi donanım, sadece iyi asker, sadece iyi strateji/taktik, sadece çok çalışmak, sadece fedakarlık, özveri... bunlar tek tek bir işe yaramaz. hepsinin bir arada bulunması gerekir. aynı şeyler hayatın her alanında geçerli, futbolda da.
hoş olmasa da kabul etmemiz gereken gerçek şu ki, biz bu grubun dördüncü torba takımıyız. dünya futbolu ilerlerken türk futbolu geriliyor ve biz de payımıza düşeni alıyoruz. sun tzu der ki "düşmanını tanımıyorsan büyük ihtimalle kaybedersin, kendini tanımıyorsan kesin kaybedersin" kendimizi kandırmadan doğru tanımamız lazım. kapasitemizi doğru ölçmemiz, olduğumuzdan küçük ya da büyük görmemez lazım. tarihsel büyüklükten söz etmiyorum. anlık olarak maç günü, o 90 dakika sahaya ne koyabiliriz bunu biliyor olmamız, buna göre davranmamız lazım. bu şekilde mucize başarılar gerçekleşebilir. aksi türlü davranıp ismine, tarihine aldanarak "kralı gelsin, hallederiz yea" moduna giren brezilya milli takımı bile olsa 6 yiyip kuyruğunu kıstırıyor. ya da kendini bilen roma 4-1'in rövanşında barcelona'yı 3-0 ile eleyebiliyor.
umarım bu sözlerdeki tecrübe, olgunluk futbol mantalitemize de yansır ve geçen yıldan daha başarılı bir grup aşaması geçiririz. avrupa fatihi şanımızın istatistik verilerek sorgulandığı, ti'ye alındığı günlerdeyiz. "hayallerimiz dünyadan büyük dedik. final istanbul'da. bizim için o gelmiş, bu gelmiş çok da fark etmiyor. bizden çekinmeleri gerekir, ait olduğumuz yerdeyiz" dedikten sonra averaj takımı olmak, milletin bizi diline dolamasından başka işe yaramıyor. ne para getiriyor, ne itibar.
moral vermek, motive etmek ile hamaset arasındaki farkı iyi anlamak lazım. fatih terim'in bence en önemli ve haksızlık seviyesinde az değer görmüş (underrated) özelliği bence kendini sürekli geliştirmeye çalışması. hoca olgunluk çağında bu konularda da kendini "nihayet" geliştirmiş görünüyor. kendisini çok eleştiren biriyim ama hakkını da teslim ederim. açıklamaları beni mutlu etmiş, bana güven vermiştir.