95
önceki bölüm: #2571260
2. bölüm: devre arası
yaz başlamıştı. takıma 5 haftalık tatil izni verdim. bu sezon sadece teknik taktik değil, liderlik becerimin de sorgulanacağının farkındaydım. bizim medyayı bilirsiniz. çok güçlü biri değilseniz ve onların eşi dostu değilseniz sizi çok rahat bir şekilde harcayabilirler. bunu bildiğim için yerel medyayı kendi tarafıma çekemeyeceğimi de biliyordum. onların da etkileyeceği kitleyi, taraftarı yanıma almalıydım. taraftara rağmen başarılı olmak çok zordu ve samsunspor taraftarıyla aramın öyle olmasını asla istemezdim. bunun için tatilimi samsun'da, atakum'da yaptım. halkla iç içe olmalıydım. onlarla denize girdim, çiftlik caddesinde onların arasına karıştım, cumhuriyet meydanında onlarla kuşları besledim, çakallı'da onlarla menemen yedim ve pazar sabahı halk otobüsüyle bafra'ya giderek pide yedim. gittiğim yerlerde hem nefret hem sevgi görüyordum, hem dargınlık hem tutku görüyordum, hem umutsuzluk hem umut görüyordum. her gittiğim yerde sözler veriyor, onlarla aynı tutkuları paylaştığımı anlatıyordum.
sadece 2 hafta süren bu süreçten sonra bu mutlak başarısızlık sonrası daha fazla tatili hak etmediğime karar verdim ve nuri asan tesislerinin yolunu tuttum. tesislerde in cin top oynuyordu. kafa dinledim, geçtiğimiz sezonu düşündüm. yönetimle görüştüm ve duymayı beklediğim şeyi duydum: transfer bütçesi yoktu, tamamı maaş bütçesine aktarılmıştı ve buna rağmen takımın maaşı, maaş bütçesinden fazlaydı. bu da bedelsiz yapacağım 1 transfer haricinde transferi unutmam anlamına geliyordu. yönetim haklı olarak bana rest çekmişti, ''bu kadroyla yap yap, yapamazsan topla bavulunu.'' mesajı çok netti. ben ise ''görüyorum ve artırıyorum.'' diyerek çok radikal bir kararla bahattin'i yollamaya karar verdim. bahattin birçok kişiye göre takımın en iyilerinden biriydi ancak yüksek maaşı, berbat performansı ve beni çok sık sorgulayan yapısıyla gitmeyi hak etmişti. bunun tepkiye yol açacağını biliyordum fakat böyle bir sezonda beni sorgulayacak oyuncuyu yanımda tutamazdım. daha tatilden bile dönmeden, 375 bin euro'ya ankaragücü'ne sattım ve bu aynı zamanda ciddi bir maaş yükünden kurtulmak demekti fakat hala transfer yapmam çok zordu. daha kap bildirimi düşmeden ortalık karıştı fakat bunlara hazırlıklıydım ve kulaklarımı tıkadım. takım tatilden döndüğünde bir grup oyuncu bahattin ile ilgili bana tavır almıştı fakat hiç önemli değildi. kiradan dönen ve bu ligin üstünde olduğu belli olan samed kılıç'ı ise ''seneye 1. ligdeyiz rahat ol.'' diyerek kalmaya ikna ederken, 34 yaşındaki forvet yaşar çetin'i ''1-2 maç kurtarsa yeter.'' mantığıyla bedelsiz ve çok uygun bir maaşla takıma katmıştım.
başka transfer olmayacaktı, olmadı. geçtiğimiz sene ısrarla denediğim 4-2-3-1'den vazgeçtim ve 4-3-3 ile total futbol oynamayı hedeflemesem de bir şeyler oynamayı hedefliyordum. lig yaklaştığında herkes ''lan bahattin ile yapamadın, herifi sattın yerine kimseyi almadın. bu nasıl iş?'' mantığıyla bana yaklaşırken, ben kendimden çok emin görünmeye çalışıyordum. soran herkese ''bu yıl üst ligdeyiz'' mesajını veriyordum. sezon yaklaşırken başkana verdiğim söz aklıma geldi: ilk 5 maçta en az 12 puan almalıydım. bu da demek oluyordu ki ilk 5 maç şanssızlıkları bile yenmeliydik. yendik de. ilk 5 maçta 13 puan aldık, ilk 10 maçta 23 puan aldık ve geçtiğimiz sene bizi bitiren eylül-ekim aylarını güzel geçirmiş olduk. bahattin sonrası düzenli forma giyen muhammed beşir ise çıldırmış gibiydi, ilk 10 maçta attığı 10 golle bizi taşıyordu. bu arada erhan şentürk her durumda muhammed'i buluyor ve daha 13. haftadan 9. asistini yapıyordu. ilyas zaman zaman jeneriklik golleriyle kritik puanlar kazandırıyordu. ilk 10 haftadaki kadar olmasa da ilk yarının kalanında da fena iş yapmadık ve 2. ankara demirspor'un 2 puan önünde 37 puan ile devreye lider girdik. muhammed beşir 17 maçta attığı 18 golle rekora koşuyordu.
devre arasında yine takviye yapma imkanımız yoktu. sadece fiziksel yükleme ile geçirmeyi düşünüyordum. bu arada erhan kartal ilk 11 başlamadığı için şikayet ediyor, gitmek istiyordu. açıkçası erhan rotasyonda çok değerli bir oyuncuydu fakat çok ısrar edince, işi ''80 bin getirene beni verin.'' boyutuna getirdiği için satmaktan başka çarem kalmamıştı. o parayı altınordu getirdi ve erhan'a veda ettik. artık bir an önce transfer döneminin bitmesini bekliyordum fakat son gün erzurumspor muhammed' teklifte bulundu. tabii ki reddettim fakat 2 defa daha bulundular. onları da reddettim. ardından beni, aslan amca öldüğünde dünyası kararan polat'a döndürecek olan o mesajı okudum: erzurumspor'un 205 bin euro değerindeki 4. teklifini yönetim bana danışmadan kabul etmişti. kariyerinin sezonunu geçiren, bizi üst lige çıkarmaya yemin etmiş, takımı taşıyan muhammed'i kaybetmiştik. elimizde forvet olarak sadece yaşar çetin kalmıştı. bir lider olarak bu durumu hiç umursamıyormuş gibi davranmalı, kendimden emin görünmeye devam etmeliydim. takıma, medyaya, tüm dünyaya ''onsuz da yaparız.'' demiştim.
muhammed varken tam 10 maçta 3 ve üzeri gol atan takım, muhammed sonrası kalan 17 maçta sadece sadece 3 maçta 3 golü bulmuştu. maçlar rus ruleti gibi geçiyordu. zar zor gol atıp yememek için dua ediyor, yenik duruma düşünce asla geri dönemiyorduk. yalçın çetin beklediğimden de kötü çıkmıştı. yine de iyi kötü 25. haftaya 2. inegölspor'un 2 puan önünde lider girmiştik. 26. hafta inegöl deplasmanına gidiyorduk. 48. dakikada yediğimiz golü tabii ki çıkartamamış ve 26 hafta boyunca süren liderliği son düzlüğe girerken bırakmıştık. yönetim de takım da taraftar da takımın zaten zor kazandığının farkındaydı ve her şeyin pamuk ipliğine olduğunu biliyordu. işin kötüsü bu şekilde play off'ta da işimiz çok zordu. 30. hafta yine bir deplasmanda mağlup olurken inegöl ile puan farkı 4'e çıkıyordu. soyunma odasında soyut bir kavramın, somut hali duruyordu: hayal kırıklığı. takıma dik durmalarını, önümüzdeki 4 haftada da elimizden geleni yapacağımızı söyledim. 32. hafta çok kritikti çünkü biz evimizde sonuncu eyüpspor ile oynarken, inegöl evinde 5. keçiören'i ağırlıyordu. biz 80. dakikaya 3-0 önde girerken, bütün stadyum inegöl maçını takip ediyordu. keçiören'in 81. dakikada attığı beraberlik golüyle sezona tutunuyorduk. puan farkı 2 olmuştu fakat ikili averajda bizim önümüzde olan inegöl'ün bir kere de yenilmesi lazımdı. 33. hafta iki takım da kazandı. son hafta 2 takım için de çok zordu. biz evimizde keçiören ile oynuyorduk ve inegöl, 3. ankara demirspor'a konuk oluyordu. maçlar aynı saatte başladı. inegöl 43. dakikaya 2-0 geride giriyordu. bu çok mutlu bir haber olabilirdi, 44. dakikada taha balcı'dan golü yemeseydik. inegöl büyük ihtimalle yenilecekti, her şey bu 45 dakikada göstereceğimiz performansa bağlıydı. her şeyi sona erdirecek, bu kabus gibi 2. yarıyı ve geçen sezonu unutturabilecek bir 45 dakika... takıma bunu çok net bir şekilde anlattım. ligin devre arasında kaybettiğimiz şampiyonluğu, bu maçın devre arasında alabilirdik. 60. dakikada yaşar çetin'in attığı golle beraberliği yakalamıştık. 76. dakikada yine yaşar çetin'in arka direkte attığı gol ise samsun'u hiç bulunmaması gereken bu ligden ayırıyordu. inegöl yenilmişti, bu kabus gibi 2. yarı bitmişti ve sonunda 1. lige çıkmıştık.
kutlamalar sonrası başkan beni yine odasına çağırdı. geçen sene bu odaya çağrıldığımda geri geri giden ayaklarımı hatırladım. muhammed'i satarak neredeyse sezonu satacak olan başkana esprili bir şekilde sitemde bulundum. başkanın elinde tuttuğu şeyi ise geç fark ettim: yeni sözleşme. bu işi hiç basınla falan uğraşmadan hemen hallettik. yerel medya beni övüyordu ancak benden daha çok beni takımda tutan başkanı övüyordu. ben ise rötarlı gelen bu başarıyı daha fazla kutlamadan gelecek sezonun planlarını yapmaya başlamıştım. kadromuz, muhtemelen çok düşük olacak transfer bütçesi ve bizi bekleyen rakipler aklımda dolanıyordu. yine de bunları yarın, sonraki gün ve önümüzdeki uzun dönemde de düşünebilirdim. eve gitmeden önce tatil öncesi son bir bakış için sahaya indim ve maç sonrası asılan o pankartı gördüm: her şey çok güzel olacak.
2. bölüm: devre arası
yaz başlamıştı. takıma 5 haftalık tatil izni verdim. bu sezon sadece teknik taktik değil, liderlik becerimin de sorgulanacağının farkındaydım. bizim medyayı bilirsiniz. çok güçlü biri değilseniz ve onların eşi dostu değilseniz sizi çok rahat bir şekilde harcayabilirler. bunu bildiğim için yerel medyayı kendi tarafıma çekemeyeceğimi de biliyordum. onların da etkileyeceği kitleyi, taraftarı yanıma almalıydım. taraftara rağmen başarılı olmak çok zordu ve samsunspor taraftarıyla aramın öyle olmasını asla istemezdim. bunun için tatilimi samsun'da, atakum'da yaptım. halkla iç içe olmalıydım. onlarla denize girdim, çiftlik caddesinde onların arasına karıştım, cumhuriyet meydanında onlarla kuşları besledim, çakallı'da onlarla menemen yedim ve pazar sabahı halk otobüsüyle bafra'ya giderek pide yedim. gittiğim yerlerde hem nefret hem sevgi görüyordum, hem dargınlık hem tutku görüyordum, hem umutsuzluk hem umut görüyordum. her gittiğim yerde sözler veriyor, onlarla aynı tutkuları paylaştığımı anlatıyordum.
sadece 2 hafta süren bu süreçten sonra bu mutlak başarısızlık sonrası daha fazla tatili hak etmediğime karar verdim ve nuri asan tesislerinin yolunu tuttum. tesislerde in cin top oynuyordu. kafa dinledim, geçtiğimiz sezonu düşündüm. yönetimle görüştüm ve duymayı beklediğim şeyi duydum: transfer bütçesi yoktu, tamamı maaş bütçesine aktarılmıştı ve buna rağmen takımın maaşı, maaş bütçesinden fazlaydı. bu da bedelsiz yapacağım 1 transfer haricinde transferi unutmam anlamına geliyordu. yönetim haklı olarak bana rest çekmişti, ''bu kadroyla yap yap, yapamazsan topla bavulunu.'' mesajı çok netti. ben ise ''görüyorum ve artırıyorum.'' diyerek çok radikal bir kararla bahattin'i yollamaya karar verdim. bahattin birçok kişiye göre takımın en iyilerinden biriydi ancak yüksek maaşı, berbat performansı ve beni çok sık sorgulayan yapısıyla gitmeyi hak etmişti. bunun tepkiye yol açacağını biliyordum fakat böyle bir sezonda beni sorgulayacak oyuncuyu yanımda tutamazdım. daha tatilden bile dönmeden, 375 bin euro'ya ankaragücü'ne sattım ve bu aynı zamanda ciddi bir maaş yükünden kurtulmak demekti fakat hala transfer yapmam çok zordu. daha kap bildirimi düşmeden ortalık karıştı fakat bunlara hazırlıklıydım ve kulaklarımı tıkadım. takım tatilden döndüğünde bir grup oyuncu bahattin ile ilgili bana tavır almıştı fakat hiç önemli değildi. kiradan dönen ve bu ligin üstünde olduğu belli olan samed kılıç'ı ise ''seneye 1. ligdeyiz rahat ol.'' diyerek kalmaya ikna ederken, 34 yaşındaki forvet yaşar çetin'i ''1-2 maç kurtarsa yeter.'' mantığıyla bedelsiz ve çok uygun bir maaşla takıma katmıştım.
başka transfer olmayacaktı, olmadı. geçtiğimiz sene ısrarla denediğim 4-2-3-1'den vazgeçtim ve 4-3-3 ile total futbol oynamayı hedeflemesem de bir şeyler oynamayı hedefliyordum. lig yaklaştığında herkes ''lan bahattin ile yapamadın, herifi sattın yerine kimseyi almadın. bu nasıl iş?'' mantığıyla bana yaklaşırken, ben kendimden çok emin görünmeye çalışıyordum. soran herkese ''bu yıl üst ligdeyiz'' mesajını veriyordum. sezon yaklaşırken başkana verdiğim söz aklıma geldi: ilk 5 maçta en az 12 puan almalıydım. bu da demek oluyordu ki ilk 5 maç şanssızlıkları bile yenmeliydik. yendik de. ilk 5 maçta 13 puan aldık, ilk 10 maçta 23 puan aldık ve geçtiğimiz sene bizi bitiren eylül-ekim aylarını güzel geçirmiş olduk. bahattin sonrası düzenli forma giyen muhammed beşir ise çıldırmış gibiydi, ilk 10 maçta attığı 10 golle bizi taşıyordu. bu arada erhan şentürk her durumda muhammed'i buluyor ve daha 13. haftadan 9. asistini yapıyordu. ilyas zaman zaman jeneriklik golleriyle kritik puanlar kazandırıyordu. ilk 10 haftadaki kadar olmasa da ilk yarının kalanında da fena iş yapmadık ve 2. ankara demirspor'un 2 puan önünde 37 puan ile devreye lider girdik. muhammed beşir 17 maçta attığı 18 golle rekora koşuyordu.
devre arasında yine takviye yapma imkanımız yoktu. sadece fiziksel yükleme ile geçirmeyi düşünüyordum. bu arada erhan kartal ilk 11 başlamadığı için şikayet ediyor, gitmek istiyordu. açıkçası erhan rotasyonda çok değerli bir oyuncuydu fakat çok ısrar edince, işi ''80 bin getirene beni verin.'' boyutuna getirdiği için satmaktan başka çarem kalmamıştı. o parayı altınordu getirdi ve erhan'a veda ettik. artık bir an önce transfer döneminin bitmesini bekliyordum fakat son gün erzurumspor muhammed' teklifte bulundu. tabii ki reddettim fakat 2 defa daha bulundular. onları da reddettim. ardından beni, aslan amca öldüğünde dünyası kararan polat'a döndürecek olan o mesajı okudum: erzurumspor'un 205 bin euro değerindeki 4. teklifini yönetim bana danışmadan kabul etmişti. kariyerinin sezonunu geçiren, bizi üst lige çıkarmaya yemin etmiş, takımı taşıyan muhammed'i kaybetmiştik. elimizde forvet olarak sadece yaşar çetin kalmıştı. bir lider olarak bu durumu hiç umursamıyormuş gibi davranmalı, kendimden emin görünmeye devam etmeliydim. takıma, medyaya, tüm dünyaya ''onsuz da yaparız.'' demiştim.
muhammed varken tam 10 maçta 3 ve üzeri gol atan takım, muhammed sonrası kalan 17 maçta sadece sadece 3 maçta 3 golü bulmuştu. maçlar rus ruleti gibi geçiyordu. zar zor gol atıp yememek için dua ediyor, yenik duruma düşünce asla geri dönemiyorduk. yalçın çetin beklediğimden de kötü çıkmıştı. yine de iyi kötü 25. haftaya 2. inegölspor'un 2 puan önünde lider girmiştik. 26. hafta inegöl deplasmanına gidiyorduk. 48. dakikada yediğimiz golü tabii ki çıkartamamış ve 26 hafta boyunca süren liderliği son düzlüğe girerken bırakmıştık. yönetim de takım da taraftar da takımın zaten zor kazandığının farkındaydı ve her şeyin pamuk ipliğine olduğunu biliyordu. işin kötüsü bu şekilde play off'ta da işimiz çok zordu. 30. hafta yine bir deplasmanda mağlup olurken inegöl ile puan farkı 4'e çıkıyordu. soyunma odasında soyut bir kavramın, somut hali duruyordu: hayal kırıklığı. takıma dik durmalarını, önümüzdeki 4 haftada da elimizden geleni yapacağımızı söyledim. 32. hafta çok kritikti çünkü biz evimizde sonuncu eyüpspor ile oynarken, inegöl evinde 5. keçiören'i ağırlıyordu. biz 80. dakikaya 3-0 önde girerken, bütün stadyum inegöl maçını takip ediyordu. keçiören'in 81. dakikada attığı beraberlik golüyle sezona tutunuyorduk. puan farkı 2 olmuştu fakat ikili averajda bizim önümüzde olan inegöl'ün bir kere de yenilmesi lazımdı. 33. hafta iki takım da kazandı. son hafta 2 takım için de çok zordu. biz evimizde keçiören ile oynuyorduk ve inegöl, 3. ankara demirspor'a konuk oluyordu. maçlar aynı saatte başladı. inegöl 43. dakikaya 2-0 geride giriyordu. bu çok mutlu bir haber olabilirdi, 44. dakikada taha balcı'dan golü yemeseydik. inegöl büyük ihtimalle yenilecekti, her şey bu 45 dakikada göstereceğimiz performansa bağlıydı. her şeyi sona erdirecek, bu kabus gibi 2. yarıyı ve geçen sezonu unutturabilecek bir 45 dakika... takıma bunu çok net bir şekilde anlattım. ligin devre arasında kaybettiğimiz şampiyonluğu, bu maçın devre arasında alabilirdik. 60. dakikada yaşar çetin'in attığı golle beraberliği yakalamıştık. 76. dakikada yine yaşar çetin'in arka direkte attığı gol ise samsun'u hiç bulunmaması gereken bu ligden ayırıyordu. inegöl yenilmişti, bu kabus gibi 2. yarı bitmişti ve sonunda 1. lige çıkmıştık.
kutlamalar sonrası başkan beni yine odasına çağırdı. geçen sene bu odaya çağrıldığımda geri geri giden ayaklarımı hatırladım. muhammed'i satarak neredeyse sezonu satacak olan başkana esprili bir şekilde sitemde bulundum. başkanın elinde tuttuğu şeyi ise geç fark ettim: yeni sözleşme. bu işi hiç basınla falan uğraşmadan hemen hallettik. yerel medya beni övüyordu ancak benden daha çok beni takımda tutan başkanı övüyordu. ben ise rötarlı gelen bu başarıyı daha fazla kutlamadan gelecek sezonun planlarını yapmaya başlamıştım. kadromuz, muhtemelen çok düşük olacak transfer bütçesi ve bizi bekleyen rakipler aklımda dolanıyordu. yine de bunları yarın, sonraki gün ve önümüzdeki uzun dönemde de düşünebilirdim. eve gitmeden önce tatil öncesi son bir bakış için sahaya indim ve maç sonrası asılan o pankartı gördüm: her şey çok güzel olacak.