18144
galatasaray futbol kulübünün başkanıdır. bunu, dillendirilen bâzı olumsuzluklar karşısında yönetimi aklamak için falan söylemiyorum. hocayı suçlamak için de söylemiyorum. yalnızca bir durum tespiti olarak ifâde ediyorum. hocanın yoğurt yiyişi bu. florya'nın anahtarlarının kendisinde olmasını, futbolun tek patronu olmayı seviyor hoca. bu bağlamda, yönetime en sık yöneltilen o mâlûm eleştiride ifâde edildiği gibi yönetim tarafından tüm sorumluluğun hocaya yüklendiğini falan düşünmüyorum ben. hoca, sen istesen de, istemesen de tüm sorumluluğu üstleniyor zâten; hatta bir teknik direktörden ötesi olduğu için, yetki alanı falan diye bir şey de tanımıyor konu futbol olunca. hocanın ismi o kadar büyük ki; böyle bir şeye engel olabilecek kapasite ya da potansiyelde bir yönetici ya da yönetici adayı da yok kulüpte. mustafa cengiz ve ekibi bugün gitsin, yerine x yönetimi gelsin; o serdar aziz yine satılacaktır eğer hoca bunu istediyse, o selçuk'la yine sözleşme uzatılacaktır hocanın talebi buysa, doğru ya da yanlış olmasından bağımsız olarak gomis yine satılacaktır, emre akbaba yine alınacaktır falan filan. tekrar ediyorum; bunları ne yönetimi savunmak maksadıyla söylüyorum, ne hocayı karalamak için. hocanın çalışma tarzı bu ve kendisine denk ya da kendisinden daha güçlü bir yönetici figürü de mevcut değil, hoca teknik direktörlüğü bırakana dek de olmayacak.
mustafa cengiz'e gelecek olursak... kendisi, hocanın bu dominant yapısından bağımsız olarak zâten tam bir ''profesyonel yönetilen kulüp başkanı'' tipi. futbolla neredeyse hiç ilgisi yok. futbolun fatih terim-abdürrahim albayrak ikilisinin işi olduğunu düşünüyor. kendisi ise kulübün âdeta muhasebecisi ve sanki biraz da organizatörü. bütçeyle ve varsa diğer projelerle ilgilenmesi gerektiği kanâatinde. zâten, forvet transferiyle ilgili ''benim önüme imzaya getirilen bir şey olmadı'' falan demesi de bundan. bunu söyleyerek aslında demiş oluyor ki; ben sâdece imzâ makâmını temsil ediyorum, transferi yapan/yapacak olan adam ben değilim, bunu bir anlayın artık. bu örnek, tablonun aslında ne olduğunu çok açık ortaya koyuyor bence.
o hâlde bu durumda yapılması gereken nedir? daha profesyonel bir çalışma sistemi tesis etmek adına fatih terim'le yolları ayırmak mı; elbette hayır. futbolu hocaya teslim ettiği için yönetimin istifâsını istemek mi; ona da hayır. bu durumda yapılacak tek bir şey var; hocayı o profesyonel yapıyı bizzat kendisinin kurması için iknâ etmek. yâni, hocanın spor kulübünün değilse de futbol kulübünün başkanı olduğunu resmen teyit etmek. transferler ve mevcut oyuncuların sözleşmelerinin tâkibi konularında hocaya yardımcı olacak, satılacak oyuncuların pazarlanması, alınabilecek oyuncularla bağlantı kurulması ve bu süreçlerdeki pazarlıkların yürütülmesi kapsamında uluslararası bağlantılara sâhip bir ekibin bizzat hoca eliyle ve sâdece hocaya bağlı olarak çalışacak bir biçimde kurulması gerek. mâdem hocayı yalnızca bir teknik direktör olarak göremiyoruz, mâdem hoca da kendisini kulübün sâdece teknik direktörü olarak konumlandırmıyor, o hâlde bunun resmî bir yapıya da kavuşturulması şart ki ikilik ortadan kalksın. meselâ, hoca böyle bir yapı konusunda iknâ edilmiş olsa, yeri doldurulana dek cenk ergün'den istifâde edilmesi düşünülebilir, son dakikaya kalan forvet transferi işi de her ne kadar yeterliliği tartışmalı olsa da en azından uluslararası bağlantıları bakımından cenk ergün'e havâle edilebilirdi. aksi takdirde, sorumluluklar birbirine karışıyor. hoca ''bana iki fovet alınacağı söylenmese ben gomis'in gidişine izin verir miydim'' derken, başkan ''benim önüme imzâ getirilmedi'' diyor.
puan farkının görünürde 6'ya, gerçekte ise 3'e düştüğü, kadro revizyonunun konuşulduğu ve ötesinde bizzat hoca tarafından dillendirildiği böylesi bir dönemde, benzer sıkıntıların yaşanmaması için önümüzdeki en temel sorunun bu olduğunu görmemiz gerekiyor.
mustafa cengiz'e gelecek olursak... kendisi, hocanın bu dominant yapısından bağımsız olarak zâten tam bir ''profesyonel yönetilen kulüp başkanı'' tipi. futbolla neredeyse hiç ilgisi yok. futbolun fatih terim-abdürrahim albayrak ikilisinin işi olduğunu düşünüyor. kendisi ise kulübün âdeta muhasebecisi ve sanki biraz da organizatörü. bütçeyle ve varsa diğer projelerle ilgilenmesi gerektiği kanâatinde. zâten, forvet transferiyle ilgili ''benim önüme imzaya getirilen bir şey olmadı'' falan demesi de bundan. bunu söyleyerek aslında demiş oluyor ki; ben sâdece imzâ makâmını temsil ediyorum, transferi yapan/yapacak olan adam ben değilim, bunu bir anlayın artık. bu örnek, tablonun aslında ne olduğunu çok açık ortaya koyuyor bence.
o hâlde bu durumda yapılması gereken nedir? daha profesyonel bir çalışma sistemi tesis etmek adına fatih terim'le yolları ayırmak mı; elbette hayır. futbolu hocaya teslim ettiği için yönetimin istifâsını istemek mi; ona da hayır. bu durumda yapılacak tek bir şey var; hocayı o profesyonel yapıyı bizzat kendisinin kurması için iknâ etmek. yâni, hocanın spor kulübünün değilse de futbol kulübünün başkanı olduğunu resmen teyit etmek. transferler ve mevcut oyuncuların sözleşmelerinin tâkibi konularında hocaya yardımcı olacak, satılacak oyuncuların pazarlanması, alınabilecek oyuncularla bağlantı kurulması ve bu süreçlerdeki pazarlıkların yürütülmesi kapsamında uluslararası bağlantılara sâhip bir ekibin bizzat hoca eliyle ve sâdece hocaya bağlı olarak çalışacak bir biçimde kurulması gerek. mâdem hocayı yalnızca bir teknik direktör olarak göremiyoruz, mâdem hoca da kendisini kulübün sâdece teknik direktörü olarak konumlandırmıyor, o hâlde bunun resmî bir yapıya da kavuşturulması şart ki ikilik ortadan kalksın. meselâ, hoca böyle bir yapı konusunda iknâ edilmiş olsa, yeri doldurulana dek cenk ergün'den istifâde edilmesi düşünülebilir, son dakikaya kalan forvet transferi işi de her ne kadar yeterliliği tartışmalı olsa da en azından uluslararası bağlantıları bakımından cenk ergün'e havâle edilebilirdi. aksi takdirde, sorumluluklar birbirine karışıyor. hoca ''bana iki fovet alınacağı söylenmese ben gomis'in gidişine izin verir miydim'' derken, başkan ''benim önüme imzâ getirilmedi'' diyor.
puan farkının görünürde 6'ya, gerçekte ise 3'e düştüğü, kadro revizyonunun konuşulduğu ve ötesinde bizzat hoca tarafından dillendirildiği böylesi bir dönemde, benzer sıkıntıların yaşanmaması için önümüzdeki en temel sorunun bu olduğunu görmemiz gerekiyor.