• 12856
    sözlüğü çok uzun zamandır okuyucu olarak takip etmekteyken, 20 haziran 2014 tarihinde kayıt oldum. yaklaşık 1 yıl sonra 6. nesil çaylak olarak entry girme hakkı kazandım.

    şampiyon olmuş, 4. yıldızı takmıştık. ardından türkiye kupasını da alarak başarılarımıza yenisini eklemiştik.

    bir galatasaraylı için en güzel günler başlamalıydı. günlerce kutlamalıydık. gurur duymalı ve bunu paylaşmalıydık. rakiplerimizi kızdırmalıydık. geleceğe dair daha güzel hayaller kurmalıydık…

    ve ben ardı ardına mutluluk dolu çaylak entrylerimi girmeliydim.

    peki böyle mi oldu? hayır. maalesef hayır.

    okuyucu olarak bile sözlüğe girme hevesim kalmadı.

    daha şampiyonluk kutlamalarında başlayan tartışmaların ardından gelen transfer sezonu eleştirileriyle sözlüğe büyük bir karamsarlık havası çöktü. yönetimden duyulan memnuniyetsizlik, cüneyt tanman üzerinden yürüyen tartışmalar, sürekli nükseden ünal aysal-fatih terim ve benzeri klikleri yerden yere vurma ve göklere çıkarma kavgaları, sözleşmesi yenilenen, alınan, alınamayan oyuncular, ücretler, takımın mali durumu derken hayatımın en büyük neşelerinden, keyiflerinde biri olan galatasaray ve onunla ilgili gelişmeler ile bunların sözlükte ele alınış biçimi mutluluk kaynağı olmaktan çıkıp ızdırap vesilesi olmaya başladı.

    neuchatel maçındaki eski açık tribünü biletini saklayan, 14 sene sonra gelen şampiyonluk için geceyi stadın önünde geçirdiğim günün fotoğrafını gururla herkese gösteren birisi olarak uefa kupasının tadını bile çıkaramadığımızı gayet iyi hatırladığım için, çok garipsememeliydim aslında bu durumu.

    hatta belki de ben de bu başlıkların altında klavye oynatmalı ve döşemeliydim entryleri… dursun ve mehmet özbek’ten, hamza hamzaoğlu’na.. sabri sarıolu’ndan selçuk inan’a… ua’dan, fm uzmanı ergenlere… kadar her konuda yazıp çizmeliydim. kimseyi beğenmemeli, herşeyi eleştirmeli, ünal aysal’cı mı fatih terim’ci mi, bruma doğru transfer mi fiyasko mu tarafında yer alacağıma karar verip yazdıkça yazmalıydım belki de.

    ama ilk yazımı; bu girdaba kendimi kaptırmadan, belki ilerde yazarken bu söylediklerimi hatırlayıp daha ölçülü olabilmek adına bir not düşmek için yazmak istedim.

    ne mutlu ki türkiye’nin en çok şampiyon olan, en çok kupa alan, en büyük taraftara sahip, avrupa’da en başarılı futbol takımının taraftarlarıyız. yeni bir sezona başlarken yine hayatımızın en tatlı heyecanlarını bu takımla yaşayacağız. sabri, dursun, tarık, hamza, bruma, cüneyt, fatih, ünal, hagi, derwall, adnan, sneijder gelip geçecek. geriye galatasaray’ın bıraktığı hoş seda kalacak sadece. bir gün dönüp bakınca protesto sesleri değil, prekazi’nin monaco ağlarına giden golündeki fizik dışı mucizenin tadı kalacak.

    o yüzden bu gün keyfimizi bu kadar kaçırmayalım istiyorum. elbette eleştireceğiz. doğru bildiklerimizi söyleyeceğiz ama bu klübe bağlılığımız zorunluluk değil, hayat memat meselesi değil, memleket meselesi, namus meselesi, ideoloji kavgası değil… bu bir zevk meselesi…

    ilk yazı için oldukça uzattığımın farkındayım.

    şampiyonlukların, kupaların bile dağıtamadığı kara bulutları bir çaylak entrysi ile hadi pozitif düşünelim lay lay lom moduna da dönüştüremeyeceğimi biliyorum. dedim ya aslında bundan sonraki yazacaklarım için kendimi bağlamaya çalışıyorum bir yerde… umarım daha çok, daha büyük mutluluklar paylaşır, konuşuruz bundan sonraki entrylerde…

    son sözü derdimi benden çok daha iyi ifade eden ahmet altan’a bırakayım:

    “ben, fransız edebiyatının eli kanlı katilinin, 'asılmışlar romanı' baladını yazan, ıssız yolların haydudu villon’un bir mısrasını söyleyeyim kendime ve size söyleyeyim o mısrayı:

    'çeşmenin yanında susuzluktan ölüyorum'

    ve siz de söyleyin çeşmenin yanında susuzluktan öldüğünüzü.

    şöyle bir sayın içinizden, kaç çeşmenin yanında susuzluktan öldünüz, o çok içmek istediğiniz serin sular yanı başınızda akarken.

    kaç çeşmenin yanında öldünüz siz?

    biz kaç çeşmenin yanında öldük?

    neydi o sulardan içmemize engel olan?

    bir başkasının hayatını yaşar gibi yaşasaydık hayatımızı içer miydik o sulardan, bir oyun gibi oynasaydık hayatımızı içer miydik?

    ama bir oyun gibi yaşamadık.

    başkasının hayatını yaşar gibi de yaşamadık. kendi hayatımızı yaşadık ve mutlulukla aramıza kendimiz girdik. hayatı hafifçe yaşamak ağır geldi bize.”
App Store'dan indirin Google Play'den alın