• 6
    bugünkü spor kültürü yazısı

    --- alinti ---
    “tour de france’ı seyrettiğimden bu yana bisiklet almak istiyorum” dedim pazar kahvaltısı sırasında. roma’daki yüzme dünya şampiyonası sonrasında tatilde daha fazla denize girmediğime hayıflanmış, berlin’deki atletizm şampiyonası boyunca “neden dışarı çıkıp en azından biraz yürümüyorum ki?” diye düşünmüştüm. her gördüğünü kendine yontan bir megalo değilim, sadece spor seyretmenin ‘bile’ insanı nasıl değiştirdiğini, spor yapma istek ve arzusu verdiğini anlatmaya çalışıyorum. ama bu şehirde bisiklet binmeye yol yok, şehir içinde egzoz dumanından ölmeden yürümek tek başına başarı sayılır, yüzmek içinse 5 yıldızlı otellere ya da havalı spor salonlarına avuç dolusu para dökmeye mahkumuz... spor yapmak istiyoruz ama yapamıyoruz ki? ne yapalım?
    sonra çok yakın bir arkadaşımın daha geçenlerde anlattığı bir hikâye geldi aklıma. 10 senedir yazları büyükada’da otururlar, kardeşi geçenlerde böyle daracık engebeli patika bir yoldan zar zor inilen harika bir plaj keşfetmiş. “şeytan dürttü, indim...” diyor gururla. bu hikaye, istanbul’a taşınalı daha bir sene bile olmayan hollandalı bir arkadaşına anlatınca, “aaa, hani şu adanın arka tarafındaki plajdan bahsediyorsun, biliyorum” cevabını almış. bizimkilerin 10 senede anca keşfettikleri ‘saklı cenneti’, geldikten iki hafta sonra (kendi!) bisikletini yüklenip adayı gezmeye gelen hollandalı daha ilk gidişinde buluvermiş. çünkü onun gezmesi “acaba hangisinde yiyelim?” diye sahildeki lokantaların önünde bir boy yürümekten biraz farklı. vapurdan görüp o plajı bulmaya karar vermiş. aynı zat, spor yapmak içinse kasımpaşa kürek kulübü’ne üye olmuş. kasımpaşa kürek kulübü mü? o ne ya?
    biz (türkler) buluşunca ne yaparız? kafeye gideriz, yemeğe gideriz, bilemedin yemek artı sinemaya gideriz... istisnası yok mu? tabii var, ama dediğim gibi, istisna... peki mesela cihangir’de oturan yabancılar ne yapar? cihangir’den çıkar, tophane’den kaptırır, karaköy, galata köprüsü, mısır çarşısı, mahmutpaşa yokuşu’ndan kapalı çarşı’ya yürür, sonra şark kahvesi’nde içerler söz konusu kahveyi. veya yine cihangir’den kaptırır, haliç kenarından yürüyerek piyer loti kahvesinde. ya da cihangir’den yine yürüyerek vardıkları ortaköy meydanı’nda... demek ki sorun şehirde değil bizde...

    ülkenin sorunu tesis mi, istek mi?
    bu ülkede gençler spor yapmıyor. doğru. ama yaşlılar da yapmıyor ki? yaşlıların tek farkı kendilerinden geçtiğini düşündükleri için içlerinin biraz daha rahat olması olabilir, o kadar. tamam tesis yok, tamam imkan yok, tamam vakit yok... ama bunların hepsi varken, diyelim okul yıllarında, bu ülkenin kızlarının yarısından çoğu beden eğitimi derslerinden “hastayım” diye, erkekleri test çözmek için kaytardılar. beden eğitimi dersleri neredeyse boş ders muamelesi görüyor okullarda.
    “jamaika mucizesi, jamaikalılar atletizmi müfredata ders olarak koyup abd’den eğitmenler getirdiklerinde başladı” dedi caner eler eurosport’ta. biz atletizmi müfredata koysak, güreşi koymadık diye güreşçiler, basketbol neden zorunlu değil diye basketçiler ayaklanır. abd’den hoca getirsek, antrenör dernekleri... zaten bir sorunumuz da sadece futbolda değil her branşta, sırf hasbelkader bir zamanlar o sporu yaptıkları için otorite sayılan, bıraktıktan sonra antrenör olarak ‘sporcu’ yetiştirmeye soyunan, yetiştirdikleri sporcular da doğal olarak kendilerinden bir arpa boyu fazla olmayan ve bu işi ne pahasına olursa olsun tekellerinde tutmaya çalışan ‘spor adamlarımız’ yüzünden olabilir zaten. ha, yukarıda verdiğim örnekleri tekrar hatırlayacak olursak, zaten içimizde de yok, o ayrı...
    --- alinti ---

    banu yelkovan - radikal.com.tr
App Store'dan indirin Google Play'den alın