bugünkü yazısını çok beğendim, çok kıskandım. ben de böyle yazabilmek isterdim.
---
alinti ---
takım yaratmanın iki aşaması var. biri taktik açıdan bir takım yaratmak, diğeri de psikolojik. ülkemizde geçerli olansa ikincisi.
sizin iyi bir teknik direktör olduğunuzu varsayarak (ki hepimiz öyleyiz), elinizdeki takıma göre taktiği belirlediğinizi ya da daha şanslıysanız kafanızdaki taktiğe göre transferler yaptığınızı, belirlediğiniz taktiği oyuncularınıza aktarmak için antrenmanlar yaptığınızı, futbolcularınızın antrenmanlarda kaytarmadığını, hepsinin her maçta optimal seviyede oynamak için elinden gelen çabayı gösterdiğini, defans olarak dengeli, oyunu kurma açısından becerikli, skoru yakalama açısından bitirici br takım olduğunuzu, takımınızın top ayaktayken yaratıcı, top rakipteyken baskıcı, defansta kademeli, kontrataklarda hızlı olduğunu kabul ediyorum. a planınız, b planınız, gerekirse c planınız bile var. sahaya forması çıksa ilk üçe girecek bir takım olmanıza rağmen hiç havalara girmeden mücadelenizi ediyorsunuz, 1-0’a filan tenezzül etmiyorsunuz. en iyi savunmanız saldırı. kanatları kullanıyorsunuz, göbekten bastırıyorsunuz, altıpas içinde affetmiyorsunuz. evet bu sizsiniz.
yeter mi? yetmeeeez...
bu ülkede kazanan bir takım yaratmak için önce kazanmalısınız. hep kazanmalı. bir mağlubiyetin futbolda çok da önemi olmadığını düşünen bir almansanız mesela, geçmiş olsun. skibbe mesela, bence tamamen bu ülkenin bu anlamsız dinamiklerini bilmediği ve bizim için yeterli kısalıkta bir sürede öğrenemediği için gitti. bizimkiler yurtdışına gidince uyum süreci deriz, adaptasyon deriz, türkiye’den kendisine yemek yapsın diye, misal annesini götürmesini filan anlayışla karşılarız, takıma giremeyince veryansın ederiz ama buraya gelenler farklıııı... bir kere yabancı’. yok haşa, biz ırkçı değiliz, bak zencileri ne kadar çok severiz. bıdı bıdı...
biz duygusal’ insanlarız cümlesinin alt metni, beni motive et, beni öv yoksa küserim’ anlamına gelir. pire için yorgan yakmak deyimi konvertibıl’ değildir. bu yüzden sizin teknik direktörlükteki taktik beceriniz yetmez. bu yüzden abilerin motivasyonu, cevat hocalar’a duyulan sevgi şampiyonluk kazandırır. bu yüzden medyanın gözünde, hocanın’ bek kadar değeri yoktur. çünkü bu ülkede forma çıksa oynar, gerekirse cevat hoca da şampiyon olur. cevat hoca’nın başarısını küçümsemek için değil, bakış açısını özetlemek için.
bizdeki maç skorları da maçı yansıtmaz bilir misiniz? nice beraberlikler vardır, aslında takımlardan biri maçı domine etmiş, maçın bir anında talihsiz bir gol yemiştir, nice farklı galibiyetlerde aslında kazanan fazlaca bir şey yapmadan, ilk gole kadar kas kas’ taktiğiyle oynayan rakibin direnci kırıldığı için fark gelmiştir. maç skorlarının bile’ psikolojik olduğu bir ülkeyiz vesselam.
bu yüzden bir koç olarak, oyuncularınıza sadece sahada oynayacakları taktiği değil, kazanan olmanın sırrını, bunda bir nebze cesaret, bolca kendine güven, kazanma arzusu kadar kaybetmeme tutkusu olduğunu da öğretmelisiniz. kontrollü bir hırs. sinirden rakibe daldırmayan, öfkeden kendi formasını yırttırmayan, maçtan sonra gözlerini aça aça konuşturmayan. bir noktada, mağlubiyeti hazmetmeyi de öğretmelisiniz. 90 dakika mağlubiyeti kabul etme, ama 91. dakikada da kabullen. üzül, ama öfkelenme. sorumluluk al, en azından galibiyette aldığın kadar. ders al. hatta ağla... açılırsın...
maç sonu konuşmaları
maç sonunda mustafa sarp’ın konuşmasını ben çok beğendim. derli toplu buldum, “premier lig’de maç seyrederken futbolculuğumdan utanıyorum” cümlesini de müthiş bir otokritik. beğenmeyenler de oldu ama görüşüm değişmez. futbolcular konuşmalı. futbolculara, “takım arkadaşını, taktiği, hocayı, hakemi, yöneticileri eleştirme” şeklinde basit bir kural getirip serbestce konuşmalarına izin verilmeli. geriye konuşacak ne mi kalıyor? illa eleştireceklerse kendilerini eleştirmek mesela ya da övmek. olumlu olanı söylemek. zor mu? kabul etmek gerekirse, bu ülkede evet.
---
alinti ---
kaynak : www.radikal.com.tr