102
geçenlerde okuduğum bir yazıyı paylaşmak amacıyla girdiğimde şu yeni yazıyla karşılaştım:
"hayatın can kırıklarından sakatlanır mı sporcular, yoksa şov devam etmeli deyip ufak bir çocuk gibi "acımadı ki, acımadı ki" deyip koşmaya devam mı ederler? elbette ki hayır. dünyanın en mükemmel profesyonellerinden biri olarak gösterilen, günde altı saat idman yapan, 10 saat uyuyan, alkol kullanmayan cristiano ronaldo bile, gün gelir melankolinin esiri olur. portekizli yıldız beş yıldır beraber olduğu sevgilisinden ayrıldığından beri real madrid'de işler yolunda gitmiyor. elbette ki bunu isco ve modric'in yokluğuna bağlamak doğru futbol teşhisi ama ronaldo da uzun zamandır sahada ışıl ışıl parlamıyor. portekizli ailede baskın karakter anne, irina shayk'in oğluna iyi bir eş olamayacağına karar vermiş, iber yarımadası'nın magazin sayfalarına göre. en tepedeki bile aşkın tokadını yediğinden yuvarlanıyor yokuş aşağı. nazım hikmet ustanın dediği gibi "bir anda unuttum seni, eminim. kalbimde kalbine yok bile kinim. bence artık sen de herkes gibisin" deyip çıkılmıyor futbol sahasına... formula 1'in efsane pilotu mike hakkinen'nin oğlu hugo doğduktan sonra tur başına bir saniye kaybetmesi, baba olmanın sorumluluğuydu. çünkü baba (anne) olmak bir maçın ikinci yarısıdır ve hakemin son düdüğü çalmasını hiç istemezsin. michael jordan'ın babasının bir cinayete kurban gitmesinin ardından basketboldan kopması ve kısa süre sonra beyzbol sahasında görünüp dünyayı şoka uğratması ise bir evladın yası ve beyzbolcu olmasını isteyen babasına gecikmiş bir vefa tezahürü... milano'da omuzlarda karşılanan arjantinli stoper burdisso'nun kısa süre sonra inter başkanı moratti'ye gidip "kızıma lösemi teşhisi koydular. arjantin'de yanında olmak istiyorum" demesi de hayatın acı bir gerçeği...
wesley sneijder, istanbul'u çok seven eşi olmasaydı belki de sezon başında galatasaray'dan ayrılmıştı. hayat bu bilinmez, 2008'de gittiği real madrid'de harika bir sezonun ardından düşüşe geçtiğinde, ispanyol medyası yıkılan ilk evliliği yüzünden dağıtan hollandalı'nın yoldan çıktığını yazmıştı. eros olmasa sneijder, madrid'de kalır, inter'e imza atmazdı. jardel, galatasaray'dan gittiğinde eşi karen ile yolun sonuna gelmişti, yıllar sonra bu dönemi uyuşturucuyla geçirdiğini itiraf etti. kabul edelim daniel güiza ile herkes ocakbaşına gitmek ister. kaçırdığı goller ardından en hüzünlü bakan adamdı ispanyol santrfor. eşi nuria'dan çektiği kadar kimseden çekmedi güiza. hep yokuş aşağı koştu, hep dizi kanadı, savruldu, dağıldı, bitti. beckham da real madrid'den apar topar kopup gittiyse sebep "los angeles'ta yaşayalım" diyen eşi victoria'dır. milan'ın ukraynalı golcüsü şevçenko, san siro'da tribünlerin taptığı adamdı. gönül bu, ferman dinlemiyor. evlendiği kadın, milan'ın patronu silvio berlusconi'nin oğlunun eski nişanlısıydı. kristen pazik, milano'dan sıkılmış, londra'da yaşamak istiyordu. milan'ın büyük golcüsü chelsea'ye imza atarken patron berlusconi arkasından "şevçenko kılıbığın teki. karısı çağırdığında koşup gelen minik bir köpek yavrusuymuş" dedi. profesyonel futbol dünyası bu, sözler unutulur gider. şevçenko, ingiltere'de yapamadı, milan'a geri döndü ama bir daha hiç eskisi gibi olmadı. ondan sonra milan'a gelen ve silvio berlusconi'nin kızı barbara'ya gönlünü kaptırdıktan sonra genç yaşta ülkesine dönmek zorunda kalan brezilyalı pato gibi... kaçan her golün ardında belki de ikiye bölünmüş, yakılmış bir fotoğraf karesi vardır, kimbilir... hayat bazen üsten aut değil midir zaten... "
http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...azen-ustten-aut.html
diğer yazıyı da paylaşayım:
"bir kurşunla dünya savaşı'nın başladığı, bir imzayla barışın sağlandığı tarihte pası futbol sahasına attığımızda değişen nedir ki? son dakikada rakibe kaptırılmayan genç yetenek, kaçan balık büyük olur misali uçup giden yıldızlar, bir başka toprakta artık dal vermezken, yeni yuvasında ulu bir ağaç gibi yükselen yıldızlar. beşiktaş, trabzonspor ile giriştiği transfer yarışında tolgay arslan'a imzayı attırmasa, slaven biliç, üç gece önce onu sosa'nın yerine oyuna almasa ve tolgay topun gelişine vurup doksana takmasa... gözümüzün önünden gitmeyen sahne bugünlerde budur da bir de hafızalardan silinmeyen ya da unutulup gidenler var...
70'li yılların sonu. trabzonspor fırtınasının estiği, yabancı futbolcu denildiğinde eski yugoslavya'nın yetenekli ayaklarının yanında vasat topçularının da ligimizde forma giydiği yıllar. toprağı bol olsun, sonraları fenerbahçe divan kurulu başkanlığı da yapacak olan yüksel günay o günlerde kulübün genel sekreteri. "cevad'ın babası ile kesin anlaşmaya vardım. 19 yaşındaki bu şöhretli futbolcu en geç 10 gün içinde fenerbahçe forması giyecektir" diyor muhabirlere. gazetenin manşetinde "fenerbahçe, partizan'ın ünlü sol açığı cevad prekazi'yi transfer ediyor" yazıyor, 1976 yılında. aslında manşet abartılı, cevad ünlü falan değil daha, yolun çok başında. ne oluyorsa, olmuyor o transfer. belki cevad'ın babası yan çiziyor belki de partizan. prekazi'nin yolu dokuz yıl sonra çıkıyor türkiye'ye. bugün üzerinde rezidans ve avm'nin yükseldiği, galatasaray'ın eski başkanı alp yalman'ın şirketinin toprak sahasında testten geçmesi de belki şehir efsanesi. prekazi muz ortaları yapıyor, "koşsam real madrid'de oynardım" diyor, onun sayesinde tanju çolak avrupa gol kralı oluyor, mustafa denizli ve futbol tarihimizin en umut veren mesajı "yüzde 51" tarihe yazılıyor. ya peki cevad prekazi 19 yaşında fenerbahçe'ye imza atsaydı?
portekiz'in 25 yıl önce 70'lerin ilk yarısında doğan yeteneklerden yakaladığı jenerasyonun kesinlikle en yeteneklisi. rui costa, joao pinto da var ama o bir başka. sporting lizbon formasıyla parlıyor ve 23 yaşında iki italyan kulübü onun için kavgaya tutuşuyor. juventus ve bugünlerde duşlarından sıcak su akmayan ve iflas eden parma. parmalat'ın sahibi tanzi ailesi, angelli ailesi'ne kafa tutuyor. italya'nın iki büyük patronunun figo kavgasına son noktayı federasyon koyuyor. iki yıl boyunca iki kulüp de figo transferinden men ediliyor. sporting lizbon da 23 yaşındaki yıldızını barcelona'ya satıyor. ya peki figo, serie a'ya gitseydi?
alfredo di stefano'yu franco mahiretiyle barcelona'nın elinden alan real madrid, bugün müzesindeki 10 şampiyonlar ligi / şampiyon kulüpler kupası'nın beşini alabilir miydi peki? barcelona ülke futbol tarihinin bunu üzerinden anlatıyor ama onlar da 1987'de büyük bir yıldızı ellerinden kaçırdıklarından haberdar değiller. boby charlton futbol okulunda sivrilen 12 yaşındaki david beckham ve arkadaşlarının ödülü, iki haftalık barselona gezisi. hayran oldukları lineker ile fotoğraf çektiriyorlar, schuster ile tanışıyorlar, kendisinden üç yaş büyük pep guardiola belki yanından geçiyor, idmana çıkıyorlar ama kimse beckham'ı meşhur altyapı la masia'ya almayı aklından geçirmiyor barcelona kulübünde. kaçan balık büyük olur derler, 16 yıl sonra beckham bir kez daha barcelona'nın kapısından dönüyor, katalanlar, ronaldinho'yu alırken, ingilizlerin en şık adamını real madrid kapıyor. ya peki ingiliz teknik adam tery venables, beckham'ı ada'ya göndermeseydi?
1978'de arjantin'deki dünya kupası'nın ardından inter, bir fransız'ın peşine düşüyor. nancy'yi sırtlayan 10 numara michel platini ile ön protokol yapıyorlar. o evrak tam 32 yıl sonra gün yüzüne çıkıyor. o günlerde yabancı yasağı maddesine takılan transfer, italya'nın futbol tarihini değiştiriyor. bir yıl daha nancy'de oynayan, üç yıl da saint etienne forması giyen michel platini, 1982 yılında juventus'a imza atıyor. ya peki bugünün uefa başkanı, o günlerde inter'e imza atsaydı?
sene 2003. barcelona, eski yıldızı txiki begiristain'ı lizbon'a yolluyor. sporting lizbon'un manchester united ile oynadığı hazırlık maçında genç yeteneği çok beğeniyor begiristain. ertesi gün ispanyol medyasının manşetlerinde cristiano ronaldo-barcelona flörtü var ama alex ferguson elini çabuk tutuyor ve transferi bitiriyor. barcelona da bir başka portekizli yetenek ricardo quaresma'yı kadrosuna katıyor. ya peki katalanlar, o sezon cristiano ronaldo'yu alsa, altyapıdan gelen ve o günlerde sağ açıkta oynatılan messi formayı kapar mıydı?
barcelona, werder bremen ile mesut özil için ön protokol imzalıyor. bonservis bedeli de 10 milyon euro'nun altında. bir haftalık transfer opsiyonuna son noktayı koyan guardiola oluyor. ona göre mesut bir yıl daha almanya'da forma giyip, pişmeli. barcelona orta sahasındaki oyuncularıyla rekabet edemeyeceğini düşünüyor guardiola. katalanlar, transferden çekildiklerini açıklıyorlar ve zamanında 2 milyona almadığı pepe'ye 30 milyon ödeyen real madrid, iki katına çıkan bonservisi dert etmiyor ve mesut, santiago bernabeu'nun yolunu tutuyor. ya peki... "
http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...anlk-neye-yarar.html
üstat bazı bazı böyle yardırıyor. keşke daha sık yazsa diyorum...
"hayatın can kırıklarından sakatlanır mı sporcular, yoksa şov devam etmeli deyip ufak bir çocuk gibi "acımadı ki, acımadı ki" deyip koşmaya devam mı ederler? elbette ki hayır. dünyanın en mükemmel profesyonellerinden biri olarak gösterilen, günde altı saat idman yapan, 10 saat uyuyan, alkol kullanmayan cristiano ronaldo bile, gün gelir melankolinin esiri olur. portekizli yıldız beş yıldır beraber olduğu sevgilisinden ayrıldığından beri real madrid'de işler yolunda gitmiyor. elbette ki bunu isco ve modric'in yokluğuna bağlamak doğru futbol teşhisi ama ronaldo da uzun zamandır sahada ışıl ışıl parlamıyor. portekizli ailede baskın karakter anne, irina shayk'in oğluna iyi bir eş olamayacağına karar vermiş, iber yarımadası'nın magazin sayfalarına göre. en tepedeki bile aşkın tokadını yediğinden yuvarlanıyor yokuş aşağı. nazım hikmet ustanın dediği gibi "bir anda unuttum seni, eminim. kalbimde kalbine yok bile kinim. bence artık sen de herkes gibisin" deyip çıkılmıyor futbol sahasına... formula 1'in efsane pilotu mike hakkinen'nin oğlu hugo doğduktan sonra tur başına bir saniye kaybetmesi, baba olmanın sorumluluğuydu. çünkü baba (anne) olmak bir maçın ikinci yarısıdır ve hakemin son düdüğü çalmasını hiç istemezsin. michael jordan'ın babasının bir cinayete kurban gitmesinin ardından basketboldan kopması ve kısa süre sonra beyzbol sahasında görünüp dünyayı şoka uğratması ise bir evladın yası ve beyzbolcu olmasını isteyen babasına gecikmiş bir vefa tezahürü... milano'da omuzlarda karşılanan arjantinli stoper burdisso'nun kısa süre sonra inter başkanı moratti'ye gidip "kızıma lösemi teşhisi koydular. arjantin'de yanında olmak istiyorum" demesi de hayatın acı bir gerçeği...
wesley sneijder, istanbul'u çok seven eşi olmasaydı belki de sezon başında galatasaray'dan ayrılmıştı. hayat bu bilinmez, 2008'de gittiği real madrid'de harika bir sezonun ardından düşüşe geçtiğinde, ispanyol medyası yıkılan ilk evliliği yüzünden dağıtan hollandalı'nın yoldan çıktığını yazmıştı. eros olmasa sneijder, madrid'de kalır, inter'e imza atmazdı. jardel, galatasaray'dan gittiğinde eşi karen ile yolun sonuna gelmişti, yıllar sonra bu dönemi uyuşturucuyla geçirdiğini itiraf etti. kabul edelim daniel güiza ile herkes ocakbaşına gitmek ister. kaçırdığı goller ardından en hüzünlü bakan adamdı ispanyol santrfor. eşi nuria'dan çektiği kadar kimseden çekmedi güiza. hep yokuş aşağı koştu, hep dizi kanadı, savruldu, dağıldı, bitti. beckham da real madrid'den apar topar kopup gittiyse sebep "los angeles'ta yaşayalım" diyen eşi victoria'dır. milan'ın ukraynalı golcüsü şevçenko, san siro'da tribünlerin taptığı adamdı. gönül bu, ferman dinlemiyor. evlendiği kadın, milan'ın patronu silvio berlusconi'nin oğlunun eski nişanlısıydı. kristen pazik, milano'dan sıkılmış, londra'da yaşamak istiyordu. milan'ın büyük golcüsü chelsea'ye imza atarken patron berlusconi arkasından "şevçenko kılıbığın teki. karısı çağırdığında koşup gelen minik bir köpek yavrusuymuş" dedi. profesyonel futbol dünyası bu, sözler unutulur gider. şevçenko, ingiltere'de yapamadı, milan'a geri döndü ama bir daha hiç eskisi gibi olmadı. ondan sonra milan'a gelen ve silvio berlusconi'nin kızı barbara'ya gönlünü kaptırdıktan sonra genç yaşta ülkesine dönmek zorunda kalan brezilyalı pato gibi... kaçan her golün ardında belki de ikiye bölünmüş, yakılmış bir fotoğraf karesi vardır, kimbilir... hayat bazen üsten aut değil midir zaten... "
http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...azen-ustten-aut.html
diğer yazıyı da paylaşayım:
"bir kurşunla dünya savaşı'nın başladığı, bir imzayla barışın sağlandığı tarihte pası futbol sahasına attığımızda değişen nedir ki? son dakikada rakibe kaptırılmayan genç yetenek, kaçan balık büyük olur misali uçup giden yıldızlar, bir başka toprakta artık dal vermezken, yeni yuvasında ulu bir ağaç gibi yükselen yıldızlar. beşiktaş, trabzonspor ile giriştiği transfer yarışında tolgay arslan'a imzayı attırmasa, slaven biliç, üç gece önce onu sosa'nın yerine oyuna almasa ve tolgay topun gelişine vurup doksana takmasa... gözümüzün önünden gitmeyen sahne bugünlerde budur da bir de hafızalardan silinmeyen ya da unutulup gidenler var...
70'li yılların sonu. trabzonspor fırtınasının estiği, yabancı futbolcu denildiğinde eski yugoslavya'nın yetenekli ayaklarının yanında vasat topçularının da ligimizde forma giydiği yıllar. toprağı bol olsun, sonraları fenerbahçe divan kurulu başkanlığı da yapacak olan yüksel günay o günlerde kulübün genel sekreteri. "cevad'ın babası ile kesin anlaşmaya vardım. 19 yaşındaki bu şöhretli futbolcu en geç 10 gün içinde fenerbahçe forması giyecektir" diyor muhabirlere. gazetenin manşetinde "fenerbahçe, partizan'ın ünlü sol açığı cevad prekazi'yi transfer ediyor" yazıyor, 1976 yılında. aslında manşet abartılı, cevad ünlü falan değil daha, yolun çok başında. ne oluyorsa, olmuyor o transfer. belki cevad'ın babası yan çiziyor belki de partizan. prekazi'nin yolu dokuz yıl sonra çıkıyor türkiye'ye. bugün üzerinde rezidans ve avm'nin yükseldiği, galatasaray'ın eski başkanı alp yalman'ın şirketinin toprak sahasında testten geçmesi de belki şehir efsanesi. prekazi muz ortaları yapıyor, "koşsam real madrid'de oynardım" diyor, onun sayesinde tanju çolak avrupa gol kralı oluyor, mustafa denizli ve futbol tarihimizin en umut veren mesajı "yüzde 51" tarihe yazılıyor. ya peki cevad prekazi 19 yaşında fenerbahçe'ye imza atsaydı?
portekiz'in 25 yıl önce 70'lerin ilk yarısında doğan yeteneklerden yakaladığı jenerasyonun kesinlikle en yeteneklisi. rui costa, joao pinto da var ama o bir başka. sporting lizbon formasıyla parlıyor ve 23 yaşında iki italyan kulübü onun için kavgaya tutuşuyor. juventus ve bugünlerde duşlarından sıcak su akmayan ve iflas eden parma. parmalat'ın sahibi tanzi ailesi, angelli ailesi'ne kafa tutuyor. italya'nın iki büyük patronunun figo kavgasına son noktayı federasyon koyuyor. iki yıl boyunca iki kulüp de figo transferinden men ediliyor. sporting lizbon da 23 yaşındaki yıldızını barcelona'ya satıyor. ya peki figo, serie a'ya gitseydi?
alfredo di stefano'yu franco mahiretiyle barcelona'nın elinden alan real madrid, bugün müzesindeki 10 şampiyonlar ligi / şampiyon kulüpler kupası'nın beşini alabilir miydi peki? barcelona ülke futbol tarihinin bunu üzerinden anlatıyor ama onlar da 1987'de büyük bir yıldızı ellerinden kaçırdıklarından haberdar değiller. boby charlton futbol okulunda sivrilen 12 yaşındaki david beckham ve arkadaşlarının ödülü, iki haftalık barselona gezisi. hayran oldukları lineker ile fotoğraf çektiriyorlar, schuster ile tanışıyorlar, kendisinden üç yaş büyük pep guardiola belki yanından geçiyor, idmana çıkıyorlar ama kimse beckham'ı meşhur altyapı la masia'ya almayı aklından geçirmiyor barcelona kulübünde. kaçan balık büyük olur derler, 16 yıl sonra beckham bir kez daha barcelona'nın kapısından dönüyor, katalanlar, ronaldinho'yu alırken, ingilizlerin en şık adamını real madrid kapıyor. ya peki ingiliz teknik adam tery venables, beckham'ı ada'ya göndermeseydi?
1978'de arjantin'deki dünya kupası'nın ardından inter, bir fransız'ın peşine düşüyor. nancy'yi sırtlayan 10 numara michel platini ile ön protokol yapıyorlar. o evrak tam 32 yıl sonra gün yüzüne çıkıyor. o günlerde yabancı yasağı maddesine takılan transfer, italya'nın futbol tarihini değiştiriyor. bir yıl daha nancy'de oynayan, üç yıl da saint etienne forması giyen michel platini, 1982 yılında juventus'a imza atıyor. ya peki bugünün uefa başkanı, o günlerde inter'e imza atsaydı?
sene 2003. barcelona, eski yıldızı txiki begiristain'ı lizbon'a yolluyor. sporting lizbon'un manchester united ile oynadığı hazırlık maçında genç yeteneği çok beğeniyor begiristain. ertesi gün ispanyol medyasının manşetlerinde cristiano ronaldo-barcelona flörtü var ama alex ferguson elini çabuk tutuyor ve transferi bitiriyor. barcelona da bir başka portekizli yetenek ricardo quaresma'yı kadrosuna katıyor. ya peki katalanlar, o sezon cristiano ronaldo'yu alsa, altyapıdan gelen ve o günlerde sağ açıkta oynatılan messi formayı kapar mıydı?
barcelona, werder bremen ile mesut özil için ön protokol imzalıyor. bonservis bedeli de 10 milyon euro'nun altında. bir haftalık transfer opsiyonuna son noktayı koyan guardiola oluyor. ona göre mesut bir yıl daha almanya'da forma giyip, pişmeli. barcelona orta sahasındaki oyuncularıyla rekabet edemeyeceğini düşünüyor guardiola. katalanlar, transferden çekildiklerini açıklıyorlar ve zamanında 2 milyona almadığı pepe'ye 30 milyon ödeyen real madrid, iki katına çıkan bonservisi dert etmiyor ve mesut, santiago bernabeu'nun yolunu tutuyor. ya peki... "
http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...anlk-neye-yarar.html
üstat bazı bazı böyle yardırıyor. keşke daha sık yazsa diyorum...