• 101
    --- alıntı ---
    manzanares nehri'ndeki kan

    akşam yemeğini 22.00'den önce yemeyen bir ülkede futbol maçlarının da gece yarısına yakın başlamasına şaşırmamak lazım değil mi? ispanya böyle bir ülke, saat farkının değil hayat farkının saatlere yansıdığı, ne desen "yarın yaparız" denilen, her şeyin ertelendiği bir ülke. bu topraklarda elbette ki futbol maçları da gece yarısına yakın saatte başlar.
    haftanın en yüksek reyting getirecek maçı mutlaka cumartesi akşamları 22.00'de oynanır.

    peki ya dünyaya açılmaya karar verdiysen? real madrid-barcelona rekabeti ile global pazarda kendine fazlasıyla yer bulan ispanya la liga, uzakdoğu'daki ispanyol futbolu fanatikleri için geçen sezondan beri haftada bir maçı yerel saatle pazar günleri 12.30'da oynatıyor. ispanyol taraftarların "bu saatte maç mı olur, kahvaltı etmeden stada mı gideceğiz" dediği saatte başlayan maçlarda amaç hem uzakdoğu'nun primetime'ını yakalamak hem de çocukları annebabalarıyla gündüz maçlarına çekebilmek...

    real madrid ve barcelona bu fikre sıcak bakmasa da ispanya, pazar sabahı maçlarına alıştı. italyanlar da pazar 15.00 maçları klasiğinden ödün verip bir maçı öğle saatlerine çektiler. buraya kadar harika ama geçen pazar günü madrid'de yaşananlar mutlu mesut tabloya kan sıçrayınca, ispanya acı gerçekle yüzleşti. ülkede yüzde 25'i aşan işsizlikle paralel yükselişe geçen aşırı milliyetçilik, uyuduğu tribünlerde yeniden hortladı. ispanya herkesin birbirinden nefret ettiği ülke aslında. katalanlar, basklar, endülüs bölgesinin insanları, galiçyalılar ve merkezi madrid olan ispanyol milliyetçileri. otonom yapının getirdiği özerklik, bitmek bilmeyen bağımsızlık mücadeleleri ve hangi bölgenin ispanyol ekonomisini ayakta tuttuğu kavgalarının sokağa taşanı madrid'den geçen manzanares nehri'nin kenarında yaşandı.

    galiçya bölgesinin takımı deportivo la coruna, atletico madrid deplasmanına gelirken, taraftarları da peşini bırakmadı. otobüslerle sabah saatlerinde rakibin stadı vicente calderon yakınlarına geldiler. la coruna taraftar grubu riazor blues, ispanya'nın sol eğilimli gruplarındandı ve madrid'de pazar sabahından itibaren aşırı sağcılardan oluşan atletico madrid'in frente atletico grubu whatsapp'tan adam topluyordu. whatsapp mesaj gruplarında riazor blues grubunun manzanares nehri kıyısında toplandığı bilgisini alan frente atletico üyeleri, 'evlerini' korumak için yataklarından fırladılar. 200 kişinin karıştığı, 11 kişinin yaralandığı kavgada, 30 kişi tutuklandı. bu kadarla kalsa yine kulağının üstüne yatacaktı ispanya ama manzanares nehri'ne darp edildikten sonra atılan 43 yaşındaki romero taboada'nın donmak üzere olan bedeni üç saat sonra hastanede iflas edince ülke karıştı.

    atletico madrid, arda'nın da gol attığı maçı 2-0 kazandı ama skor kimin umurundaydı ki! aynı akşam ilk misilleme ülkenin güneyinde sevilla'da madrid kökenlilerinin uğrak yeri olan bir kafenin basılmasıyla gerçekleşti. ülkenin en tehlikeli taraftar grubu kabul edilen sevilla'nın biris norte grubu, sol kardeşliği adına riazor bleus grubunun arkasında olduğunu açıkladı. madrid'in vallecas bölgesinde işçi sınıfının yaşadığı mahallelerin takımı rayo vallecano'nun anti-faşist grubu bukaneros üyelerinin de la coruna taraftarına destek vermek için o pazar calderon yakınlarında olduğu ortaya çıkınca ispanya'da eski defterler yeniden açıldı.

    franco rejiminde 40 yıl kendini dünyaya kapatan ispanya'da tribünler, ultras ve holiganlarla, ev sahipliğini yaptıkları 1982 dünya kupası'nda tanışmışlardı. forma giymeden maça gelen, atkı takan, davul eşliğinde tezahürat yapan italyan 'tifosi'lerin (taraftar) ultras gruplarından etkilenen ispanyol taraftar gruplarından real madrid'in ultras sur ve atletico madrid'in frente atletico'su en ses getirenler oldular. barcelona cephesinde ise katalan milliyetçiliğini camp nou'nun kale arkasına taşıyan boixos nois grubu sol görüşlü gençlerden oluşuyordu. onlar karşılarında neo-nazilerden oluşan espanyol taraftar grubu brigadas blanquiazules'i buldular. kuzeyde bask milliyetçiliğinin kalesi olan a. bilbao tribünlerinde herri norte, real sociedad tribünlerinde ise pena mujika liderliği ele aldı.

    90'larda yol ayrımına girildi. ultras felsefesi avrupa'da aşırı sağın kalesiydi ve sol tandaslı gruplar isimlerinden birer birer ultras takısını atmaya başladılar. ispanyolca taraftar manasına gelen 'hinchas' grupları kurulmaya başlandı. onların tek amacı vardı, tribüne siyaseti sokmadan, takım sevgisini ön plana çıkartmak. apolitik taraftar gruplarına tepki çok sert oldu. tarafı belli olmayan bu taraftar derneklerinin üyeleri gittikleri her deplasmanda karşılarında sağı solu belli grupların hedefi oldular. sol görüşlü ispanyol taraftar grupları, ingiliz tribün kültürüne yakınlaşırken, ultras sur gibi aşırı faşist gruplar, italya'da lazio ile dostluk kurar oldular.

    bildik hikayedir, ultras grupları kulüp yönetimlerinden, futbolculardan maddi destek alır, atkı mont satışından gelir elde eder, deplasmana otobüs kaldırırken de seyahat acentalığına soyunurlar. bu düzene ilk baş kaldıran barcelona'nın eski başkanı laporta oldu. evinin duvarlarına "öleceksin" yazan boixos nois grubunu, camp nou stadı'dan attı. real madrid de geçen yıl ultras sur grubunu 30 yıldır maçları izlediği santiago bernabeu'nun kale arkasından stadın üçücü katına sürdü. iki grubun başına gelenlerden sonra atletico madrid'in frente atletico grubu için son mohikan diyorlardı ispanya'da. madrid kulübü, grubun artık vicente calderon stadı'na alınmayacağını açıkladı.
    şimdi ispanya'da herkes aynı soruyu soruyor: bittiler mi? 'evet' diyen kimse yok oralarda...

    --- alıntı ---
  • 102
    geçenlerde okuduğum bir yazıyı paylaşmak amacıyla girdiğimde şu yeni yazıyla karşılaştım:

    "hayatın can kırıklarından sakatlanır mı sporcular, yoksa şov devam etmeli deyip ufak bir çocuk gibi "acımadı ki, acımadı ki" deyip koşmaya devam mı ederler? elbette ki hayır. dünyanın en mükemmel profesyonellerinden biri olarak gösterilen, günde altı saat idman yapan, 10 saat uyuyan, alkol kullanmayan cristiano ronaldo bile, gün gelir melankolinin esiri olur. portekizli yıldız beş yıldır beraber olduğu sevgilisinden ayrıldığından beri real madrid'de işler yolunda gitmiyor. elbette ki bunu isco ve modric'in yokluğuna bağlamak doğru futbol teşhisi ama ronaldo da uzun zamandır sahada ışıl ışıl parlamıyor. portekizli ailede baskın karakter anne, irina shayk'in oğluna iyi bir eş olamayacağına karar vermiş, iber yarımadası'nın magazin sayfalarına göre. en tepedeki bile aşkın tokadını yediğinden yuvarlanıyor yokuş aşağı. nazım hikmet ustanın dediği gibi "bir anda unuttum seni, eminim. kalbimde kalbine yok bile kinim. bence artık sen de herkes gibisin" deyip çıkılmıyor futbol sahasına... formula 1'in efsane pilotu mike hakkinen'nin oğlu hugo doğduktan sonra tur başına bir saniye kaybetmesi, baba olmanın sorumluluğuydu. çünkü baba (anne) olmak bir maçın ikinci yarısıdır ve hakemin son düdüğü çalmasını hiç istemezsin. michael jordan'ın babasının bir cinayete kurban gitmesinin ardından basketboldan kopması ve kısa süre sonra beyzbol sahasında görünüp dünyayı şoka uğratması ise bir evladın yası ve beyzbolcu olmasını isteyen babasına gecikmiş bir vefa tezahürü... milano'da omuzlarda karşılanan arjantinli stoper burdisso'nun kısa süre sonra inter başkanı moratti'ye gidip "kızıma lösemi teşhisi koydular. arjantin'de yanında olmak istiyorum" demesi de hayatın acı bir gerçeği...

    wesley sneijder, istanbul'u çok seven eşi olmasaydı belki de sezon başında galatasaray'dan ayrılmıştı. hayat bu bilinmez, 2008'de gittiği real madrid'de harika bir sezonun ardından düşüşe geçtiğinde, ispanyol medyası yıkılan ilk evliliği yüzünden dağıtan hollandalı'nın yoldan çıktığını yazmıştı. eros olmasa sneijder, madrid'de kalır, inter'e imza atmazdı. jardel, galatasaray'dan gittiğinde eşi karen ile yolun sonuna gelmişti, yıllar sonra bu dönemi uyuşturucuyla geçirdiğini itiraf etti. kabul edelim daniel güiza ile herkes ocakbaşına gitmek ister. kaçırdığı goller ardından en hüzünlü bakan adamdı ispanyol santrfor. eşi nuria'dan çektiği kadar kimseden çekmedi güiza. hep yokuş aşağı koştu, hep dizi kanadı, savruldu, dağıldı, bitti. beckham da real madrid'den apar topar kopup gittiyse sebep "los angeles'ta yaşayalım" diyen eşi victoria'dır. milan'ın ukraynalı golcüsü şevçenko, san siro'da tribünlerin taptığı adamdı. gönül bu, ferman dinlemiyor. evlendiği kadın, milan'ın patronu silvio berlusconi'nin oğlunun eski nişanlısıydı. kristen pazik, milano'dan sıkılmış, londra'da yaşamak istiyordu. milan'ın büyük golcüsü chelsea'ye imza atarken patron berlusconi arkasından "şevçenko kılıbığın teki. karısı çağırdığında koşup gelen minik bir köpek yavrusuymuş" dedi. profesyonel futbol dünyası bu, sözler unutulur gider. şevçenko, ingiltere'de yapamadı, milan'a geri döndü ama bir daha hiç eskisi gibi olmadı. ondan sonra milan'a gelen ve silvio berlusconi'nin kızı barbara'ya gönlünü kaptırdıktan sonra genç yaşta ülkesine dönmek zorunda kalan brezilyalı pato gibi... kaçan her golün ardında belki de ikiye bölünmüş, yakılmış bir fotoğraf karesi vardır, kimbilir... hayat bazen üsten aut değil midir zaten... "

    http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...azen-ustten-aut.html

    diğer yazıyı da paylaşayım:

    "bir kurşunla dünya savaşı'nın başladığı, bir imzayla barışın sağlandığı tarihte pası futbol sahasına attığımızda değişen nedir ki? son dakikada rakibe kaptırılmayan genç yetenek, kaçan balık büyük olur misali uçup giden yıldızlar, bir başka toprakta artık dal vermezken, yeni yuvasında ulu bir ağaç gibi yükselen yıldızlar. beşiktaş, trabzonspor ile giriştiği transfer yarışında tolgay arslan'a imzayı attırmasa, slaven biliç, üç gece önce onu sosa'nın yerine oyuna almasa ve tolgay topun gelişine vurup doksana takmasa... gözümüzün önünden gitmeyen sahne bugünlerde budur da bir de hafızalardan silinmeyen ya da unutulup gidenler var...

    70'li yılların sonu. trabzonspor fırtınasının estiği, yabancı futbolcu denildiğinde eski yugoslavya'nın yetenekli ayaklarının yanında vasat topçularının da ligimizde forma giydiği yıllar. toprağı bol olsun, sonraları fenerbahçe divan kurulu başkanlığı da yapacak olan yüksel günay o günlerde kulübün genel sekreteri. "cevad'ın babası ile kesin anlaşmaya vardım. 19 yaşındaki bu şöhretli futbolcu en geç 10 gün içinde fenerbahçe forması giyecektir" diyor muhabirlere. gazetenin manşetinde "fenerbahçe, partizan'ın ünlü sol açığı cevad prekazi'yi transfer ediyor" yazıyor, 1976 yılında. aslında manşet abartılı, cevad ünlü falan değil daha, yolun çok başında. ne oluyorsa, olmuyor o transfer. belki cevad'ın babası yan çiziyor belki de partizan. prekazi'nin yolu dokuz yıl sonra çıkıyor türkiye'ye. bugün üzerinde rezidans ve avm'nin yükseldiği, galatasaray'ın eski başkanı alp yalman'ın şirketinin toprak sahasında testten geçmesi de belki şehir efsanesi. prekazi muz ortaları yapıyor, "koşsam real madrid'de oynardım" diyor, onun sayesinde tanju çolak avrupa gol kralı oluyor, mustafa denizli ve futbol tarihimizin en umut veren mesajı "yüzde 51" tarihe yazılıyor. ya peki cevad prekazi 19 yaşında fenerbahçe'ye imza atsaydı?

    portekiz'in 25 yıl önce 70'lerin ilk yarısında doğan yeteneklerden yakaladığı jenerasyonun kesinlikle en yeteneklisi. rui costa, joao pinto da var ama o bir başka. sporting lizbon formasıyla parlıyor ve 23 yaşında iki italyan kulübü onun için kavgaya tutuşuyor. juventus ve bugünlerde duşlarından sıcak su akmayan ve iflas eden parma. parmalat'ın sahibi tanzi ailesi, angelli ailesi'ne kafa tutuyor. italya'nın iki büyük patronunun figo kavgasına son noktayı federasyon koyuyor. iki yıl boyunca iki kulüp de figo transferinden men ediliyor. sporting lizbon da 23 yaşındaki yıldızını barcelona'ya satıyor. ya peki figo, serie a'ya gitseydi?

    alfredo di stefano'yu franco mahiretiyle barcelona'nın elinden alan real madrid, bugün müzesindeki 10 şampiyonlar ligi / şampiyon kulüpler kupası'nın beşini alabilir miydi peki? barcelona ülke futbol tarihinin bunu üzerinden anlatıyor ama onlar da 1987'de büyük bir yıldızı ellerinden kaçırdıklarından haberdar değiller. boby charlton futbol okulunda sivrilen 12 yaşındaki david beckham ve arkadaşlarının ödülü, iki haftalık barselona gezisi. hayran oldukları lineker ile fotoğraf çektiriyorlar, schuster ile tanışıyorlar, kendisinden üç yaş büyük pep guardiola belki yanından geçiyor, idmana çıkıyorlar ama kimse beckham'ı meşhur altyapı la masia'ya almayı aklından geçirmiyor barcelona kulübünde. kaçan balık büyük olur derler, 16 yıl sonra beckham bir kez daha barcelona'nın kapısından dönüyor, katalanlar, ronaldinho'yu alırken, ingilizlerin en şık adamını real madrid kapıyor. ya peki ingiliz teknik adam tery venables, beckham'ı ada'ya göndermeseydi?
    1978'de arjantin'deki dünya kupası'nın ardından inter, bir fransız'ın peşine düşüyor. nancy'yi sırtlayan 10 numara michel platini ile ön protokol yapıyorlar. o evrak tam 32 yıl sonra gün yüzüne çıkıyor. o günlerde yabancı yasağı maddesine takılan transfer, italya'nın futbol tarihini değiştiriyor. bir yıl daha nancy'de oynayan, üç yıl da saint etienne forması giyen michel platini, 1982 yılında juventus'a imza atıyor. ya peki bugünün uefa başkanı, o günlerde inter'e imza atsaydı?

    sene 2003. barcelona, eski yıldızı txiki begiristain'ı lizbon'a yolluyor. sporting lizbon'un manchester united ile oynadığı hazırlık maçında genç yeteneği çok beğeniyor begiristain. ertesi gün ispanyol medyasının manşetlerinde cristiano ronaldo-barcelona flörtü var ama alex ferguson elini çabuk tutuyor ve transferi bitiriyor. barcelona da bir başka portekizli yetenek ricardo quaresma'yı kadrosuna katıyor. ya peki katalanlar, o sezon cristiano ronaldo'yu alsa, altyapıdan gelen ve o günlerde sağ açıkta oynatılan messi formayı kapar mıydı?

    barcelona, werder bremen ile mesut özil için ön protokol imzalıyor. bonservis bedeli de 10 milyon euro'nun altında. bir haftalık transfer opsiyonuna son noktayı koyan guardiola oluyor. ona göre mesut bir yıl daha almanya'da forma giyip, pişmeli. barcelona orta sahasındaki oyuncularıyla rekabet edemeyeceğini düşünüyor guardiola. katalanlar, transferden çekildiklerini açıklıyorlar ve zamanında 2 milyona almadığı pepe'ye 30 milyon ödeyen real madrid, iki katına çıkan bonservisi dert etmiyor ve mesut, santiago bernabeu'nun yolunu tutuyor. ya peki... "

    http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...anlk-neye-yarar.html

    üstat bazı bazı böyle yardırıyor. keşke daha sık yazsa diyorum...
  • 103
    santrfor falcao'yu kurtarmak

    bir tiyatro oyunu da olabilir, filmi de çekilebilir bu transfer hikayesinin. ben adını steven spielberg ve tom hanks'e selam çakıp "santrfor falcao'yu kurtarmak" koydum. monaco-istanbul hattında geçen, kimi zaman kolombiya'ya kimi zaman ispanya'ya uzanan bir yılan hikayesinin gerçek aktörlerini anlatmalıyım size.
    oleg petrov: galatasaray taraftarının bu yaz en nefret ettikleri adam. bir rus işadamı monaco kulübünün sahibiyse futboldan anlayan ve mümkünse fransızca bilen birine kulübü emanet eder öyle değil mi? dmitry rybolovlev geçen sezon küme düşmekten son anda kurtulan monaco'da son yılda kazanılan şampiyonlukta da, bir koyup beş kazanılan transferlerde de bir numaralı isim olan vadim vasilyev'in şubat ayında ipini çekti ve koltuğa oleg petrov'u oturttu. petrov elektronik eşya, pırlanta ticaretinde muteber bir yöneticiydi ama ufak bir sorun vardı, futbol ile alakası yoktu ve bildiği dört dil arasında fransızca yoktu. falcao'nun "her yıl dörtbeş iyi oyuncuyu satıyorsunuz, takımın dengesini bozuyorsunuz, jardim'i de yok yere yolladınız" dediği monaco'dan ayrılık kararını bahar aylarında almıştı. oleg petrov, fransız medyasını yanına alıp kolombiyalı golcünün kontratına saygı göstermesi gerektiğini söyleyip transferi yılan hikayesine çevirdi.
    leonard jardim: mourinho'nun başarılarıyla yolunu açtığı portekizli teknik adamlar arasında, fransa ligi'nin büyük ağabeyi psg'ye kafa tutan ve şampiyon olabilen başarılı bir teknik adam. geçen sezon başında takım yokuş aşağı gittiğinde koltuğundan oldu. thierry henry efsane futbolcuydu ama tecrübesiz teknik adam kartviziti onun da sonunu hazırladı. rus patron, kovduğu jardim'i göreve getirip monaco'yu ligde tuttu. çift santrfor oynayacağım diye ısrar edip falcao'nun yerine iki golcü isteyen, alındığında da bir üçüncü forveti bekleyen jardim, ligin ilk üç maçında bozguna uğradı. üç maçta üç kırmızı kart alan takımı bir puan alabildi. transfer mevsimi kapanmasa, falcao takımdan gitmeden zaten kendisi gidecekti. muhtemelen de oleg petrov'un idaresinde yeni yılı göremeyecek.

    jorge mendes/ahmet bulut: falcao'nun menajeri oyuncusuna üç yıllık yeni kontrat ararken, türkiye pazarındaki ortağı ahmet bulut da galatasaray adına hareket eden isim olarak bu filmde yerini aldı. ahmet bulut devreye girene kadar fransız medyasında bonservis bedeli yazılmayan falcao için o günden sonra 'sıkı pazarlıklar' başladı. seri ve nzonzi transferlerini şükrü hanedar ile 24 saatte bitiren galatasaray'ın falcao için neden oyuncunun menajerinin ortağına vekalet verdiği senaryonun açmazları arasına yazıldı.
    l'equipe gazetesi ve türk spor medyasi: fransızların efsane gazetesinde monaco haberlerine imza atan iki muhabirden biri sürekli olarak falcao'nun istanbul'da sıkıntı yaşayacağını öne sürüp, bonservis vs. ile olumsuz haberlere imza atarken, editör masasının görev verdiği diğer muhabir iki cepheden de doğru haberlerle mesai arkadaşının yangınını her seferinde söndürdü. fransız medyasının haberlerinde alt metinler okunduğunda monaco'nun yönlendirmesi net olarak ortaya çıktı. son 2-3 yılda yangın emojisiyle twitter fenomenliğine soyunan genç muhabirler türkiye'de her gün "falcao hayırlı olsun" ile etkileşim peşinde koşarken; sabah gazetesi muhabiri mehmet özcan'ın 31 temmuz'da verdiği detayların üstüne 30 gün boyunca bir satır koyamadılar. kazanan yine işini gazetesinde, televizyonunda, sorumlu olduğu kurumda yapan gerçek gazeteciler oldu...
    radamel falcao: 33 yaşında. son 10 yılda avrupa futbolunun en büyük golcülerinden biri. galatasaray ile anlaşmaya vardıktan sonra sözünden dönmedi. monaco ile var olan bir yıllık kontratının üzerine bir yıl uzatma teklifini de geri çevirdi. üç kız çocuğu sahibi ve tek isteği vitirine çıktığı river plate'de olduğu gibi tutkulu tribünler önünde futbol oynamak.
    abdurrahim albayrak: falcao ile çektirdiği hatıra fotoğrafını kendine saklasa bu kadar yıpranmayacaktı. günümüz futbolunda bir transfere "yüzde 99 bitti" diyebilmek için oyuncunun şehre gelip sağlık kontrolünden geçmesi gerektiğini o da biliyordu elbette ama o da sosyal medya çukuruna düştü, düşürüldü ve falcao gelse de gelmese de bu yazın en çok hırpalanan ve kaybeden ismi oldu camiasında...

    http://acetobalsamico.blogspot.com/...u-kurtarmak.html?m=1
App Store'dan indirin Google Play'den alın