630
gençlerbirliği'nde görev yaptığı sıralarda bizim üniversiteye söyleşiye gelmişti. bir arkadaş kendisine en çok hangi forvete karşı zorlandığını sordu. bülent korkmaz önce konfederasyon kupasında* ronaldinho'ya karşı zorlandığını söyledi. asıl cevap ise sonrasında geldi. uefa finalini kastederek thierry henry'e karşı oynamanın çok zor olduğunundan bahsetti. yanlış hatırlamıyorsam bir açıklamasında da filippo inzaghi'nin ne zaman ne yapacağının hiç belli olmadığını, bu yüzden bu oyuncuyu tutmanın çok zor olduğunu söylemişti. sonuç olarak kaptan'ın en çekindiği hücum hattının en uçta henry ve inzaghi; arkalarında ise ronaldinho olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
bu arada o günle ilgili bir anımı da yazmadan geçemeyeceğim. söyleşiye birlikte gittiğim arkadaşım söyleşi bitince "olum hadi lan, bülent çıkıyor, arka kapıda yakalayıp fotoğraf çektirelim!" dedi. iki genç heyecanla arka kapıya yöneldik. şansımız varmış, bülent korkmaz'ı arabasına binerken yakaladık. "kaptan, bi fotoğraf lütfen..." dedim ve vga kameralı boktan siemens cep telefonumu yoldan geçmekte olan bir vatandaşa uzatıp fotoğrafımızı çekmesini istedim. arkadaşım ve ben kaptan'ın iki tarafına geçtik. hava güneşli olduğu için piksel seviyesine ulaşamayan fakir cep telefonum görüntü açısından bir sıkıntı yaratmayacaktı. velhasılı kelam vatandaş bizim fotoğrafımızı çekti ve kaptan'a teşekkür edip, gençlerbirliği'ndeki görevinde başarılar diledik, vedalaştık. efendim telefonu elimize aldığımızda bir de ne görelim? bülent korkmaz fotoğrafta yok! ben ve arkadaş karenin iki kenarındayız, ortada ise bir ışık hüzmesi, bir nur ve bu nurun içinde bir insan silüeti. olayın nedenini idrak etmemiz fazla uzun sürmedi. öğle saatlerinde neredeyse dik açıyla gelen güneş ışınları bizi, özellikle de kaptan'ı hedef almış; fotoğrafı çeken vatandaşın açıyı iyi ayarlayamaması ve benim telefonun yüksek olmayan çözünürlüğü gibi etkenler de birleşince ortaya iki insanın bir boşluğa kolunu attığı bir kare çıkmıştı. halbuki biz kolumuzu bülent'in omzuna atmıştık lan! hemen ikinci bir şans için arkamı döndüm. mamafih kaptan son model arabasıyla uzaklaşıyordu. telefonuma baktım, fotoğrafı çekene baktım, arkadaşıma baktım. kaptanın arkasından el salladım...
bu arada o günle ilgili bir anımı da yazmadan geçemeyeceğim. söyleşiye birlikte gittiğim arkadaşım söyleşi bitince "olum hadi lan, bülent çıkıyor, arka kapıda yakalayıp fotoğraf çektirelim!" dedi. iki genç heyecanla arka kapıya yöneldik. şansımız varmış, bülent korkmaz'ı arabasına binerken yakaladık. "kaptan, bi fotoğraf lütfen..." dedim ve vga kameralı boktan siemens cep telefonumu yoldan geçmekte olan bir vatandaşa uzatıp fotoğrafımızı çekmesini istedim. arkadaşım ve ben kaptan'ın iki tarafına geçtik. hava güneşli olduğu için piksel seviyesine ulaşamayan fakir cep telefonum görüntü açısından bir sıkıntı yaratmayacaktı. velhasılı kelam vatandaş bizim fotoğrafımızı çekti ve kaptan'a teşekkür edip, gençlerbirliği'ndeki görevinde başarılar diledik, vedalaştık. efendim telefonu elimize aldığımızda bir de ne görelim? bülent korkmaz fotoğrafta yok! ben ve arkadaş karenin iki kenarındayız, ortada ise bir ışık hüzmesi, bir nur ve bu nurun içinde bir insan silüeti. olayın nedenini idrak etmemiz fazla uzun sürmedi. öğle saatlerinde neredeyse dik açıyla gelen güneş ışınları bizi, özellikle de kaptan'ı hedef almış; fotoğrafı çeken vatandaşın açıyı iyi ayarlayamaması ve benim telefonun yüksek olmayan çözünürlüğü gibi etkenler de birleşince ortaya iki insanın bir boşluğa kolunu attığı bir kare çıkmıştı. halbuki biz kolumuzu bülent'in omzuna atmıştık lan! hemen ikinci bir şans için arkamı döndüm. mamafih kaptan son model arabasıyla uzaklaşıyordu. telefonuma baktım, fotoğrafı çekene baktım, arkadaşıma baktım. kaptanın arkasından el salladım...