100
sayın tanrım;
biz burada bir takım insanlarız
bizler; yani bahtına gücenmiş kullarınız;
bir takım telaşların tam ortasındayız
sanırım siz de farkındasınız.
bilmem hoşunuza mı gidiyor
tüm o sarhoşluklarımız,
soğuk gecelerde ıssız bulvarlar boyunca ağlayışlarımız,
bir umutla kazı-kazan kuponlarını kazıyışlarımız,
delik deşik uykularımız,
anlaşılmamışlıklarımız,
tabanı daima yırtık olan ayakkabılarımız,
bunun yanı sıra en olmadık zamanda yağan yağmurlarınız,
bitmedi!
dahası var.
sizin de söylediğiniz gibi,
bütün ağaçlar kalem olsa, bütün denizler de mürekkep; lokmân yirmiyedi
hayır, ben okumadım.
kendi yarım, dini bütün bir arkadaşım söyledi.
demek istediğim;
genel hatlarıyla bütün bu boktan memnun olmadığımız.
çünkü; yavru kedi ölüleriyle
ve cam şişe kırıklarıyla başlar
bir çöpçünün mesaisi.
cam şişe kırıkları, koyu renkli
sürekli...
biz şimdi on dört katlı bir apartmanın terasındayız.
biz; üç iyi niyetli adamız,
babil kulesi'ni inşa eder gibi sevdik, ondan buradayız.
cam şişe kırıkları, koyu renkli
sürekli...
çünkü; patlıyorsa havai fişekler
ve yoksa kutlamaya değecek bir şeyler,
-ki; hiç yoktur aslında-
bir hikaye yatar altında:
gençti, hülyalıydı, uzanırken çiçekler arasında
bir papatya sapını sigara yapmış ağzında
gökyüzünü seyrediyordu.
gençti, hülyalıydı, sadece kuşları görüyor,
imreniyordu.
çalıştı, çok çalıştı.
hiç öğrenemedi, hep bir bilene danıştı,
başarmıştı.
oradaydı, on dört katlı bir apartmanın terasında
-babil kulesi'nin tepesi gibiydi aslında-
pahalı bir puro kendini papatya yapmış ağzında
gökyüzünü seyrediyordu.
yaşlıydı, dalgındı, sadece kuşları görüyor,
iğreniyordu.
martı çığlıkları, havai fişekler, renkli
sürekli...
çünkü; böylesi ısrarlı tesadüfler
eseflere mahal veriyor.
çirkeflerde yıkanmadan iyi olunmuyor,
biliyorum.
üstelik bu beni memnunsuz ve kötü kılıyor,
ben de öyle diliyorum.
ben, ben kötü kalmak istiyorum!
dilim döner, uzun uzadıya,
sabırla, yılgınlığa kapılmadan
ve umursamadan dinleyip dinlenmediğini,
açıklayabilirim sebeplerini.
ama istemiyorum...
hem sonra, lokmân yirmiyedi
bana da kim bilir kim söyledi.
demek istediğim;
genel hatlarıyla bütün bu boktan memnun kalamazsınız.
fakat;
üç yaşında bir torunun çekiştirerek annesinin elini
kahkahalarla karşılmasını dedesini,
endamlı bir hanımın kedileri sevmesini,
kaktüs çiçeklerini,
muntazar el zeyd'i
-ki; o ayakkabı sadece duvara değdi-
aynı meyhaneye gidişlerimizi, her haftasonu
beyfendilerden uzak o meyhanede çalışan konuşkan garsonu,
ve ikram kahvelerini gördüğümde gülümsüyorum.
iyi bir hikayeyi,
samimiyetini kaybetmeyecek kadar kısa bir sohbeti,
iyi bir şarkıyı,
üstü kabuk bağlamış bir duayı,
"yıldım su borusu gibi dayanıklı olmaktan" diyen subayı
-ki; kendisi aynı zamanda bir şairdir-
eski sevgiliyi,
-ki; kendisi ne söylese, ne yapsa şiire dairdir-
duyduğumda gülümsüyorum.
saatler sonra yakılmış sigarayı,
iş çıkışı tek buzlu rakıyı,
uzun yollara yaren olmaya hazırlanan kitabı,
kapanmaya yakın, yaranın içinde kalan iltihabı,
közlenmiş patlıcanı ve yârin saçlarını,
henüz kesilmiş kavunu,
yârin boynunu,
kokladığımda gülümsüyorum.
yara gibi...
not: sözük ağlama duvarı mahiyetinde kullandım burayı bir yönü ile ama, şiir kulübüne hep başkalarının şiirlerini getirecek değiliz ya. kendi şiirimle geldim.*
biz burada bir takım insanlarız
bizler; yani bahtına gücenmiş kullarınız;
bir takım telaşların tam ortasındayız
sanırım siz de farkındasınız.
bilmem hoşunuza mı gidiyor
tüm o sarhoşluklarımız,
soğuk gecelerde ıssız bulvarlar boyunca ağlayışlarımız,
bir umutla kazı-kazan kuponlarını kazıyışlarımız,
delik deşik uykularımız,
anlaşılmamışlıklarımız,
tabanı daima yırtık olan ayakkabılarımız,
bunun yanı sıra en olmadık zamanda yağan yağmurlarınız,
bitmedi!
dahası var.
sizin de söylediğiniz gibi,
bütün ağaçlar kalem olsa, bütün denizler de mürekkep; lokmân yirmiyedi
hayır, ben okumadım.
kendi yarım, dini bütün bir arkadaşım söyledi.
demek istediğim;
genel hatlarıyla bütün bu boktan memnun olmadığımız.
çünkü; yavru kedi ölüleriyle
ve cam şişe kırıklarıyla başlar
bir çöpçünün mesaisi.
cam şişe kırıkları, koyu renkli
sürekli...
biz şimdi on dört katlı bir apartmanın terasındayız.
biz; üç iyi niyetli adamız,
babil kulesi'ni inşa eder gibi sevdik, ondan buradayız.
cam şişe kırıkları, koyu renkli
sürekli...
çünkü; patlıyorsa havai fişekler
ve yoksa kutlamaya değecek bir şeyler,
-ki; hiç yoktur aslında-
bir hikaye yatar altında:
gençti, hülyalıydı, uzanırken çiçekler arasında
bir papatya sapını sigara yapmış ağzında
gökyüzünü seyrediyordu.
gençti, hülyalıydı, sadece kuşları görüyor,
imreniyordu.
çalıştı, çok çalıştı.
hiç öğrenemedi, hep bir bilene danıştı,
başarmıştı.
oradaydı, on dört katlı bir apartmanın terasında
-babil kulesi'nin tepesi gibiydi aslında-
pahalı bir puro kendini papatya yapmış ağzında
gökyüzünü seyrediyordu.
yaşlıydı, dalgındı, sadece kuşları görüyor,
iğreniyordu.
martı çığlıkları, havai fişekler, renkli
sürekli...
çünkü; böylesi ısrarlı tesadüfler
eseflere mahal veriyor.
çirkeflerde yıkanmadan iyi olunmuyor,
biliyorum.
üstelik bu beni memnunsuz ve kötü kılıyor,
ben de öyle diliyorum.
ben, ben kötü kalmak istiyorum!
dilim döner, uzun uzadıya,
sabırla, yılgınlığa kapılmadan
ve umursamadan dinleyip dinlenmediğini,
açıklayabilirim sebeplerini.
ama istemiyorum...
hem sonra, lokmân yirmiyedi
bana da kim bilir kim söyledi.
demek istediğim;
genel hatlarıyla bütün bu boktan memnun kalamazsınız.
fakat;
üç yaşında bir torunun çekiştirerek annesinin elini
kahkahalarla karşılmasını dedesini,
endamlı bir hanımın kedileri sevmesini,
kaktüs çiçeklerini,
muntazar el zeyd'i
-ki; o ayakkabı sadece duvara değdi-
aynı meyhaneye gidişlerimizi, her haftasonu
beyfendilerden uzak o meyhanede çalışan konuşkan garsonu,
ve ikram kahvelerini gördüğümde gülümsüyorum.
iyi bir hikayeyi,
samimiyetini kaybetmeyecek kadar kısa bir sohbeti,
iyi bir şarkıyı,
üstü kabuk bağlamış bir duayı,
"yıldım su borusu gibi dayanıklı olmaktan" diyen subayı
-ki; kendisi aynı zamanda bir şairdir-
eski sevgiliyi,
-ki; kendisi ne söylese, ne yapsa şiire dairdir-
duyduğumda gülümsüyorum.
saatler sonra yakılmış sigarayı,
iş çıkışı tek buzlu rakıyı,
uzun yollara yaren olmaya hazırlanan kitabı,
kapanmaya yakın, yaranın içinde kalan iltihabı,
közlenmiş patlıcanı ve yârin saçlarını,
henüz kesilmiş kavunu,
yârin boynunu,
kokladığımda gülümsüyorum.
yara gibi...
not: sözük ağlama duvarı mahiyetinde kullandım burayı bir yönü ile ama, şiir kulübüne hep başkalarının şiirlerini getirecek değiliz ya. kendi şiirimle geldim.*