1999-00 UEFA Kupası Yarı Final Rövanş Maçı
22:00 Elland Road
2 - 2
  • 67
    hayatım ile ilgili ilk hatırladığım an. kendi filmimin başladığı sahne. bütün aile bizdeydi ve zaten dedemin ölümünden başka hiç bir zaman aileyi o kadar kalabalık görmemiştim. 5 yaşına bile tam basmamışım ama her şeyi hatırlıyorum. hafızamın hep iyi olduğunu söylerlerdi. haklılarmış. neyse sahneye geri dönerim. ha evet, maç başladı. babam nasıl gergin üzerinden 13 sene geçmiş halen dün gibi hatırlıyorum. annem sinirli baya, dayılarım politik olmanın da verdiği karaktere uygun, maçın ingiliz halkı için önemini, istanbulda yaşanan olayları tartışıyorlar, kuzenlerim benden biraz büyük, 10-11 yaşındaki çocuk nasıl futbol hakkında konuşursa - örneğin; abi,ilk maçı almışız tur bizim, rahat olun- öyle konuşuyorlar. ama benim o çocuk aklımla bildiğim bir şey var. bir insanın bir insanı öldürmenin kötü bir şey olduğu. diyorum ya, ilk hatırladığım şey o maç, harbi öyle. mesela ben ilk maçın skorunu, olaylarını bilmiyorum. ama evdeki ahalinin konuşmasından duymuşum, oynayacağımız takımın taraftarlarıyla kötü olaylar olmuş. çocuk aklıyla değerlendirdiğinde zaten olaylar ya kötüdür ya iyidir. ve insanları öldürmek kötüdür. ve karşı taraf bize karşı çok hırslı olacağını, bize karşı ellerinden gelenden daha fazlasını sergileyeceklerini basit kelimelerle anlayabiliyorum ve hissedebiliyorum.

    ve maç benim için tekrar başladı. dakikalar geçiyor, babam başta olmak üzere ailede büyük bir gerginlik var, ingiltereninin o zaman ki en iyi takımlarından biri, 2 ölen taraftar, üstüne bir de türk takımı, zaten adamlar bizi oldum olası sevmiyorlar. yani tüm türkiye gergin ama ben değil, yani gerginliği henüz kavrayamamışım ben o zamanlar. sadece çerezleri yiyip, meyve suyu içiyorum. bazen de işte cimbom! cimbom! diye bağırıyorum. olayımın özeti bu. neyse maça tekrar dönelim

    arif kaçırdı. o anı nasıl anlatacağımı düşünemiyorum, babam kızgın, dayılarım bulunduğu ciddi adam modundan çıkmış, bağırıyorlar, sövüyorlar. zaten onları bir daha o kadar kızgın görmemiştim. arif'i sorumsuzlukla suçluyorlar v.s. falan. o zaman korkuyu da hissettim babamlar bir anda öyle bağırınca ee o ufacık halimle tırsmışım. annem aldı odama götürdü. sonra bana olayı tatlı tatlı özetleyip tekrar içeri geçtik. zaten annem canım yandığında hep benim yaramı dindirir. neyse maça devam edelim.

    penaltı oldu ama sanki milli piyango çıkmış gibi bağırıyor bizimkiler, sevincide öğrendim orda o an ben. bende cimbom diyip sevimlilik yapıp reyting peşindeyim. "o" tabikide attı golü. babam beni kucağına aldı, sarılıyor. ben yine cimbom diyip reyting peşinde...

    ee tabi klasik amerikan filmi bu, işler kötü gidecek muhakkak.. golü yedik. babam elindeki bardağı fırlattı, dayım çekirdek tabağını attı camdan. zaten karşı apartmandakiler alışkınmış bizim daireden bir şeyler atılmasına, ben atarmışım annem öyle söyledi. o zaman neden bu kadar sinirlendiklerini anlamıyordum, iyice şaşkınlaşmıştım o an. neyse maça devam edelim, ortam gergin, skor 1-1

    taffarel kurtardı ya o pozisyonu. "tanrının eli" dedi bir hayli politik olan büyük dayım. ve o tanrının elinin hikayesini ben daha sonra öğrenecektim. ve o tanrının elini de,bu tanrının elinide çok sevecektim.ki bu "tanrının eli" çok değil 27 gün sonra başka bir kahramanlık hikayesini yazacaktı. bu pozisyondan biraz sonra taffarel yine kurtarmıştı. ilk hatırladığım çocukluk kahramanım taffarel olmuştu.

    "o" o çalımı attı ya. sanırım bu dünya tarihinde gördüğümde kendimi en çok mutlu hissetiğim anlardan biriydi . çalımı attığında babam ayaklanmıştı ve ayağının dibindeki su şisesi devrilmişti, parkelerimiz kaliteli değildi ve o suyun dökülmesini kimse o çalımdan fark etmediği için parkemiz şişmişti ve yenilemek zorunda kalmıştık. (bunu biraz büyüyünce babam anlatmıştı). "o'nun" attığı çalımda kalmıştık en son. ha evet, o çalımı attı, babam kalktı, su döküldü, ben bağırmaya başladım yine reyting için cimbom diye. çocuğum işte ama bu sefer yemedi. çünkü "o" öyle bir pas atmıştı ki, kral öyle bir vurmuştu ki kalecinin uzanamayacağı köşeye 5 yaşındaki bütün çocuklar gelip sevimlilik yapsa, yemezdi yani. o zaman 5 yaşındaki bütün çocuklarından daha önemli şeyler olduğunu da anlamıştım. o ikisi benim çocukluğumun ikinci ve üçüncü kahramanları olmuştu. gol oldu, bütün sülale beni sırtına alıyor, - ee tabi şimdiki gibi ağır da değilim-, sarılıyor, seviyor falan. ben de durdum mu cimbooom !! gooool diyip reytingi tavan yaptırdım. ama ailecek nasıl mutluyuz, en mutlu biziz o an bana göre. tüm türkiye öyleydi ama 5 yaşındaki bir çocuk o an tüm türkiyeyi nasıl bilsin..

    sonra taffarel bir kaç kurtarış daha yaptı, bir gol daha yedik ama bunlar artık pek önemli değildi. zaman lehimize işliyordu. o an zaman kavramını da öğrenmiştim. ve filmin mutlu sonla biteceği neredeyse kesindi. gerginlikler minimum düzeye inmiş, evde neşeli bir hal vardı. maç bitti. o an biri çarptı gözüme, sevinçli ve gururlu duruyordu. cips yediğim için yağlanmış parmaklarımla televizyonda gördüğüm adamı göstermiştim. babama onun kim olduğunu sorup sormadığımı tam hatırlamıyorum ama cevabını o günden beri hiç unutmadım. o adam, fatih terim'in ta kendisiydi. işte o an hayatımdaki dördüncü kahramanı belirlemiştim. burada diğer oyuncularımıza saygısızlık yapıyorum zannedilmesin, ama bu 4 isim bir başka gelmişti benim gözüme. belki ilk öğrendiğim şeyleri onlardan öğrendiğim içindir, bilmiyorum ama öyleydi işte.

    ve film mutlu sonla bitiyordu. hayatımdaki ilk hatırladığım anım böyleydi. 4 kahramanım oldu benim o gün. sevinci öğrendim, zaferi, gururu, 5 yaşındaki çocuk sevimliliğinden öte şeylerin olduğunu, ingiltere deplasmanının zor olduğunu, hagi'nin dünyanın en iyilerinden biri olduğunu, hakan şükür'ün kral olduğunu, taffarel'in tanrı'nın diğer ellerinden biri olduğunu öğrendim, çivi gibi çakmak deyimini de öğrendim haliyle. o gün benim galatasaraylı olduğum gündür. aslında film tam olarak bitmiyordu aksine yeni başlıyordu. çünkü ben o gün galatasaray'ı öğrenmiştim !
App Store'dan indirin Google Play'den alın