13
büyük kulüp altyapısı:
futbola büyük bir istanbul takımının altyapısında başladım. (evet 3 büyükten biri ve hangisi olduğunu açıklamayacağım) yanlış anlaşılmasın, topu severdim fakat o çok yetenekli, mahalleyi çalıma dizen çocuklardan değildim. tesisler evimizin neredeydse yanındaydı. ve babam kongre üyesiydi, hasbelkader altyapıdaki hocaları tanıyordu, ayrıca şimdi durumlar nasıl bilmiyorum ama o yıllarda her başkanlık seçiminde, adaylar oy istemek için üşenmez tek tek herkese telefon açardı. yani bir nevi başkanı da tanıyordu diyelim.
neyse seçmeye girip bir şekilde takıma girdik. zaten takıma girmenin torpil dışında başka da bir yolu yoktu, çünkü biz oynarken maçları bile izlemiyordu oyuncu seçenler. takıma katıldığın anda torpil bitiyor. artık iş sende, sahada çıkıp oynayacaksın. ilk senemde çok zorlandım, çok az forma buldum. orta sahada göbekte oynuyordum genelde benim işim sağımdaki solumdaki sözde wonderkidler ileri çıktığında arkasında kademe almak, dönenleri toplamaktı. o yıllarda xaviesta modası yoktu. benim için ayaklardan çok dirseklerin konuştuğu, dalak şişiren bir savaş alanıydı göbek. ve ilk dönemlerde, yani 3-5-2 yıllarında allah sizi inandırsın değil şut atmak rakip kaleyi bile sezonda bir kez görüyordum. sonraları yeni yeni geçilen 4-4-2 nin hikmetinden midir, yoksa ben mi işi öğrendim bilmiyorum, bir anda açıldım. artık yanımdaki diğer orta saha elemanıyla dönüşümlü çıkıyorduk ileri. goller, ara pasları, ortalar gelmeye başladı. hala çalım atmayı beceremiyordum. garanti oynardım, ama hep dikine, hep boştaki adama. ve forma benimdi. ne derseniz diyin, büyük kulüp başkaydı. büyük kulüp bambaşkadır. büyük kulüp maceram bu şekilde 4 sene sürdü. ve sonunda yaşta büyüyünce "iyisin ama bu takımda kalacak seviyede değilsin, teşekkür ederiz, güle güle koçum diye bitti"
dibe vurmuş efsane kulüp:
tam oyunumun seviye atladığı dönemde, patlama yapmayı beklerken bir anda boşta kalmıştım. sonraki durak bir zamanlar ligin tozunu atmış, devlere kafa tutmuş, her futbolseverin adını duyduğu, fakat uzun yıllardır düşe düşe artık amatör kümede takılan bir kulüp oldu. büyük takım altyapısından sonra faciaydı. kulüpte hiçbir şey kalmamıştı. ne para, ne tesis, ne taraftar. sadece adımız vardı. takım da iyi değildi. hoca beni büyük umutlarla direk 10 numaraya çekti. fakat yanlış zaman ve yanlış yerdi. toprak-taş arası sahalarda türkçe konuşamayan adamlardan tekme yedim ve iki dizimin de arkasından sakatlandım. kornerde emekli olmuş kalecilerden yumruklar yedim, ayşen gruda'nın abilerinden dayak yemiş şener şen gibi mor gözle gezdim. göbeğine kadar sakalı olan amcaları karşıma 16 yaşında diye çıkardılar. acıdan yatakta çarşafı yırttığım geceler oldu. ne uzuyordum ne kısalıyordum. aslında daha çok kısalıyordum. iki- üç senede soğudum toptan.
bırakma zamanı gelmiş:
birkaç sene ara verdikten sonra, çektiğim çileyi unutmuş olmalıyım ki, başka bir amatör takımda şensımı denedim. gerçi içimde ne top aşkı kalmıştı ne birşey. takıma nasıl mı girdim. antrenörüyle bir arkadaş vasıtasıyla rakı masasında tanıştım, gerçi adama karşı oynamışım, o beni hatırlıyordu. beraber bir büyüğü devirince "yarın gel takımla çalışmaya başla, biraz kendini toplarsın maçlar başlayınca da oynarsın" dedi. bir yıl da öyle geçti. ama günde bir paket sigara, beş bira içen, barlarda çalışan adam ne kadar oynarsa o kadar oynadım işte. artık ön liberoda tecrübesiyle işi idare etmeye çalışan adam olmuştum. sonunda hoca "oğlum genç bi çocuk gelicek, seneye onu oynatıcam" dedi. o günden bu güne de halı saha dahil topa ayağımı sürmedim. mahallede çocukların topu ayağıma gelince bile geri vurmadım. ayağımla yavaşça ittirdim..
futbola büyük bir istanbul takımının altyapısında başladım. (evet 3 büyükten biri ve hangisi olduğunu açıklamayacağım) yanlış anlaşılmasın, topu severdim fakat o çok yetenekli, mahalleyi çalıma dizen çocuklardan değildim. tesisler evimizin neredeydse yanındaydı. ve babam kongre üyesiydi, hasbelkader altyapıdaki hocaları tanıyordu, ayrıca şimdi durumlar nasıl bilmiyorum ama o yıllarda her başkanlık seçiminde, adaylar oy istemek için üşenmez tek tek herkese telefon açardı. yani bir nevi başkanı da tanıyordu diyelim.
neyse seçmeye girip bir şekilde takıma girdik. zaten takıma girmenin torpil dışında başka da bir yolu yoktu, çünkü biz oynarken maçları bile izlemiyordu oyuncu seçenler. takıma katıldığın anda torpil bitiyor. artık iş sende, sahada çıkıp oynayacaksın. ilk senemde çok zorlandım, çok az forma buldum. orta sahada göbekte oynuyordum genelde benim işim sağımdaki solumdaki sözde wonderkidler ileri çıktığında arkasında kademe almak, dönenleri toplamaktı. o yıllarda xaviesta modası yoktu. benim için ayaklardan çok dirseklerin konuştuğu, dalak şişiren bir savaş alanıydı göbek. ve ilk dönemlerde, yani 3-5-2 yıllarında allah sizi inandırsın değil şut atmak rakip kaleyi bile sezonda bir kez görüyordum. sonraları yeni yeni geçilen 4-4-2 nin hikmetinden midir, yoksa ben mi işi öğrendim bilmiyorum, bir anda açıldım. artık yanımdaki diğer orta saha elemanıyla dönüşümlü çıkıyorduk ileri. goller, ara pasları, ortalar gelmeye başladı. hala çalım atmayı beceremiyordum. garanti oynardım, ama hep dikine, hep boştaki adama. ve forma benimdi. ne derseniz diyin, büyük kulüp başkaydı. büyük kulüp bambaşkadır. büyük kulüp maceram bu şekilde 4 sene sürdü. ve sonunda yaşta büyüyünce "iyisin ama bu takımda kalacak seviyede değilsin, teşekkür ederiz, güle güle koçum diye bitti"
dibe vurmuş efsane kulüp:
tam oyunumun seviye atladığı dönemde, patlama yapmayı beklerken bir anda boşta kalmıştım. sonraki durak bir zamanlar ligin tozunu atmış, devlere kafa tutmuş, her futbolseverin adını duyduğu, fakat uzun yıllardır düşe düşe artık amatör kümede takılan bir kulüp oldu. büyük takım altyapısından sonra faciaydı. kulüpte hiçbir şey kalmamıştı. ne para, ne tesis, ne taraftar. sadece adımız vardı. takım da iyi değildi. hoca beni büyük umutlarla direk 10 numaraya çekti. fakat yanlış zaman ve yanlış yerdi. toprak-taş arası sahalarda türkçe konuşamayan adamlardan tekme yedim ve iki dizimin de arkasından sakatlandım. kornerde emekli olmuş kalecilerden yumruklar yedim, ayşen gruda'nın abilerinden dayak yemiş şener şen gibi mor gözle gezdim. göbeğine kadar sakalı olan amcaları karşıma 16 yaşında diye çıkardılar. acıdan yatakta çarşafı yırttığım geceler oldu. ne uzuyordum ne kısalıyordum. aslında daha çok kısalıyordum. iki- üç senede soğudum toptan.
bırakma zamanı gelmiş:
birkaç sene ara verdikten sonra, çektiğim çileyi unutmuş olmalıyım ki, başka bir amatör takımda şensımı denedim. gerçi içimde ne top aşkı kalmıştı ne birşey. takıma nasıl mı girdim. antrenörüyle bir arkadaş vasıtasıyla rakı masasında tanıştım, gerçi adama karşı oynamışım, o beni hatırlıyordu. beraber bir büyüğü devirince "yarın gel takımla çalışmaya başla, biraz kendini toplarsın maçlar başlayınca da oynarsın" dedi. bir yıl da öyle geçti. ama günde bir paket sigara, beş bira içen, barlarda çalışan adam ne kadar oynarsa o kadar oynadım işte. artık ön liberoda tecrübesiyle işi idare etmeye çalışan adam olmuştum. sonunda hoca "oğlum genç bi çocuk gelicek, seneye onu oynatıcam" dedi. o günden bu güne de halı saha dahil topa ayağımı sürmedim. mahallede çocukların topu ayağıma gelince bile geri vurmadım. ayağımla yavaşça ittirdim..