422
galatasaraylı futbolcular esas duruştayken, şampiyonlar ligi marşı duymayalı uzun zaman olmuş. vay be, ne günler gelip geçmiş. ne yazık? şampiyonlar ligini biz kurmuştuk oysa, hem de manu'yu eleyerek , 8 yıldızlı logonun bir parçası da sonsuza dek biz olmuştuk. yıllarca ara verdikten sonra bir manu maçıyla geri döndük. gururla kurulduk televizyonların başına, ha kimimiz yine eski kavak yellerini yeniden estirmek üzere yaşlı trafford'taydı elbet. bilmem kaç 10.000 ingiliz hem de galip durumdayken onların sesini dinledi. onlar cehennemin öncü birliğiydi, kızılca kıyametin habercileriydi.
kenardakilerden hangisi sör, hangisi imparatordu acaba? grande kıyafetiyle sör'e uzak ara tur bindirdi. sör endişeyle sakız çiğnerken, imparator kör talihine sitem ediyordu maç boyunca. son düdük çaldığında öfkeli fakat mağrur ifadeyle göz göze geldi. bu maç arena cehennemine odun taşımaktan başka bir işe yaramamıştı.
sahaya çıkan 11 30-40 galatasaraylı oyuncudan çıkacak en büyük en adaletli 11 di. ülkenin iki büyük golcüsünün yanında, son gün şapkadan çıkan kris yerine dani, semih'in yanı başındaydı. maç başlamadan, benim gözümde terim maçı kazanmıştı. tek korkum muslera idi. sezona kapattığının en az 10 kat altında başlamış ve devam etmekteydi. anlaşılmaz bir şekilde topları sektiriyor, oyuna gelişi güzel dokuyor, yan toplara çıkamıyordu. nitekim maçın başı beni yanıltmadı. yediği gol için değil, yaptığı penaltı için ne kadar yüklensek yeridir. delikanlı adammış ki, yere yatıp, kırmızıyı almadı da golü attı. gidişi iyi değil, muslera'ya top gelirken benim de yüreğim ağzıma geliyor, hiç rahat değilim.
yıllardır, biz sahnede olamadığımız zamanlarda işte bunun için saldırdım futbocularımıza. keweel'den, neil'e elano'dan, cana'ya. ben bu düşler arenasında değilsem, nerem büyük takım benim? ben dünya'nın her takımıyla kafa kafaya bir maçı oynayamayacaksam, beni kendi ligimiz tatmin eder mi? ben avrupa şampiyonluğu görmüş bir takımın taraftarıysam, beni kendi ligimizin şampiyonluğu kesmez. o yüzden oynayan çoğu futbolcuyu beğenmedim. günler, aylar, yıllar geçti, hatta milenyum bile değişti biz ortadan kaybolalı.
ve bu geceyle birlikte avrupa'nın hayula belası tekrar hortladı. dünya'nın en büyük 5 takımından biriyle göğüs göğüse çarpıştı. yenebilirdi bu oyunla, farklı da yenilebilirdi. mesele şuydu, ülkeye başı yukarıda gelmeliydi. arena'da bunlar parçalarız demeliydi herkes. golü yeyince, maçın hezimete gideceği beklentisinde olanların ağzı kulaklardaydı. ülkenin yüz akı bir şekilde kepaze olmalıydı. ilk direnişe geçen semih kaya oldu. belki de topa en çok değen futbolcumuzdu. kahramanca savaştı. milyonlarca galatasaraylı her müdahelesinde gurur ve onur duydu. içimizde bile mutlaka patlayacak diyenler vardı. ve artık galatasaraylılığımın olanca coşkusuyla ilan edebilirim ki, tarihimizin en büyük savunmacısı olarak yazdı ismini sarı kırmızılı bir kalemle.
ufo 3 gün sonra sakatlansa kris diye bir futbolcunun varlığından çoğumuzun haberi bile olmayacaktı. en azından benim. endişemizde olmayacaktı ufo gitti diye. dani vardı. çevik, cesaretli, gözünü budaktan sakınyan, topla yarı sahayı geçmek isteyen. ama işte yeni biri gelmişti, şampiyonlar liginde çok tecrübeli olduğu söyleniyordu. belki de çok büyük futbolcuydu. fakat grande'de belki aynı şeyleri düşünmüştü. ya kris'i almakta geç kalsaydık. o zaman grandeliği gösterme zamaınydı, hem de hiç kimsenin beklemdiği ilk büyük maçta. dani maçın başında bir kaç pozisyon bocaladı, gol de yenildi nasıl olsa. rahatlayan, oyuna alışan dani, takıldı semih'in peşi sıra. bu büyük takımın, gol yememesi için savaşacak iki kişi dani ve semih'ti bundan sonra.
eskiler bilir, bana soruldu ben bildim. bu takımın gelmiş geçmiş en kısmetsiz futbolcusu erdal keser'di bu sezona kadar. hakan şükür kaval kemiğiyle vurur çatala gider, erdal keser vurur çataldan geri gelirdi. kısmetsizlik yarışında hamit'in ayağına kimse su dökemezmiş meğer. her maç mutlaka unutulmaz bir şut atıyor, ama top bir türlü çerçeveden içeri girmiyordu. götüyle balık tutan futbolcuların yanında hamit çölde kutup ayısıyla karşılaşıyordu.
galatasaray yediği golü çıkarmak, dahasını mançester'in kolladığı yerlere bırakmak için olanca gücüyle ve futbol aklıyla mücadele etti. maçın başlarında hakan balta yoğun piyade atışı altındaydı. golü koklamayan, tabelayı değiştirmek üzere yoğunlaşan amrabat'ın sol tarafımıza inmekte olan felçe derman olamadığı dakikalardaydı. kulübeden, sör imparator'dan medet bekliyorduk. ameliyatı çabuk yaptı, hamit'i sola, hakan balta'nın imdadına gönderdi. hücumsa sağ taraftan yapılabilirdi. kara boğa ile amrabat o dakikalarda göl için olanca kuvvetleriyle yüklendiler. futbol tanrıları maça müdahale etmeseler, galatasaray, mançester'e yıllar önce gördükleri kabusu yeniden seyrettirecekti.
futbolda bir kaf vardır. hatice'ye bakma neticeye bak denir. ben işin hatice'sine bakıyorum. böyle oynasınlar netice peşi sıra gelecek zaten. sıçan gibi oynayıp, galip gelmektense aslan gibi oynayıp yenilmeyi her zaman tercih ederim. benim takımım bu gece gördüğüm takımdır. yenildiği zaman yenene kan kusturmalıdır. bu işin arena'sı var, asla şüphem yoktur ki büyük galatasaray, verdiği imaj, çizdiği rotayla, büyük taraftarıyla unutulmuş karakterini bir kez daha o mağrur takımlara kabul ettirecektir. takımı maceraya gönderirken haykırdığımız sloganı bir kez daha seslendiriyoruz. büyüksün galatasaray, yenilsen de yensen de.
kenardakilerden hangisi sör, hangisi imparatordu acaba? grande kıyafetiyle sör'e uzak ara tur bindirdi. sör endişeyle sakız çiğnerken, imparator kör talihine sitem ediyordu maç boyunca. son düdük çaldığında öfkeli fakat mağrur ifadeyle göz göze geldi. bu maç arena cehennemine odun taşımaktan başka bir işe yaramamıştı.
sahaya çıkan 11 30-40 galatasaraylı oyuncudan çıkacak en büyük en adaletli 11 di. ülkenin iki büyük golcüsünün yanında, son gün şapkadan çıkan kris yerine dani, semih'in yanı başındaydı. maç başlamadan, benim gözümde terim maçı kazanmıştı. tek korkum muslera idi. sezona kapattığının en az 10 kat altında başlamış ve devam etmekteydi. anlaşılmaz bir şekilde topları sektiriyor, oyuna gelişi güzel dokuyor, yan toplara çıkamıyordu. nitekim maçın başı beni yanıltmadı. yediği gol için değil, yaptığı penaltı için ne kadar yüklensek yeridir. delikanlı adammış ki, yere yatıp, kırmızıyı almadı da golü attı. gidişi iyi değil, muslera'ya top gelirken benim de yüreğim ağzıma geliyor, hiç rahat değilim.
yıllardır, biz sahnede olamadığımız zamanlarda işte bunun için saldırdım futbocularımıza. keweel'den, neil'e elano'dan, cana'ya. ben bu düşler arenasında değilsem, nerem büyük takım benim? ben dünya'nın her takımıyla kafa kafaya bir maçı oynayamayacaksam, beni kendi ligimiz tatmin eder mi? ben avrupa şampiyonluğu görmüş bir takımın taraftarıysam, beni kendi ligimizin şampiyonluğu kesmez. o yüzden oynayan çoğu futbolcuyu beğenmedim. günler, aylar, yıllar geçti, hatta milenyum bile değişti biz ortadan kaybolalı.
ve bu geceyle birlikte avrupa'nın hayula belası tekrar hortladı. dünya'nın en büyük 5 takımından biriyle göğüs göğüse çarpıştı. yenebilirdi bu oyunla, farklı da yenilebilirdi. mesele şuydu, ülkeye başı yukarıda gelmeliydi. arena'da bunlar parçalarız demeliydi herkes. golü yeyince, maçın hezimete gideceği beklentisinde olanların ağzı kulaklardaydı. ülkenin yüz akı bir şekilde kepaze olmalıydı. ilk direnişe geçen semih kaya oldu. belki de topa en çok değen futbolcumuzdu. kahramanca savaştı. milyonlarca galatasaraylı her müdahelesinde gurur ve onur duydu. içimizde bile mutlaka patlayacak diyenler vardı. ve artık galatasaraylılığımın olanca coşkusuyla ilan edebilirim ki, tarihimizin en büyük savunmacısı olarak yazdı ismini sarı kırmızılı bir kalemle.
ufo 3 gün sonra sakatlansa kris diye bir futbolcunun varlığından çoğumuzun haberi bile olmayacaktı. en azından benim. endişemizde olmayacaktı ufo gitti diye. dani vardı. çevik, cesaretli, gözünü budaktan sakınyan, topla yarı sahayı geçmek isteyen. ama işte yeni biri gelmişti, şampiyonlar liginde çok tecrübeli olduğu söyleniyordu. belki de çok büyük futbolcuydu. fakat grande'de belki aynı şeyleri düşünmüştü. ya kris'i almakta geç kalsaydık. o zaman grandeliği gösterme zamaınydı, hem de hiç kimsenin beklemdiği ilk büyük maçta. dani maçın başında bir kaç pozisyon bocaladı, gol de yenildi nasıl olsa. rahatlayan, oyuna alışan dani, takıldı semih'in peşi sıra. bu büyük takımın, gol yememesi için savaşacak iki kişi dani ve semih'ti bundan sonra.
eskiler bilir, bana soruldu ben bildim. bu takımın gelmiş geçmiş en kısmetsiz futbolcusu erdal keser'di bu sezona kadar. hakan şükür kaval kemiğiyle vurur çatala gider, erdal keser vurur çataldan geri gelirdi. kısmetsizlik yarışında hamit'in ayağına kimse su dökemezmiş meğer. her maç mutlaka unutulmaz bir şut atıyor, ama top bir türlü çerçeveden içeri girmiyordu. götüyle balık tutan futbolcuların yanında hamit çölde kutup ayısıyla karşılaşıyordu.
galatasaray yediği golü çıkarmak, dahasını mançester'in kolladığı yerlere bırakmak için olanca gücüyle ve futbol aklıyla mücadele etti. maçın başlarında hakan balta yoğun piyade atışı altındaydı. golü koklamayan, tabelayı değiştirmek üzere yoğunlaşan amrabat'ın sol tarafımıza inmekte olan felçe derman olamadığı dakikalardaydı. kulübeden, sör imparator'dan medet bekliyorduk. ameliyatı çabuk yaptı, hamit'i sola, hakan balta'nın imdadına gönderdi. hücumsa sağ taraftan yapılabilirdi. kara boğa ile amrabat o dakikalarda göl için olanca kuvvetleriyle yüklendiler. futbol tanrıları maça müdahale etmeseler, galatasaray, mançester'e yıllar önce gördükleri kabusu yeniden seyrettirecekti.
futbolda bir kaf vardır. hatice'ye bakma neticeye bak denir. ben işin hatice'sine bakıyorum. böyle oynasınlar netice peşi sıra gelecek zaten. sıçan gibi oynayıp, galip gelmektense aslan gibi oynayıp yenilmeyi her zaman tercih ederim. benim takımım bu gece gördüğüm takımdır. yenildiği zaman yenene kan kusturmalıdır. bu işin arena'sı var, asla şüphem yoktur ki büyük galatasaray, verdiği imaj, çizdiği rotayla, büyük taraftarıyla unutulmuş karakterini bir kez daha o mağrur takımlara kabul ettirecektir. takımı maceraya gönderirken haykırdığımız sloganı bir kez daha seslendiriyoruz. büyüksün galatasaray, yenilsen de yensen de.