55
spordur ya da değildir. burayı çok sonraları çok acayip bir yere bağlayacağım. harbi bak. ama şuradan girelim, spor veya değil olması, sporun ne olduğu konusunda koyulan tanıma göre değişir. satranç bir spor dalı mıdır? triangel bir müzik aleti midir? boks bir spor dalı olarak görülebilir mi? curling bir spor mudur? dart bir spor mudur? falan filan.
farzımisal sözcüğün kökeni fransızca'daki 'desport' kelimesinden gelir. bu kelime ise "eğlenme, oyalanma, oyun oynama" gibi anlamlara gelir. yine ingilizce'deki sport kelimesiyle aynı anlama gelir. sonradan kelimenin anlamı genişleyip daralarak, etkilenip değişerek bugünkü anlamına yakınlaşır.
gerçi "spor" kelimesinin kökeni hakkında birçok farklı söylenti de yok değildir. inanır mısınız? bu kelimenin aslında, roma imparatorluğu'nda pek meşhur olan ve günümüzde pek çok yazıtta karşımıza çıkan "s.p.q.r." olduğunu iddia edenler vardı. evet. görünüşe göre dolmuşlarda bu konu sıkça tartışılmakta.
bizim espor kelimesinde emin olduğumuz bir şey varsa, başındaki e harfinin elektronik olmasıdır sanırım. sonradan gelen spor ise kimine göre pazarlamadır, kimine göre gelip geçici bir hevestir. kimine göre günün gerektirdiğidir, kimine göre geleceğin beklentisidir.
bir oyun şirketinin oyununun espor olarak etiketlenmesindeki ve dahi bunu olimpiyat komitelerinde tartışılır hale getirmesi nasıl bir reklamcılık çalışmasıdır? sanırım herkes bunun farkındadır. spor dünyada saygı duyulan bir iştigaldir. sporculara saygı duyulur.
tabii bakarsanız, bizim güzelim memleketimizde "topçu mu olacan ulan!" deyip enseye şaplak, "popçu mu olacan ulan!" deyip mabada pandik atıldığından durum bizi pek ırgalamıyordu. sonra sonra anlaşıldı aslında. "topçu" olarak adlandırılan sporcunun ve "popçu" olarak adlandırılan sanatçının aslında saygıdeğer kimseler olabileceği. burada bir es verelim: popçu bizim ülkemizde, en azından benlli kesimlerde, sanatın farklı dallarında -sadece pop müziğe indirgemek yanlış olur- uğraş verenlere takılan aşağılama yollu bir kelimeydi vakti zamanında.
zaman geçti. devir değişti. algı büküldü. topçu da popçu da acayip paralar kazanmaya başladı. bizimkiler de 10'ar tane falan çocuk yapmaya... biri topçu olsa bizi kurtarır hesabı... ama daha dün iskarpinin ucunu topa vurup zedelediği için azarlanan çocuk, bugün eline top verildiği halde topa vurmamaya başladı. bu sefer de "cin-net"te, "min-net"te takılmaya başladı. atari salonlarından evrilen internet kafeler çok acayip kötülük yuvalarıydı. oyunlar gelişti. oyuncular gelişti. oyun şirketleri gibi oyuncular da illegal yollardan para kazanmanın yollarını buldu. daha çok oyuncu ortaya çıktı. oyunlar rekabetçileşti. oyun şirketleri rekabetçi oyunculuğu yüceltti. oyuna yeni gelen oyunculara oyunu tanıtan tanıtımcılar, şimdinin pop deyimiyle yayıncılar peyda oldu:
"youtuber mı olacan ulan!"
biraz duralım. durum vahim aslında. günbegün şirketlere mahkum oluyoruz. futbol oynamak için sadece 1 topa ihtiyacımız vardı. sokağa çıkmamız, kale niyetine kullanılabilecek iki taş veya iki direk arası bir alan yeterliydi. yollar, arsalar, her yer oyun alanıydı. eğer mahallenin cadalozları ve arsa sahibi hacıları saymazsak, kimseye eyvallahımız yoktu. ihtiyacımız da. şimdi... ama şimdi öyle mi? bir kere en azından temel gereksinimleri karşılayacaksınız. elektrik olmadan çalışmayan bilgisayarlar ve internet sağlayıcılar gerekli. internet gerekli. yetmez. iyi özelliklere sahip olanlarına sahip olmalısınız. oyunlara sahip olmanız gerekli. yes, domini! gerekli işte. sonra iş ne kadar kabiliyetiniz olduğuna ve ne kadar zaman harcadığınıza bağlı. oduncu! yaparım!
şimdi diyebilirsiniz ki, kimin evinde bilgisayar yok. kimin evinde internet yok. olmayan var da, sorun bu değil. sorun anbean bir şirkete veya bir olguya bağımlı olmamız. bu isteğe bağlı bile değil, zorunluluk esasıyla çalışan bir mekanızma.
gelelim günün getirdiğinden kaçamazsınız.
bir galatasaray liselinin, lise mezuniyeti aracılığıyla kulüp üzerindeki mevcut haklarını savunması ve korumaya çalışması ile 'espor' denen bu nanenin spor değil sadece boş lakırtı olduğunu savunmak arasında anlamda bir fark olsa da kapsamda bir fark yok. en azından benim nezdimde. ikisi de aynı muhafazakar kafanın tezahürü. ha muhafazakarlık kötü bir şey midir? her zaman değil.
biz şu an 'espor'un antik dönemlerine bakıyoruz.
gölgenin ve kumun colessium'una, yüce olimpos dağının eteklerindeki tanrı oyunlarına, turan bozkırlarındaki kırgızların tepük toyları, maya tapınaklarında vukub-bahpu için yapılan pagan törenlerine bakıyoruz.
sanal gerçeklik, altenatif gerçeklik, beyin dalgası komutları vesaire vesaire... teknolojinin nerede olduğunu ve nereye doğru gittiğini fark ettiğinizde, "espor, bir spor mu?" diye sormanın bir anlamı yok. sanal gerçekliği dünyamıza getirmek mi, yoksa alternatif gerçekliğe insanı götürmek mi?
üstelik günümüz oyunları arasında, squash'tan daha fazla efor sarfettiren oyunlar mevcut. eğer dert oturulan yerden kıç büyüterek oyun oynamaksa, öyle değil işte. tamamen bir önyargı bu. teknolojik gereksinimi dolayısıyla maliyeti yüksek olan bu oyunların rekabetçi oyun arenasına düşmesi tabii kolay değil. yine para, yine maliyet. ama dedim ya, esporun antik dönemi diye.
ha bi' de şey var. matrix'ten gora'ya doğru bir gönderme yapıp makinalar tarafından kaçırıldıysak ya da jean baudrillard ile guy debord gibi daha birçok isme tamah edersek, yani dünya uzun zamandır yok bir zamanın düşünü görüyorsa ve biz, eşref-i mahlukat birer sanallığa mahpussak, şu an izlediğimiz onca spor, birer espor olmazlar mı?
-- riemann'ın meşhur bir hipotezi, alemefruz bir küpü vardır.
müthiş acayip bir çıkarım yaptım. icabında on numara alçakgönüllü bir hayalkarım.
farzımisal sözcüğün kökeni fransızca'daki 'desport' kelimesinden gelir. bu kelime ise "eğlenme, oyalanma, oyun oynama" gibi anlamlara gelir. yine ingilizce'deki sport kelimesiyle aynı anlama gelir. sonradan kelimenin anlamı genişleyip daralarak, etkilenip değişerek bugünkü anlamına yakınlaşır.
gerçi "spor" kelimesinin kökeni hakkında birçok farklı söylenti de yok değildir. inanır mısınız? bu kelimenin aslında, roma imparatorluğu'nda pek meşhur olan ve günümüzde pek çok yazıtta karşımıza çıkan "s.p.q.r." olduğunu iddia edenler vardı. evet. görünüşe göre dolmuşlarda bu konu sıkça tartışılmakta.
bizim espor kelimesinde emin olduğumuz bir şey varsa, başındaki e harfinin elektronik olmasıdır sanırım. sonradan gelen spor ise kimine göre pazarlamadır, kimine göre gelip geçici bir hevestir. kimine göre günün gerektirdiğidir, kimine göre geleceğin beklentisidir.
bir oyun şirketinin oyununun espor olarak etiketlenmesindeki ve dahi bunu olimpiyat komitelerinde tartışılır hale getirmesi nasıl bir reklamcılık çalışmasıdır? sanırım herkes bunun farkındadır. spor dünyada saygı duyulan bir iştigaldir. sporculara saygı duyulur.
tabii bakarsanız, bizim güzelim memleketimizde "topçu mu olacan ulan!" deyip enseye şaplak, "popçu mu olacan ulan!" deyip mabada pandik atıldığından durum bizi pek ırgalamıyordu. sonra sonra anlaşıldı aslında. "topçu" olarak adlandırılan sporcunun ve "popçu" olarak adlandırılan sanatçının aslında saygıdeğer kimseler olabileceği. burada bir es verelim: popçu bizim ülkemizde, en azından benlli kesimlerde, sanatın farklı dallarında -sadece pop müziğe indirgemek yanlış olur- uğraş verenlere takılan aşağılama yollu bir kelimeydi vakti zamanında.
zaman geçti. devir değişti. algı büküldü. topçu da popçu da acayip paralar kazanmaya başladı. bizimkiler de 10'ar tane falan çocuk yapmaya... biri topçu olsa bizi kurtarır hesabı... ama daha dün iskarpinin ucunu topa vurup zedelediği için azarlanan çocuk, bugün eline top verildiği halde topa vurmamaya başladı. bu sefer de "cin-net"te, "min-net"te takılmaya başladı. atari salonlarından evrilen internet kafeler çok acayip kötülük yuvalarıydı. oyunlar gelişti. oyuncular gelişti. oyun şirketleri gibi oyuncular da illegal yollardan para kazanmanın yollarını buldu. daha çok oyuncu ortaya çıktı. oyunlar rekabetçileşti. oyun şirketleri rekabetçi oyunculuğu yüceltti. oyuna yeni gelen oyunculara oyunu tanıtan tanıtımcılar, şimdinin pop deyimiyle yayıncılar peyda oldu:
"youtuber mı olacan ulan!"
biraz duralım. durum vahim aslında. günbegün şirketlere mahkum oluyoruz. futbol oynamak için sadece 1 topa ihtiyacımız vardı. sokağa çıkmamız, kale niyetine kullanılabilecek iki taş veya iki direk arası bir alan yeterliydi. yollar, arsalar, her yer oyun alanıydı. eğer mahallenin cadalozları ve arsa sahibi hacıları saymazsak, kimseye eyvallahımız yoktu. ihtiyacımız da. şimdi... ama şimdi öyle mi? bir kere en azından temel gereksinimleri karşılayacaksınız. elektrik olmadan çalışmayan bilgisayarlar ve internet sağlayıcılar gerekli. internet gerekli. yetmez. iyi özelliklere sahip olanlarına sahip olmalısınız. oyunlara sahip olmanız gerekli. yes, domini! gerekli işte. sonra iş ne kadar kabiliyetiniz olduğuna ve ne kadar zaman harcadığınıza bağlı. oduncu! yaparım!
şimdi diyebilirsiniz ki, kimin evinde bilgisayar yok. kimin evinde internet yok. olmayan var da, sorun bu değil. sorun anbean bir şirkete veya bir olguya bağımlı olmamız. bu isteğe bağlı bile değil, zorunluluk esasıyla çalışan bir mekanızma.
gelelim günün getirdiğinden kaçamazsınız.
bir galatasaray liselinin, lise mezuniyeti aracılığıyla kulüp üzerindeki mevcut haklarını savunması ve korumaya çalışması ile 'espor' denen bu nanenin spor değil sadece boş lakırtı olduğunu savunmak arasında anlamda bir fark olsa da kapsamda bir fark yok. en azından benim nezdimde. ikisi de aynı muhafazakar kafanın tezahürü. ha muhafazakarlık kötü bir şey midir? her zaman değil.
biz şu an 'espor'un antik dönemlerine bakıyoruz.
gölgenin ve kumun colessium'una, yüce olimpos dağının eteklerindeki tanrı oyunlarına, turan bozkırlarındaki kırgızların tepük toyları, maya tapınaklarında vukub-bahpu için yapılan pagan törenlerine bakıyoruz.
sanal gerçeklik, altenatif gerçeklik, beyin dalgası komutları vesaire vesaire... teknolojinin nerede olduğunu ve nereye doğru gittiğini fark ettiğinizde, "espor, bir spor mu?" diye sormanın bir anlamı yok. sanal gerçekliği dünyamıza getirmek mi, yoksa alternatif gerçekliğe insanı götürmek mi?
üstelik günümüz oyunları arasında, squash'tan daha fazla efor sarfettiren oyunlar mevcut. eğer dert oturulan yerden kıç büyüterek oyun oynamaksa, öyle değil işte. tamamen bir önyargı bu. teknolojik gereksinimi dolayısıyla maliyeti yüksek olan bu oyunların rekabetçi oyun arenasına düşmesi tabii kolay değil. yine para, yine maliyet. ama dedim ya, esporun antik dönemi diye.
ha bi' de şey var. matrix'ten gora'ya doğru bir gönderme yapıp makinalar tarafından kaçırıldıysak ya da jean baudrillard ile guy debord gibi daha birçok isme tamah edersek, yani dünya uzun zamandır yok bir zamanın düşünü görüyorsa ve biz, eşref-i mahlukat birer sanallığa mahpussak, şu an izlediğimiz onca spor, birer espor olmazlar mı?
-- riemann'ın meşhur bir hipotezi, alemefruz bir küpü vardır.
müthiş acayip bir çıkarım yaptım. icabında on numara alçakgönüllü bir hayalkarım.