bunun hemen herkes için ortak bir sebebi var. elbette detaylarda farklılık olabilir, ancak temelde tek bir durum var, naçizane açıklamaya çalışayım.
galatasaray’ın 2000’lerdeki sükseli dönemi, henüz stream yayınların başlamadığı, internetin emekleme dönemlerine denk gelip, daha serie a, premier lig, la liga gibi dünyanın en iyi birkaç organizasyonunun bile yeni yeni açık kanalda yayınlandığı dönemlere tekabül eder. yani aslında 2000 yılında kazanılan üçlemenin önemini tahayyül edebilmemiz için şöyle bir örnek vereyim, 2013 yılında hem fenerbahçe’nin uefa yarı finali, hem galatasaray’ın şampiyonlar ligi çeyrek finali, henüz somut bir başarı bile getirmeden nasıl bu yukarıda saydığım platformların en ulaşılabilir seviyelere geçtiği dönemlere rast geldiğinde epey başarılı anılıp kutlandıysa, onun yaklaşık 4-5 katı falandır. dünyanın en çok takip edilen ve kitleleri peşinden sürükleyen spor dalı futbolun, yine en çok takip edilen ikinci kıtasal turnuvasını bir türk takımı kazanıyor. olaya bak! bu yüzden uefa kupasını kazanmanın önemini, hele ki o dönemki dünya şartlarıyla değerlendirdiğimizde hala daha iyi anlayamadığımızı düşünüyorum. hani dalga geçiyorlar ya rakip taraftarlar, “ama sizin uefa kupanız var” bilmem ne diye; işte bence az bile söylenmiş. elbette 22 seneyi aşkın geçen bu süre zarfınca hala daha bununla böbürlenmek de abesle iştigal, onu belirteyim. 22 senede bu kupanın yanına bir yarı final bile ekleyememek hem futbolcu, hem yönetici, hem de teknik adamların üzerine düşünmesi gereken durumdur.
girizgahı yapmamın sebebi, aslında
wesley sneijder’in transferindeki sükse ve önemin açıklanması için gerekliydi. yani bu galatasaray’ın 2013 yılındaki çeyrek final macerası, sosyal medyanın pik seviyeye ulaştığı, streaming yayınların iyice yaygınlaşıp, kitlelere hitap eden organizasyonların, sivil toplum kuruluşlarının bu mecralarla takibinin en üst seviyeye geldiği noktanın başlangıcıdır. yani o tarihten henüz 1-2 sene öncesine nazaran bile epey gözle görülür bir sosyal medya kullanımı artışı gerçekleşmişti örneğin.
wesley sneijder’in, 2013 yılında tekrar şahlanan galatasaray’a transferi öyle sıradan bir yıldız ismin türkiye’ye bir takıma imza atması değildir. bir güç gösterisi, bir meydan okumadır. hatta sneijder’in transferinden yaklaşık bir hafta sonrasında didier drogba’nın da gelişi bu meydan okumayı ıspatlıyor. şampiyonlar ligi’nde o döneme dek oynadığı son 3 maçta 3 galibiyet alan, gruptan 10 puanla ikinci sırada çıkıp schalke 04 ile eşleşen ve çeyrek finali ciddi şekilde kovalayan, avrupa’nın en underdog ve o dönem şimdiye nazaran daha iyi bir lig şartları ve kalitesine sahip takımlarından birisi vardı. işte o ekip, günümüzden daha iyi şartlardaki hem ülke hem kendi ekonomisi ile o dönemden iki buçuk sezon önce avrupa’nın en iyi orta saha oyuncusu seçilmiş ve yine o dönemdeki en gözde oyuncularından birisini; 28 yaşında, önünde iyi kötü 5-6 sezon daha üst seviye katkı verebilecek seviyede takıma dahil etmişti. elbette kötü geçen bir dönemdeydi, sakatlıkları vardı, formdan ve çaptan epey düşmüştü, fakat bunlar olmasa zaten sneijder ne arasın türkiye’de, galatasaray’da? bu adamın her şeyinin en üst seviyede olduğu hali inter’e şampiyonlar ligi kazandırıyor, hollanda milli takımını dünya kupası finaline taşıyor. moda tabirle ‘prime’ iniesta ve xavi’ye kafa tutabilen üç beş oyuncudan birisi bahsettiğimiz futbolcu.
işte tüm bu imkanlar, o dönemki hem galatasaray hem de teknolojik ve ekonomik şartları düşününce, sneijder gibi bir yıldız isim el üzerinde tutulacaktı elbette, başka ne gibi bir ihtimal olabilirdi ki? taraftar sosyal medyada daha fazla zaman geçirmeye, takımını bu platformlardan takip etmeye yeni yeni başlamış. florya’ya, yeni stadı ali sami yen spor kompleksi’ne, futbolcularına daha önce hiç olmadığı kadar yakın bir mesafede artık. e takım da 2000’lerden sonra tekrar adını avrupa’da hatırlatmaya başlamış bir vaziyette, taraftarın bir beklentisi, enerjisi de mevcut. bunların üzerine harika bir takviye yapılıyor, taraftarın sahipleneceği, tam da galatasaray dna’sıyla uyuşacak nefis bir hamle hem de. bu hamlenin öznesi, teknolojinin imkanlarını, o dönemlerde sosyal medyayı ve kendisini flaş ışıklarından uzak tutmayan, aile yaşantısıyla da tam bir ideal karakter izlenimi veriyor. hele bir de yeni takımına olabilecek en iyi şekilde hazırlanıp, o bilinen ama özlenen tekniğini, oyun aklını ve kalitesini göstermeye başlayıp, kritik maçlarda takımını sırtlayıp, yine avrupa’da, takımını tıpkı transfer olduğu dönemdeki gibi şampiyonlar ligi gruplarından bir kez daha çıkaracak o golü atınca galatasaray taraftarlarınca asla unutulmayacak bir hale geliyor şüphesiz. tüm bunların üzerine zaten sıcakkanlı yapısı, takımı sahiplenici tavrı ve mütevazı karakteri, kendisine onu galatasaray kaptanlığına kadar götürecek yolu da açmış oldu.
sneijder’in galatasaray’a transfer olduğu günün üzerinden birkaç ay sonra tam 10 yıl geçmiş olacak. dile kolay, daha dün gibiydi atatürk dış hatlarda gördüğümüz ve siyah mercedes ile oradan alınırken arabanın sunroof’unun üzerinden taraftarı selamladığı günler. o günden bu yana birçok yıldız isim geldi, fakat ne ilk transfer olduğu günkü etkiyi bıraktı, ne de sonrasındaki kadar kimse katkı verebildi.
bu arada sneijder kalibresine en yakın oyuncu da bana göre
mauro icardi’dir, fakat onun da cv’si sneijder kadar kaliteli değil ne yazık ki. elbette bu bir kusur ya da eksiklik değil. falcao eğer monaco’dan hiç manchester united, chelsea falan yapmadan buraya 30 yaşında gelse onu da söyleyebilirdik, ancak el tigre’nin durumu belli. bunu tüm açık yüreklilik ile söylüyorum, inşallah icardi uzun yıllar bu takımda kalır ve galatasaray tarihinde önemli izler bırakan simge isimlerden birisi olur. onu galatasaray tarihindeki en iyi futbolcular arasında göstermeyi herkes gibi ben de çok isterim. bunu da yapabilecek kalitesi ve gücü var, hiç şüphem yok.
sneijder galatasaray tarihinin tartışmasız bir şekilde en kritik figürlerinden birisidir. taraftar da onu özlem ve sevgiyle her daim anacaktır. durup dururken akıllara sneijder ve onun başrolünde olduğu tüm güzel anıların gelmesi hiç şaşırtıcı değildir.