resim
Bülent Eken
Görev:-
Doğum:26.10.1923
Ölüm:25.07.2016 (92)
Uyruk:Türkiye
  • 5
    --- alinti ---

    galatasaraylılık ruhunun temsilcisi...
    galatasaray santraforlarından en mükemmeli derler onun için. milli takımda da eşi görülmemiş bir ortahaf. bülent eken, çok genç yaşında 1. takımda oynadı. önce sağiçte, sonra santrforda, lüzüm olduğu zaman da bekte... fakat en verimli yeri ortahaftı. hava toplarında olanüstünlüğü tartışılmaz. stoperliği eşine az rastlanır cinsten. ya mücadele üstünlüğü? ikili mücadelelerde eken'den top söken yok gibiydi. defansa yardımı sonsuzdu. ileriye desteği ise her fırsatta... takımda 9 yıl sürekli oynadıktan sonra italya'ya gitti. üç yıl sonra -1953- yine galatasaray'a döndü. iki yıl oynadıktan sonra da futbola veda etti. galatasaraylılık ruhunu sahada en iyi temsil eden insanlardan biriydi. işte o yüzden bülent eken bir semboldür.

    --- alinti ---
  • 6
    --- alıntı ---
    galatasaray kardeşliği

    bülent-reha eken

    en zor zamanlarıydı galatasaray’ın. verilen tüm görevleri yerine getirmek, o büyük bağlılığın gereğiydi. gün oldu milli takımları için çalıştılar, gün oldu türk futboluna antrenör olarak hizmet ettiler. sadece geçmişleriyle yaşayanlardan değiller. bugün bile zorda kalan eski arkadaşların izini sürüyorlar. işin gerçeği biz, seksenli yaşlarına gelmiş iki beyefendi göreceğimizi sanıyorduk, yanılmışız. çakı gibi, uzun boylu, mavi gözlü iki delikanlı ile karşılaştık. eken’lerden galatasaray kardeşliğini dinledik.

    (röportaj: galatasaray dergisi, ağustos 2003, sayı: 13)

    eken kardeşler için nasıl başladı galatasaray macerası?
    bülent eken: annem bizi kayıt için galatasaray lisesi’ne götürmüştü. hiç unutmuyorum o günü. muslih peykoğlu’na çıkmıştık ama bizi alamadı galatasaray lisesi’ne. çünkü yer kalmamıştı. o sırada tam çıkarken annem, "muslih bey anlıyorum ama bir şey söylemek istiyorum. bu ikisi de danyal’dan daha iyi top oynuyor" deyince, muslih bey "tamam öyleyse bir dakika bekler misiniz?" dedi. bir dönem dışişleri bakanlığı yapmış olan ismail cem’in de babası olan ihsan ipekçi’yi aradıktan sonra bize, kardeş okul olan ışık lisesi'ne kayıt yaptırabileceğimizi söyledi. velhasıl ışık lisesi’nde okumaya başladık. ben altıncı, reha dördüncü sınıftayken o zaman salim şatıroğlu diye galatasaray’da takım kaptanı olan bir futbolcu da bizim mektepte okuyordu. bizim nasıl oynadığımızı görünce, tutup kolumuzdan galatasaray’a götürdü. tabii önce ben gittim, ardımdan reha geldi, derken galatasaray’da top oynamaya başladık.

    reha eken: bülent, önce b takımına sonra a takımına geçti ama o zaman mektepliler, mektep zamanında birinci takımda oynayamazlar, tatil geldiğinde birinci takımda oynayabilirlerdi.

    bülent e.: ne yaparlardı biliyor musun? tasdiknamemi alırlardı okuldan. dolayısıyla okullu olmazdım. böylece yaz boyunca milli kümede oynayabiliyordum.

    beraber oynamaya ne zaman başladınız?
    bülent e.: 1944’ten 1954’e kadar beraber oynayabildik ancak şimdi söyleyeceğim şeyi türkiye’de kimsenin yaşadığını sanmıyorum. ben galatasaray’ın 11 mevkiinde de oynayan tek topçuydum. tabii kalecilik meselesi var, o konu biraz düşündürebilir okuyucuyu. bizim oynamaya başladığımız ilk dönemde oyuncu değişikliği diye bir şey yoktu. bir galatasaray-fenerbahçe final maçıydı. necdet adında bir kalecimiz vardı ve oyun esnasında eli patladı. böylece 85 dakika boyunca kaleyi korumaya mecbur oldum. maç da berabere bitti. maç bittikten sonra fenerbahçe’nin milli kalecisi cihat, "ulan benim yerime de mi göz diktin be" deyip şakalaşmıştı.

    takıma girişiniz nasıl olmuştu?
    bülent e.: bir yaz ankara’ya babamın yanına gitmiştim. orada da demirspor’da oynuyordum. bir gün galatasaray geldi. galatasaray’da adnan ahıska takımın başında. benim için, "oynatın da bir göreyim" dedi. oynadık ve beraberinde beni istanbul’a getirdiler. süleymaniye ile maç var kadıköy stadında. ama oynayacağım diye kesin bir şey yok çünkü daha yeni gelmiştim. muslih peykoğlu beni çağırdı ve "sol açık oynayacaksın" dedi. hayda! dedim çünkü çok tersime giden bir mevkiydi ama çıkıp oynadım. tesadüf işte, iki tane de gol attım. diğer yandan üzülüyorum da bir daha oynatacaklar diye. sol açıkta böyle bir tesadüfle oynamış olduk. bunun haricinde her mevkide rahatlıkla oynadım. evvela forvetle başladım, sonra defansa döndüm ve santrahafta da uzun bir süre kaldım. bu herhalde benim bir niteliğimdi ki italya’da salernitana takımında da, içerde oynadığımızda ofansa, dışarıda oynadığımız zaman defansa çekerlerdi beni.

    reha e.: bülent’in bahsettiği gibi ışık lisesi’nde oynarken galatasaray genç takımında da oynuyorduk. 1944 yılının lig maçları başladı. ilk maç galatasaray-beşiktaş arasında. maalesef 4-1 kaybettik. hafta arası idmana çıktık. süleymaniye-galatasaray maçı var. galatasaray o maçı 7-0 kazandı. üç tane gol attım. akabinde galatasaray-fenerbahçe maçı oynanacak. galatasaray’da büro ve lisans işlerini gören rafet isminde bir arkadaş vardı. onu derhal ankara’ya gönderip lisansımı çıkarttılar. ve ben süleymaniye maçını lisanssız oynadım. ama o zamanlar öyleydi. şikayet, itiraz yoksa sorun da yoktu. biliyorsunuz, bir galatasaraylı fenerbahçe’ye gol atmadıkça gerçek galatasaraylı sayılmaz. allah yardım etti ve bir gol attım. böylece profesyonel futbol hayatım başlamış oldu.

    bir olaylı yunanistan maçı olacak, bildiğimiz kadarıyla biraz hırpalanmıştınız o maçta…
    bülent e.: akdeniz kupası müsabakalarına gitmiştik atina’ya. turnuva, mısır, italya, türkiye ve yunanistan arasında olacaktı. ilk maçı yunan takımıyla oynadık ve 2-1 yendik. ardından mısır’ı 2-1 yendik. son final maçını italya ile oynayacağız ama italya birinci maçını oynuyor, olacak şey değil. bu arada stat ağzına kadar dolu. o sıra yunanistan’da büyük bir iç savaş vardı ve ortalık bir hayli karışıktı. sahaya girenler oldu ve ben sahadan kaçılacak yere en uzak topçuydum. sahadan çıkabileceğim tünele gelene kadar çok büyük bir dayak yedim. güçlü bir adam olmasam dayanmak mümkün değildi gibi geliyor bana.

    nasıl kurtuldunuz peki?
    tünele yaklaştığım sırada kaldığımız otelin kuaför salonunu işleten kadın şöyle bağırıyordu: "atina sokaklarında dolaşıyorlar ve onları sırtlıyorsunuz ama size açken ekmek, buğday yollayan türk takımını dövüyorsunuz". o anda kaçmak için fırsat buldum ama on dakika kadar aralıksız dayak yedim. bu dayağı yediğim yerin tam üstünde de şeref tribünü vardı ve oradaki türk hanımların çığlıklarını duyuyordum. akşam konsolosluğa davetli olarak gittik. konsolos reha bey beni karşıladı ve sefirin yanına götürdü. sefir, "bülentçiğim bütün dayağı gözümün önünde yedin, fakat ayağım sakat, gelip paylaşamadığım için üzüntü duyuyorum" dedi. türkiye’de ise bu olay üstüne infial oluşmuş, mitingler yapılmıştı. bir yanda bunlar olurken burhan felek, ben ve şükrü’yü suçlu buldu. zannedersem karısının rum oluşu etkili olmuştu tavrında. zira türkiye ve yunanistan’ın arası iyice açılmıştı bu olaydan ötürü. biz neredeyse ceza alacağız yediğimiz dayaktan dolayı ama bizim için çok önemli bir gelişme oldu, sefir sadece bu durum yüzünden kalkıp türkiye’ye geldi ve bizi savundu.

    sizin de hafızalarda yer etmiş bir yunanistan maçınız var…
    reha e.: evet. istanbul’da uzun seneler sonra türkiye-yunanistan milli maçı oynanacak. mithatpaşa stadı’nda maçı 2-1 türkiye kazandı ve iki golü de kafayla attım. tabii bu benim için çok büyük bir şeref oldu. devam eden zamanlarda yunanistan’a gidişlerim oldu. her gidişimizde yunan gazeteleri benden bahsediyordu. o iki golü hiç unutmadılar. sürekli ‘kefali rehas’ diye yazıyorlardı.

    hırçın bir futbolcuydunuz; amatör ruhla hareket ediyordunuz; belki de en önemlisi bugünkü futbolcularda pek az rastladığımız bir aidiyetlik hissediyordunuz kulübünüze karşı.
    evet, bir forvet için hırçın olmak çok doğal. yumuşak, her söylenene evet diyecek, baskı karşısında ses çıkarmayacak birinin forvet olması pek beklenemez. forvetler biraz da futbolun asi çocuklarıdır. bugün futbolcular çok büyük maddi olanaklara sahipler. bizim zamanımızda bu hırçınlığımız kulübümüze olan bağlılıktan doğardı. amatörlüğün bir ifadesiydi bu. bugünkü futbolcularla karşılaştıramayacağınız kadar bağlıydık kulübümüze. mesela kaleci osman incili evladını mezara bıraktı, mezardan döndü ve leblebi mehmet, osman’ı soyunmaya davet etti. osman tereddütsüz formasını giydi ve takımıyla beraber sahaya çıktı. şimdi soruyorum, hangi yabancı futbolcu böyle bir davranış içine girebilir, bugün kaç futbolcu böyle bir davranışı gerçekleştirebilir?

    ağabey kardeş olmanın saha içine ve sonrasına yansımaları oluyordu herhalde…
    reha e.: olmaz mı? bir yunan takımıyla şeref stadı'nda maç yapıyoruz. ayıp olacak söylemesi ama o zaman galatasaray’ın attığı gollerin yüzde yetmişbeşini ben atıyorum. bir tane attım, bir tane, bir tane daha; üç golüm oldu. bülent santrahaf oynuyordu, ben de santrfor. bir top aldı geliyor, ben de bağırıyorum "versene" diyorum, vermiyor, "versene" diyorum, vermiyor. geldi onsekize bir tane vurdu ve gol oldu. "niye vermedin" dedim, "ya ne olacaktı ki" dedi, "verseydim sen ne yapacaktın". doğru ya dedim gol olacaktı. "tamam işte, ben de attım, daha ne istiyorsun artık" dedi.
    fakat en enteresanı ingiltere’de oldu. sunderland ile oynadık. o turda son maçımızı oynuyoruz. turgay şeren’in de ilk zamanları galatasaray’da. kaybediyoruz, hem de üçüncü küme takımına kaybediyoruz. bir pozisyonda bülent sakatlanır gibi oldu. ben de "burada bir numara yaparsan hakem bunu yutmaz" dedim. "öyle mi, sen görürsün şimdi" dedi ve iki dakika sonra bir top geldi onsekizin üstüne. bülent kendini öyle bir attı ki yere, hakem penaltı noktasını gösterdi. bir de kalkıp penaltıyı gol yaptı. sonra dönüp bana "gördün mü?" dedi.
    bülent italya’ya gittikten sonra işimiz zorlaştı ama burada savaşmaya devam ettik. en talihsiz tarafımız galatasaray’ın çok güçsüz zamanlarının olmasıydı. öyle bir şeydi ki, o hafta galatasaray lisesi’nde grand cour’da kim iyi oynuyorsa gelir takıma girerdi. başka alternatif yoktu çünkü. ayıptır söylemesi, mesela bülent temel direğiydi takımın. defansta tek başına takımı ayakta tutardı. ancak 1949 senesi geldi. galatasaray eski futbolcularını da toparlayarak, bir takım kurdu. artık şampiyonluğa oynuyorduk.

    bu arada, fenerbahçe ile rekabet nasıldı?
    tabii şimdi söyleyeceğim şey çok enteresan. galatasaray o devre mano palas’ta kamp yapıyor. mano palas ise kadıköy’de moda burnunda. düşünebiliyor musunuz neredeyse iki ay boyunca orada kamp yapıldı. istanbul mahalli lig şampiyonu oluyoruz ama ne herhangi bir gece bir fenerbahçeli gelip otelin kapısında bağırdı, ne sokakta eşofmanla gezerken rahatsız edildik, olumsuz hiçbir şey yaşamadık. ve hiçbir zaman unutamayacağım bir şey oldu maç öncesi. önümüzde fenerbahçe maçı var. kazanırsak ardından oynayacağımız süleymaniye maçında yenilsek de şampiyon oluyoruz. fenerbahçe maçına çıkmadan evvel cuma gecesi mano palas’ın kapısı açıldı, içeriye dünyanın en güzel blazer ceketini, gri pantolonunu giymiş, şahane bir kravat takmış, bembeyaz saçlı bir adam, özür dilerim bir adam değil beyefendi girdi. bu kişi fenerbahçe kulübü başkanı zeki rıza sporel’di. "size bol şans dilemeye geldim" dedi. galatasaray bu maçı 1-0 kazandı ve hiçbir fenerbahçeli taraftar zeki rıza bey’e bu hareketinden dolayı serzenişte bulunmadı. bu anlattığım bugün yaşansa ne olur? zannımca kongre olur... (gülüşmeler)

    karşı takımın oyuncularıyla nasıldı aranız?
    güzeldi tabii. yine bu maçtan bir başka örnek vereyim. maçın 65. dakikasında bizim kalemize bir korner oldu. topu bülent musa’ya, musa da kafasıyla bana verdi. o anda da gündüz ağabey bana "yoruldum sağ içe geç" dedi. ben de geçtim ve bizim onsekizin biraz ilerisinde bekliyorum. o topu ben aldım, yavaş yavaş yürümeye başladım. önüme kamil çıktı. kamil’i geçtim. samim, gündüz ağabeyin başında, ahmet de isfendiyar’ın başında. bir isfendiyar’a dönüyorum, bir gündüz ağabeye dönüyorum. derken onsekizin çizgisini gördüğüm an, artık son gücümle vurdum. zira takatim de bitmişti, bileklerimize kadar çamura batmıştık çünkü. top sıçradı, cihat atladı ama gol oldu. ben de gittim cihat’ın başına "saat kaç kaptan?" dedim "hiç sorma" dedi. nur içinde yatsın. şimdi böyle bir şey olsa ortalık karışır.

    bülent e.: reha’nın eksik anlattığı bir şey var. aynı hareketi muslih peykoğlu da yapmıştı. bu karşılıklı bir şeydi. o zamanlardaki rekabetin, bugünkü ile karşılaştırılması düşünülemez bile. futbolun endüstriyelleşmesi ile ilgili bir konu bu. kulüplerin yönetimlerine bakın bir kere, futbolun içinden gelen birini bulabilecek misiniz?

    reha e.: düşünsenize, galatasaray ile fenerbahçe arasında her 17 nisan tarihinde bayram yapılıyor ve bu bayramda tüm branşlar karşı karşıya geliyorlardı. aklıma gelmişken söylemek isterim, yine böyle bir günde bülent’in elinde maskot olarak ihsan ipekçi’nin oğlu ismail cem, benim elimde de alp yalman vardı. bir tanesi türkiye’ye hariciye vekili oldu, diğeri galatasaray kulübüne başkan.

    maçlara gidebiliyor musunuz?
    reha e.: çok nadir gidebiliyorum maçlara ama antrenmanlara gidiyorum. bir 15-20 dakika kalıyorum. şimdilik alıyorlar, ses çıkarmıyorlar (gülüşmeler). bu arada şimdiki transferleri kasetleri izleyip yapıyorlar ve bu bana çok tuhaf geliyor. adam kötü oynadığı maçları kasete çeker mi hiç?!

    son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı, özellikle genç topçulara?
    reha e.: üzerlerine giydikleri formanın gücünü, kuvvetini, kudretini araştırıp bilsinler, galatasaraylılığı, bugünlere nasıl gelindiğini öğrensinler diyorum.

    bülent e.: geçmişte emeği geçen insanların unutulmamasını diliyorum. biz bugün bunun için uğraşıyoruz. aşağı yukarı otuz otuzbeş sene evvel galatasaray’da böyle bir yardımlaşma teşkilatı kuruldu. biz galatasaraylılar bırakmayız birbirimizin peşini. kimin neye ihtiyacı var, atlar gider buluruz onu. bizim zamanımızda futbolculuktan şimdiki gibi paralar kazanmak mümkün değildi, zira amatörlük vardı. bu yüzden eski kuşağın içinde zor durumda olanlar bir hayli fazla. örneğin bir arkadaşımızı tespit ettik, şimdi ona ulaşmaya çalışıyoruz.
    --- alıntı ---
    http://www.galatasaray.org/...ajlar/haber/4059.php
  • 9
    efsaneleri anma günlerinde kardeşi reha eken'le birlikte sıranın geldiği güzel galatasaraylılardır.

    --- alıntı ---

    galatasaray efsanelerini anıyor türk telekom dünyaya duyuruyor

    türk sporunun en büyük taraftarı türk telekom ve galatasaray spor kulübü, galatasaray taraftarını duygulandıracak yeni projenin adımlarını atmaya devam ediyor.

    2011 – 2012 sezonu boyunca sürecek olan “galatasaray efsanelerini anıyor türk telekom dünyaya duyuruyor” adlı proje kapsamında galatasaray tarihine adını altın harflerle yazdıran isimler ali sami yen spor kompleksi türk telekom arena’da anılıyor.

    galatasaray’ın 26 ekim çarşamba günü spor toto süper lig’in sekizinci haftasında türk telekom arena’da oynayacağı gaziantepspor maçında unutulmaz iki isim, iki kardeş bülent ve reha eken tribünleri selamlayacak.

    işık lisesi’nde okurken galatasaray’ın kaptanlarından salim şatıroğlu tarafından futbol yetenekleri keşfedilen bülent ve reha eken kardeşler için galatasaray’ın kapıları genç yaşlarda açıldı.

    bülent eken
    ilk olarak 1942 yılında a takımda oynamaya başlayan bülent eken, galatasaray hemen hemen tüm mevkileri görev yapan ender futbolculardan olmayı başardı. öyle ki, bülent eken, fenerbahçe’ye karşı oynanan bir final maçında kaleci necdet’in sakatlanması ile kalede de görev yapmıştır. 13 kez a mili takımda forma giyen bülent eken, galatasaray formasıyla istanbul ligi şampiyonluğu yaşadı. 1950 yılında italya’nın salernitana takımına transfer olan bülent eken daha sonra bir sezon palermo forması giydi. 1953 yılında galatasaray dönen bülent eken, 1954 yılında ise galatasaray forması altında futbolu bıraktı. italya'da teknik direktörlük eğitimi alan bülent eken, 1963 yılında a milli takım'ı çalıştırdı. eken, daha sonra galatasaray, karşıyaka, göztepe, altay, izmirspor, vefa, adanaspor, orduspor ve rizespor'da da antrenörlük ve teknik direktörlük yaptı.

    reha eken
    1925 yılında doğan reha eken ise 1944 yılında galatasaray a takımı'nda görev yapmaya başladı. galatasaray’ın süleymaniye’ye karşı 7-0 kazandığı karşılaşmada ilk kez sahaya çıkan ve üç gol atan reha eken, ikinci maçında ise fenerbahçe’ye karşı golünü attı. 12 yıl boyunca galatasaray forması giyen reha eken, galatasaray'ın yetiştirdiği büyük golcülerden biridir. futbol hayatı boyunca 4 kez a milli takım'da görev yapan reha eken, buna rağmen dört maçta beş gol atarak bir rekora imza attı. 1954 yılında galatasaray’dan emniyet’e transfer olan reha eken, 1955 yılında futbola veda etti. eken, 1965-68 yılları arasında suphi batur'un başkanlık döneminde ise yönetim kurulunda görev yaptı.

    --- alıntı ---
  • 12
    1950 fifa dünya kupası elemelerinde oynanan ve 7-0 kazanılan 20 kasım 1949 türkiye suriye maçı'nın, türkiye milli futbol takımı kadrosunda fenerbahçeli erol keskin ile birlikte yaşayan tek ismi olup, akbank'ın 2014 dünya kupası ile ilgili bir reklam kampanyasının yüzü olmuştur. allah uzun ömürler versin.

    http://www.youtube.com/watch?v=O29N04vNg1M

    kampanyanın detayları için:

    http://www.mediacatonline.com/...ere-efsane-yolculuk/
  • 16
    metin oktay'ın galatasaray'a gelişini socrates'e anlatmış olan efsane isim.

    --- socrates'ten alıntı ---

    hem futbolculuk hem de antrenörlük dönemlerimde birçok yıldız ile çalışma fırsatım oldu. metin oktay’ın bu isimler arasındaki yeri apayrıdır.

    bir gün hasnun galip sokak’taki galatasaray kulüp binasında bir arkadaşımla oturuyorum. bir bey geldi ve “bülent, seni bir arkadaşın görmek istiyor” dedi. gelen arkadaşım, rauf halat idi. merkez bankası’yla yaşadığı sorun nedeniyle benden yardım istemeye gelmişti; sanki başbakanım! neyse ki arkadaşlarımın da araya girmesiyle rauf’un merkez bankası’ndaki işini hallettik. rauf, bana karşı kendini borçlu hissetmiş olacak ki, bana yedek parçacı dükkânı açma teklifinde bulundu. teklifi kabul ettim ve yeni işime koyuldum…

    bir süre sonra iş nedeniyle izmir’e gittik ve beş araba satın aldık. basmane’de otururken rauf, “bülent, şu arabayı da almak istiyorum!” diyerek bir araba daha gösterdi. arabayı almak için sahibini aramaya koyulduk tabii… bir de baktık ki araç, galatasaray’da futbol da oynamış olan zeki egeli’nin çıktı! zeki, onu ziyareti geldiğimizi sanıp çok sevindi fakat işin aslını öğrenince, futbol adamlığımdan da dem vurarak beklemediğim bir tepki verdi: “bülent ağabey, benim arabayı alacağına izmirspor’da bir topçu çocuk var, onu al” dedi ve ekledi, “hatta bugün iki buçukta da maçı var.”

    hemen gittik ve alsancak stadyumu’nda mezkûr gencin maçını izledik. bu istidatlı genç, metin oktay’dı. izmirspor’un 8-1 kazandığı maçta yedi gol atan metin’i çok beğendim ve daha önceden de tanıdığım antrenörü ile transferi için görüşmeye gittim. antrenör transfer için yardımcı olacağını belirterek, “yarın izmir’in dışında buluşalım” dedi. izmir’in dışı dediği yer, bugün şehrin göbeği olan bornova’ydı! kalktık, gittik öbür gün. ben de futbolu yeni bırakmıştım ve italya’daki antrenörlük kursuna iştirak etmek için hazırlıklar yapıyordum. neyse, metin’le görüşmemiz olumlu geçti. tek ricası, “bülent ağabey, ben de kendimi kurtarmak için sizden 10 bin lira istiyorum” oldu. galatasaray’ın o dönemki sorumlusu gündüz kılıç’tı. gündüz’ün 10 bin liralık transfer bedelinden çekineceğini düşünerek, maliyetin dört binlik kısmını, rauf vasıtasıyla karşılamayı düşündüm. fakat rauf, açık arttırmadaymış edasıyla, “hayır, 4 bin değil 6 bin!” deyince, mutluluktan havaya uçtum! bu arada gündüz de teknik sorumlu olması vesilesiyle bir iki kez metin’i izledi ve transferi onayladı. daha sonra gündüz kılıç, muzaffer bozok, rauf halat ve necdet çobanlı, izmir’e giderek metin’i istanbul’a getirdiler.

    metin’in istanbul’a gelişiyle fırtınalar kopmaya başladı. dönemin paralı kulübü adalet’in 35 bin lira, fenerbahçe’nin ise 45 bin lira teklifleri olduğuna dair laflar çıkıyordu… bunların üzerine bir sabah kapım çalındı ve metin girdi içeriye. “bülent ağabey, kasten geldim. bir yanda 35 bin, bir yanda 45 bin gibi rakamlar telaffuz ediliyor… sakın bunlara kıymet verme, ben sana 10 bin liraya söz verdim!” dedi. o an, kulübe ne kadar yakışan bir kişilik olduğunu bir kez daha anlamıştım. bu konuşmamızdan sonra metin, biraz da mahcup bir tavırla, “ağabey, bir araba gördüm ama alabilir miyim bilemiyorum. bir soruşturma imkânımız var mı?” dedi. hemen rauf’un yanına gittim ve durumu anlattım. birkaç saat sonra rauf, metin’le benim yanıma geldi ve arabanın anahtarlarını metin’e göstererek, “al bakalım, araba artık senin!” dedi. 10 bin lira ile transfer olan metin, 18 bin 750 liralık arabanın da sahibi olmuştu bir anda!

    metin oktay, oyunu avanse eden takımların yıldızıydı. onun takımı, oyunu devamlı karşı sahaya yıkmak zorundaydı. bu şartlar sağlandığında, son derece tehlikeli bir hücum oyuncusuydu metin. kontratak mantalitesi ile sahaya çıkan takımlar içinse aynı etkiyi göstermesi düşünülemezdi. nitekim galatasaraygibi, rakiplerini kendi sahalarına mahkûm eden büyük bir takımda yüzlerce gol atan bu büyük golcü, palermo döneminde sahada sırıtmıştı. metin oktay’ın tek noksanı, ağır bir futbolcu olmasıydı ve bu özelliği palermogibi ani hücum oynayan vasat bir takımda sıkıntı çekmesine sebep oldu. eski bir savunma oyuncusu olarak metin’i durdurmanın tek yolunun, yüzünü kaleye döndürmemek olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. eğer kaleyi görürse, dönüşü yoktur! bir forvet oyuncusunun attığı 10 şutun dördü kaleyi buluyor ise, metin’in 10 şutunun sekizi kaleyi bulur ve tehlike yaratırdı. onun dışında topsuz oyunda muhteşem bir zekâya sahipti. birçok golünü, henüz top gelmeden aldığı pozisyonlar sayesinde rahatlıkla filelere göndermiştir. bunun yanında müthiş isabetli kafa vuran bir adamdı; adeta havada kalır ve son derece net vuruşlar yapardı. onu palermo’ya götüren eski galatasaray antrenörü remondini’ye, bu tercihi nedeniyle epey kızmışımdır. o transferde ne metin’i ne de palermo kulübü’nü düşünmüştü. remondini’nin tek düşüncesi paraydı ve hedefine ulaşmıştı!

    milli takım ve galatasaray’daki antrenörlük dönemlerimde futbolcum da oldu metin. sadece saha içinde değil, saha dışında da muhteşem ve duygusal bir insandı. otellerde yaptığımız kamplarda devamlı görevli çocuklara bahşiş dağıtır, onlarla vakit geçirirdi. antrenörlüğünü yaptığım bu süreçten iki olayı hayatım boyunca unutamamışımdır.

    ankara’da romanya ile oynuyoruz… metin, hem kötü oynuyor hem de koşmuyordu. ben de onu oyundan çıkartıp, fenerbahçeli nedim’i oyuna aldım. yıllar geçti, jübilesinden sonra bir yemek yiyoruz… metin, içkinin de tesiriyle bana döndü, “bülent ağabey, beni ankara’daki milli maçta niye çıkardın?” diye sordu. “ulan, şimdi mi sorulur bu! kaç yıl geçmiş aradan, koşmuyordun ondan çıkarttım!” cevabını verince, biraz da utanarak gülümsemişti. sanırım bu anı, onun ne kadar duygusal bir çocuk olduğunu anlatmak için yeterlidir. metin’le hep çok özel bir ilişkimiz vardı. galatasaray’ın başında, sezon öncesinde düzenlenen tsyd kupası’nı kazandığımda, beni ilk omuzlara alan da o olmuştu. polonya ile oynadığımız milli maçta da direkten dönen topu nedeniyle gol atamamış ve maçı 0-0 bitirmiştik. maçtan sonra yanıma gelmiş, “o topun senin için gol olmasını istemiştim ağabey!” demişti.

    13 eylül 1991 günü galatasaray adası’ndaydık. çok içkiliydi ama buna rağmen levent’e gitmek istiyordu. ben ve birkaç arkadaşımız, “çok içkilisin, gitme” dediysek de, dinletemedik… o, metin’i son görüşüm oldu. ne tuhaf; geldiği gün de beraberdik, gittiği gün de…

    hazırlayan: ilhan özgen

    --- socrates'ten alıntı ---

    http://www.socratesdergi.com/...etin-oktayi-tanimak/
  • 17
    bu sabah hayata gözlerini yuman galatasaray efsanesi. ruhu şad olsun.

    --- alıntı ---

    galatasaray'ın eski ve efsane milli futbolcularından bülent eken hayatını kaybetti.

    26 ekim 1923'te dünyaya gelen efsane futbolcumuz bülent eken, 1942'de galatasaray a takımı'nda oynamaya başladı. sağ bek, sol bek, stoper, kanat, orta saha ve bir maçta kalede oynadı. 13 kez a milli oldu. hatta türkiye'nin 1954 dünya kupası kadrosunda yer aldı. galatasaray formasıyla bir istanbul lig şampiyonluğu yaşadı. 1950'de italya'nın salernitana takımına transfer oldu. palermo'da bir sezon oynadı. 1953'te galatasaray'a döndü ve bir yıl sonra futbolu bıraktı.

    italya'da teknik direktörlük eğitimi alan bülent eken, 1963 yılında a milli takım'ı çalıştırdı. daha sonra galatasaray, karşıyaka, göztepe, altay, izmirspor, vefa, adanaspor, orduspor ve rizespor'da da çalıştı.

    türk futboluna ve camiamıza başsağlığı diler; efsane futbolcumuzun cenaze töreni ile ilgili bilgileri daha sonra paylaşacağımızı hatırlatırız.

    galatasaray spor kulübü

    http://www.galatasaray.org/...keni-kaybettik/32855

    --- alıntı ---
  • 22
    rena vlahopoulou tarafından kullanılıp atılmış. :(

    --- alıntı ---
    istanbul’un üç büyük kulübünün de simgeleri çok hoşuma gider. galatasaray, kaptan nihat bekdik’in lakabı nedeniyle ‘aslan’ olmuştur. fenerbahçe’nin ‘sarı kanarya’sının sebebi, sevgili ağabeyim cihat arman’ın sarı kaleci kazağı ve plonjonlarıdır. beşiktaş’ta ise durum biraz farklı. bugünlerde ‘kara kartal’ ile ilgili birçok tevatür dönüyor. fakat bizim dönemimizde bu lakabın, baba hakkı’nın keskin ve sert ‘kartal’ bakışlarıyla ortaya çıktığını söyleyebilirim. baba hakkı, bakışlarından da anlayabileceğiniz üzere çok otoriter, hafif asabi ama büyük bir insandı. kişiliği, sahaya da yansımıştı. mücadeleyi seven ve rakiplerinden dahi büyük saygı gören bir topçuydu. karşılıklı oynarken, ondan ne kadar çekindiğimi daha evvel de anlatmıştım. onu kızdırmak veya ondan azar işitmek, hayatta isteyeceğiniz son şeydi. fakat bir defa, baba hakkı’yı çok sinirlendirebilecek bir şey yaptım. ah o çapkınlığım yok mu…

    şah rıza pehlevi’nin onuruna düzenlenecek maç için istanbul muhteliti (karması), iran’a davet edilmişti. takımda; lefter, şükrü, vedii, cihat gibi mühim futbolcular vardı. galatasaray’ı temsil eden tek isim bendim. kaptanımız ise kariyerinin son dönemlerini geçiren baba hakkı’ydı. baba hakkı, benim huyumu bildiği için uçak yolculuğumuz boyunca “rahat dur orada!” uyarılarında bulundu. neyse, tahran’a indik, isviçrelilere ait bir otele yerleştik…

    şehir turu için otelin lobisinde toplandığımız vakit “bülent!” diye bir ses duydum. bu, dönemin ünlü yunan şarkıcı ve aktrist rena vlahopoulou’nun piyanisti yani’ydi. rena ve yani’yle taksim belediye gazinosu’nda sahne aldıkları dönemde tanışmış, rumcam sayesinde muhabbeti ilerletmiş hatta onları maçlarıma bile götürmüştüm. rena’nın şöhreti geçen yıllarda avrupa’ya yayılmıştı. ona bir sürpriz yapmak için yola koyulduk. kaldığı otele gittiğimizde, rena çok şaşırdı. o gün geç saatlere kadar birlikte yedik içtik. akşam yemeğinde kendisine bir şampanya ısmarlamak istediğimde, “ayakkabılarımdan şampanya içenler var. onu boş ver, bana daha büyük bir jest yap. maç için iki adet altın yaldızlı bilet al bana. kimse bunu beceremedi” dedi. gençliğin de verdiği ‘deli’ cesaretiyle kabul ettim ve otelime doğru yola koyuldum…

    ertesi gün ilk işim mihmandarımız mahmut’u bulmak oldu. bileti nereden bulabileceğimizi sordum. beni bakanlığa götürdü. bakanlıktaki memura durumu anlatır anlatmaz, memur çekmecesinden iki adet bilet çıkardı ve bana uzattı. fakat bunlar rena’nın istediği altın yaldızlı biletlerden değildi. mahmut’a altın yaldızlı olanlardan istediğimi söyle dedim. mahmut, memura isteğimi iletir iletmez sert bir tonla ret cevabını aldık. rena’ya rezil olamazdım. maça saatler kalmıştı ve biletleri almalıydım. aklıma bir şey geldi…

    –mahmut, beyefendiye söyle, türk takımı’nın kaptanıyla konuştuğunu unutmasın. eğer isteğimi yerine getirmezse, takımımı bugünkü maçtan çeker ve istanbul’a dönerim!

    söylediklerime ben bile inanamıyordum. o takımın en genç oyuncularından biriydim. baba hakkı dururken benim kaptan olmam düşünülmezdi bile. ya otelimizi arayıp kontrol etse ne olurdu? o dönem bugünkü teknolojik şartlar olmadığı için üstümdeki eşofman, adamı kandırmama yetti. yaklaşık iki saat süren görüşmeler sonunda altın yaldızlı biletler elimdeydi…

    otele döndüğümde takım toplanmaya başlamıştı. muhtelit sorumlusu kaptan baba hakkı’yı buldum, çok sevdiğim bir arkadaşımı alıp maça geleceğimi söyledim. pek gönüllü olmasa da ikna oldu. hemen rena ve yani’nin yanına gittim ve onları aldığım gibi stadyuma götürdüm. olayın aslını orada öğrenecektim…

    rena’ya yerine kadar eşlik ederken altın yaldızlı biletlerin alametifarikasını anladım. bu biletlere sahip seyirciler, özel bir locada maçı izleyecekti. aynı alanda şah pehlevi’nin de yeri ayrılmıştı. rena’yı oturttum ve sahada ısınan arkadaşlarıma katıldım. bu arada iran muhteliti’nin kaptanı, baba hakkı’nın yanına gelerek ihtişamlı bir çiçek verdi. o güne kadar öyle özenle hazırlanmış bir çiçek görmemiştim. baba hakkı’nın peşinde gezmeye başladım. en sonunda dayanamadı, bana döndü:

    –ne geziyorsun lan peşimde!

    –baba, şu çiçeği verir misin?

    –ne b.klar karıştırıyorsun lan yine?

    –ben sana laf getirir miyim baba, lütfen!

    –iyi, al bakalım…

    çiçeği aldığım gibi merdivenleri tırmandım ve rena’ya çiçeği uzatmamla “hayır!” diye bir feryat koparması bir oldu. o an pehlevi’yle göz göze geldim ve durumu anladım. rena, pehlevi’yi tavlamak için beni kullanmıştı. sahaya döndüğümde bu sefer baba hakkı santrada beni bekliyordu: “ulan, sen yok musun sen!” bir de kendimi kaptan olarak tanıtıp biletleri aldığımı duysa ne yapardı, kim bilir…
    --- alıntı ---

    bu yazı, socrates’in temmuz 2016 sayısında yayımlanmıştır.
  • 23
    bülent ersoy'un isim babası olan eski futbolcu.

    --- alıntı ---

    bülent ersoy’un annesi necla poyraz yaptığı bir röportajda boşandığı eşi fikret erkoç için “evlendiğimizde fikret o zamanın ünlü bir futbolcusuydu. galatasaray’da oynayan, 50’lerin fırtına isimlerinden olan arkadaşı bülent eken nedeniyle oğlumuza onun adını verdi. bülent’in de futbolcu olmasını istiyordu. fikret’in işleri bozulunca eski işime, bankaya girdim. bülent bu yüzden babasına küstü" dedi.

    --- alıntı ---
  • 24
    şöyle bir baktım ama 1953 sezonunda tekrardan niçin türkiye'ye dönüp bizim formamızı giymeye başladığına dair herhangi bir bilgi görmedim ve bu durumu açıklığa kavuşturmak için bir yerlerde okuduğum bilgileri aklımda kaldığı ölçüde aktaracağım.

    bülent eken 1951-52 sezonunda iyi maçlar çıkarttığı palermo'dan yabancı kuralının daha da katılaştırılması sebebiyle ayrılmaya karar verir. 1952 sezonuna kadar 3 olan yabancı sınırı, 1953 sezonuyla birlikte 2'ye indirilir. o dönem italyan futbolunda hücumcu oyuncuların daha el üstünde tutulur olmasından dolayı eken çareyi palermo'dan ve italya'dan ayrılmakta bulur. komşu ülke fransa'nın yolunu tutarak racing paris ile antrenmanlara çıkar fakat herhangi bir kontrat imzalamaz. daha sonraki denemesi 1. lige çıkmak için iddialı kadro kurmaya çalışan nantes'dır. eken'i antrenmanda deneyen nantes memnun kalır ve eken'e 400 bin tl'lik bir kontrat önerir. teklifi kabul eden eken'in çok kısa bir süre sonra planlarını alt üst edecek bir gelişme olur. o dönem galatasaray idari heyetinin önemli isimlerinden olan ihsan ipekçi'nin akrabası abdi ipekçi, eken'i galatasaray'a tekrar kazandırmak için kalkıp fransa'ya gelmiştir. aynı zamanda yine o dönem galatasaray'ın başında ise bir dönem bülent eken ile takım arkadaşlığı yapan gündüz kılıç vardır. söylenene göre eken, palermo'dan ayrılır ayrılmaz kılıç, yönetime 'eken'i getirin.' mesajı vermiştir. bu talebe katiyen yanıtsız kalmayan bülent eken para dahi konuşmadan 'çocuğuyum' dediği galatasaray'a geri döner. nantes'ın ödediği parayı geri iade eder ve menajeri olan boghossian'a da cebinden 10 bin tl öder.

    eken, italya'dan türkiye'ye dönüş yaptığında futbol anlayışının ve saha şartlarının türkiye'de italya'ya göre fersah fersah geride olduğunu ifade eder. galatasaray'daki 2. dönemi ilk dönemi kadar parlak geçmese de iyi bir arkadaşı olan ve beşiktaş ile özdeşleşen şükrü gülesin'in o dönem galatasaray'a imza atması akıllara kazınan bir gelişmedir. ancak gülesin galatasaray'ın formasını 1 yıl giydikten sonra takımdan ayrılır ve kısa bir süre sonra ise eken futbolu bırakır. böylelikle hepimizin kalbinin bir yerinde yer alır.
App Store'dan indirin Google Play'den alın