293
olayın galatasaray'la ilgili yanından bahs açmak istiyorum ben. devri dönem lucescu'lu yıllardır. hıncal, o zaman da yazmaktadır. şaşırdın mı, hayır şaşırma. üstelik o gün neyse bugün de odur diye tahmin ediyorum. niye mi tahmin ediyorum, çünkü kendisini okumuyorum günümüzde. yanlış anlaşılmasın hemen. kendisinin galatasaray üzerine ağzından düşürdüğü şeyleri okumuyorum ben. yoksa farklı konulara değindiğinde arada göz atmışlığım olur, oluyordur.
gel gelelim neden okumuyorum ben bu sabah kişisini. bir defa hayatında edindiği taktikler hep aynı. sığlığın da bu kadarı. hani rıdvan dilmen kişisi "b planı yok" dediğinde hıncal'ı mı hedef aldı diye düşünmüştüm bir ara, ama nafile. arkadaşlarım uyardı, ve anladım ki o sözü de benim kıvırcıklım* için etmiş. neyse, niye böyle düşündüm tahmin edilebilir sanıyorum. tahmin edemeyenler için yazılsın o vakit. hıncal uluç, artık belli davranışlarını adeta uzvu haline getirmiştir. ki bu durum yazılarına da çokça ve sıkça yansır. mircea lucescu döneminde ne giderler yapmıştır futbolculara, teknik adama ve takıma. dün gibi aklımdadır. unutmam. o zamanlar 90 dakika'yı izler kendimce çıkarımlar yapardım galatasaray üzerine. tabii, şimdiki gibi bir net yaygınlığı yok o yıllarda. ama, o durum bile şu gerçeği görmemi engellememişti. galatasaray, o dönem şampiyonlar ligi'nde ölüm grubu* tabir edilen grupta, son maça taşımıştı çeyrek finale çıkma umudunu. son maç da evimizde barcelona'ylaydı. o vakte kadar yememiş içmemiş beni bile içten içe soğutmuştu lucescu'dan sayın hıncal uluç. oysa, "takım güzel be" diyordum içten içe. ama işte hıncal öyle bir faktör ve figürdü ki bir şekilde düşünme mekanizmasını bile etkiliyordu. ve bu durumun hafızalardan silinmesi de kolay olmuyordu. işte maçtan evvelsi akşam hıncal programında yine bir şeyler söylüyordu, lucescu kötü adamdı yine. ama diyordu ki, maçı galatasaray kazanır. ertesi gün oldu, kazanamadı galatasaray maçı. ama ben o zaman bir şeyleri daha net anladım ve kazandım. kazandığım şey, hıncal yanar dönerliği ve terazi dengesizliğiydi. ve bugün daha iyi anlıyorum ki, hıncal kimin elinde patlayacağı belli olmayan ama her daim galatasaray'a zarar verecek olan bombanın fitilini yakmak isteyen kimi zaman da bunu başarıp yakan adamdı. tanım olarak bundan fazlası değildi. işte ben o gün bugündür ne hıncal okurum ne de rıdvan dinlerim. -rıdvan mevzusunu da yine böyle bir tarihi süreç tetiklemiştir- bu durumdan da gayet memnunum, okuduğum, dinlediğim ve izlediğim birkaç insan var futbol ve galatasaray adına ama bu kişiler kesinkes adı geçen zatlar değil. okuduğum kişiler, övgünün de yerginin de hakkından gelen insanlar. niye bu başlığa yazıyorum, çünkü zaman zaman sözlükte belli başlı isimlerde bir parlama oluyor. o zaman, "yine fitil meraklıları iş başında" diye yorumluyorum meseleyi. ve bunun benim kişisel kalemimden böyle olduğunun anlaşılmasını istiyorum.
tekrar ediyorum, gazetecilik salt eleştiri değildir. yine yineliyorum. olaya tamamiyle futbol ve galatasaray penceresinden bakıyorum. sen illa birilerini eleştirmek istiyorsan bunu her türlü başarırsın. ama güzellikleri görmezden gelirsen, benim gibi milyonlarca öz duygularıyla hareket eden galatasaraylıların kalbini kırmış olursun. acıtırsın, can yakarsın. niye mi canı yanar bu sarı kırmızı sevdalılarının? bilir ki, bu yazılanlar takıma zarar olarak geri döner. heyhat gazeteciliğin de böylesi! biri yazı yazıyor ve koca takım etkileniyor. "yaşasın medyamız" diyenlere, "ibne basın bunu da yazın" demek de bana düşüyor sanırım.
eski zaman olur ki, bir gazetede şöyle denir; "keşke hıncal ve rıdvan birlikte bir program yapsa. tadına doyulmaz." ismi önemsiz bir gazetenin, ismi önemsiz bir yazarının isteğidir bu düşünce. acaba öyle bir durum olsa ne olurdu hiç merak etmiyorum! neticesini görebilenler meraksızdır çünkü. -belli dönemlerde bu iki kişi aynı programlarda görülmüştür, bahsedilen şey uzun soluklu birlikteliktir- okumak deyince, ben ne mi okuyorum? alpaslan abi* diyor ki, büyük galatasaraylı alpaslan'a mektuplar'da: "galatasaray'ın yararına olarak bir taşı yerinden kaldırıp, iki metre öteye koyanlara bile müthiş saygı duyan bir insanım..." işte bu lafı okuyor ve anlamaya çalışıyorum o müthiş sevgiyi. siz de hak eden kimselerin sözlerini okuyun ve yaşatın.
gel gelelim neden okumuyorum ben bu sabah kişisini. bir defa hayatında edindiği taktikler hep aynı. sığlığın da bu kadarı. hani rıdvan dilmen kişisi "b planı yok" dediğinde hıncal'ı mı hedef aldı diye düşünmüştüm bir ara, ama nafile. arkadaşlarım uyardı, ve anladım ki o sözü de benim kıvırcıklım* için etmiş. neyse, niye böyle düşündüm tahmin edilebilir sanıyorum. tahmin edemeyenler için yazılsın o vakit. hıncal uluç, artık belli davranışlarını adeta uzvu haline getirmiştir. ki bu durum yazılarına da çokça ve sıkça yansır. mircea lucescu döneminde ne giderler yapmıştır futbolculara, teknik adama ve takıma. dün gibi aklımdadır. unutmam. o zamanlar 90 dakika'yı izler kendimce çıkarımlar yapardım galatasaray üzerine. tabii, şimdiki gibi bir net yaygınlığı yok o yıllarda. ama, o durum bile şu gerçeği görmemi engellememişti. galatasaray, o dönem şampiyonlar ligi'nde ölüm grubu* tabir edilen grupta, son maça taşımıştı çeyrek finale çıkma umudunu. son maç da evimizde barcelona'ylaydı. o vakte kadar yememiş içmemiş beni bile içten içe soğutmuştu lucescu'dan sayın hıncal uluç. oysa, "takım güzel be" diyordum içten içe. ama işte hıncal öyle bir faktör ve figürdü ki bir şekilde düşünme mekanizmasını bile etkiliyordu. ve bu durumun hafızalardan silinmesi de kolay olmuyordu. işte maçtan evvelsi akşam hıncal programında yine bir şeyler söylüyordu, lucescu kötü adamdı yine. ama diyordu ki, maçı galatasaray kazanır. ertesi gün oldu, kazanamadı galatasaray maçı. ama ben o zaman bir şeyleri daha net anladım ve kazandım. kazandığım şey, hıncal yanar dönerliği ve terazi dengesizliğiydi. ve bugün daha iyi anlıyorum ki, hıncal kimin elinde patlayacağı belli olmayan ama her daim galatasaray'a zarar verecek olan bombanın fitilini yakmak isteyen kimi zaman da bunu başarıp yakan adamdı. tanım olarak bundan fazlası değildi. işte ben o gün bugündür ne hıncal okurum ne de rıdvan dinlerim. -rıdvan mevzusunu da yine böyle bir tarihi süreç tetiklemiştir- bu durumdan da gayet memnunum, okuduğum, dinlediğim ve izlediğim birkaç insan var futbol ve galatasaray adına ama bu kişiler kesinkes adı geçen zatlar değil. okuduğum kişiler, övgünün de yerginin de hakkından gelen insanlar. niye bu başlığa yazıyorum, çünkü zaman zaman sözlükte belli başlı isimlerde bir parlama oluyor. o zaman, "yine fitil meraklıları iş başında" diye yorumluyorum meseleyi. ve bunun benim kişisel kalemimden böyle olduğunun anlaşılmasını istiyorum.
tekrar ediyorum, gazetecilik salt eleştiri değildir. yine yineliyorum. olaya tamamiyle futbol ve galatasaray penceresinden bakıyorum. sen illa birilerini eleştirmek istiyorsan bunu her türlü başarırsın. ama güzellikleri görmezden gelirsen, benim gibi milyonlarca öz duygularıyla hareket eden galatasaraylıların kalbini kırmış olursun. acıtırsın, can yakarsın. niye mi canı yanar bu sarı kırmızı sevdalılarının? bilir ki, bu yazılanlar takıma zarar olarak geri döner. heyhat gazeteciliğin de böylesi! biri yazı yazıyor ve koca takım etkileniyor. "yaşasın medyamız" diyenlere, "ibne basın bunu da yazın" demek de bana düşüyor sanırım.
eski zaman olur ki, bir gazetede şöyle denir; "keşke hıncal ve rıdvan birlikte bir program yapsa. tadına doyulmaz." ismi önemsiz bir gazetenin, ismi önemsiz bir yazarının isteğidir bu düşünce. acaba öyle bir durum olsa ne olurdu hiç merak etmiyorum! neticesini görebilenler meraksızdır çünkü. -belli dönemlerde bu iki kişi aynı programlarda görülmüştür, bahsedilen şey uzun soluklu birlikteliktir- okumak deyince, ben ne mi okuyorum? alpaslan abi* diyor ki, büyük galatasaraylı alpaslan'a mektuplar'da: "galatasaray'ın yararına olarak bir taşı yerinden kaldırıp, iki metre öteye koyanlara bile müthiş saygı duyan bir insanım..." işte bu lafı okuyor ve anlamaya çalışıyorum o müthiş sevgiyi. siz de hak eden kimselerin sözlerini okuyun ve yaşatın.