• 226
    üzerinden gün itibarı ile 8 sene geçmiş olan, 4 yıl önce ağlaya ağlaya küme düşen takımın avrupa kupasını kaldırdığı efsanevi maç.

    yaklaşık bir ay önce patlayan kadıköy'de uefa kupası finali umutlarının acısını çıkarmak için tribünleri dolduran 5000 taraftarın eşliğinde 12 sayı dezavantajla başlamasına rağmen uzatmaya götürüp kazanmıştı takım. maça başlar başlamaz öne fırlamış, ancak fark hep 8-10 sayı bandında gidip durmuştu maç boyu. kaçıncı dakika olduğunu hatırlamıyorum, marina kress tam tepeden bir üçlük atmıştı. top çemberin üzerinde birçok kereler sekip basket olmuştu. o top çemberden girince fark ilk defa 12 sayının üzerine çıkmıştı. orada ekran karşısında ağlamaya başladım. kendime geldiğimde takım çoktan kupayı kaldırmış, güle oynaya tur atma kısmına geçilmişti. röportaj veren herkes zafer sarhoşluğuyla saçmalarken tuğba palazoğlu uzun ve önceden hazırlanmışcasına gayet "gaz" bir röportaj vermişti. daha gözlerimdeki yaşlar kurumadan kahkaha atmaya başlamıştım. hani önümde bir mikrofon olsa levent özçelik edasıyla "galatasaray 5 nöşatel samaks 0" falan diyecek kıvama gelmiştim. tabi o zafer havası kısa sürdü. ertesi gün vize vardı ve o yıllarda adetim olduğu üzere yine çalışmamıştım. çünkü o yıllarda "okulu bitirme ihtimali her gün biraz daha azalan" tonla hastadan biriydim....

    dengesiz ve kontrolsüz gücün sözlük anlamı tuğba, bir nesli kendine aşık eden güzeliğinin yanı sıra ritmini bulunca rakibi bayıltan üçlükleriyle esra, "kızların metin oktay'ı" olarak camianın gündemine bomba gibi düşen o dönemin genç yeteneği ışıl, zirve dönemleri geride kalmış yasemen horosan, bir gün oyuna girer diye hergün beklediğimiz beril, o dönem beril'in yancısı şimdilerin yengesi yasemen saylar, basketbol oynamayı öğrenene kadar geçecek uzun yıllar boyunca kahrını çekip sefasını süremeyeceğimiz genç bahar, belarus'un bağrından kopup sadece bir sezonda unutulmayanlar arasına giren marina, "öylesine" yapılmış transfer geleneğini o sezonki temsilcisi taj, ulu önder sophia young ve çikolata prenses augustus... o sezonun "kadroyu tamamlama" amaçlı transferleri; şaziye ve korel engin... korel engin'i hatırlayan kaç kişi var yerkürede sormak lazım... velhasıl güzel bir kadro ve unutulmaz bir başarıydı. mihriban oğuz'u bir kenara koyarsak o maçta saha kenarında görevli olan herkesin bugün hala daha devam ediyor olması ise belki de bambaşka bir yazı konusudur...

    (bkz: tarihte bugün)
  • 227
    tabii ki de 13 nisan 2014 galatasaray fenerbahçe kadın basketbol maçı sonunda kazandigimiz euroleague sampiyonlugu kadar buyuk ve zor bir kupa degildi isin ucundaki, tabii ki o kupayi fenerbahçe'yi yenerek almak daha da manali oldu sonunda ama en nihayetinde son derece öznel olacak belki ama benim için euroleague sampiyonlugundan daha anlamli olan kupayi getiren maçti bu. bir nevi basketboldaki makus talihimizi yikan musabakaydi da diyebiliriz. yuzuncu yilinda kume dusen bir takimin yalnizca 4 sene sonra avrupa'da kupa kaldirdigini gorduk o gun biz. ezeli rakibi fenerbahçe'nin dominasyonu altinda bunalmis galatasaray basketbol subesinin tekrar ayaga kalkisinin nisanesiydi o gun.
  • 229
    vay be 9 sene olmuş. arkadaşın doğum gününe gidiyorum diye çıkmıştım evden, bostancı köprüsünün oradan otobüslerle gitmiştik. tabi maç uzamıştı molalar, uzatma, seremoni, salondan kadıköy'e kadar dönüş yolu derken epey geç kalmıştım eve. bir de son sınıf üniversiteye hazırlık dönemi olduğundan evdekiler ders çalışmanı bekliyor. valla doğum günü muhabbeti ben eve dönmeden patlamıştı bile haliyle peder bey maça gittiğimi öğrendi almadı o gece beni eve. bir gece de bir çok duyguyu aynı anda yaşamıştım. tabi avrupa kupalarından birine şahit olmak o anı yaşamak hissi kesinlikle tarifsizdi.
  • 235
    biz "hani körkütük sarhoşken gençliğimizden" oynanan maç. 11 sene geçmiş üzerinden...

    aslında bir önceki sezon kupayı alamamakla başlamıştı o sezonun hikayesi. 5+1 kişilik kadroyla eurocup yarı final ikinci maçına kadar taşımıştık umutları. hemen arkasından 2007-2008 türkiye ligi final serisi galatasaray hegomonyasıyla geçen doksanlı yılların ardından fenerbahçe hegomonyası ile geçen ikibinlerin ilk kapışmasıydı... 1-1 gidilen maçta caferağa'da son topu çember içeri almamıştı bir türlü, o son topu içeri almayan çembere söve söve gitmiştim futboldaki şampiyonluk maçının bilet sabahlamasına. o son top girseydi bir şekilde, 2-1'le ayhan şahenk'e gelecekti seri. 10 mayıs 2008 galatasaray gençlerbirliği oftaş maçının öğleninde belki de maslak'ta bir şampiyonluk daha kutlayacaktık. ışıl-esra-petra-sophia-vickie beşi son maçın son periyoduna kadar mücadeleye devam etti. bir mayıs akşamı caferağa'a binbir küfür altında challenge me i'm back tshirtleriyle birbirine biraz da korkuyla sarılan bir avuç insan, korksalar da dimdik ve dudaklarını kemirerek verdikleri ikincilik pozu...

    ertesi sezonun başlangıcı enteresandı. yerli oyunculardaki çıta olan birsel-esmeral-nevriye dışındaki neredeyse tüm eli ayağı düzgün türk oyuncuları toplamıştık. augustus ve kress de heyecanlandıran transferlerdi. farklı bir atmosferde oynanan ve efsaneleşen 11 ekim 2008 galatasaray fenerbahçe kadın basketbol maçı sonrası camianın bu takıma olan ilgisi artmaya başlamıştı.

    eurocup'ta gruplarda mondeville ve buducnost gibi kadınlarda mı erkekler de mi oynadığımızı karıştıracak kadar bu işin gediklisi takımlar ve şimdilerde esamesi okunmayan aris vardı. resmi geçitle tulum çıkararak çıktık. bir sonraki turda targoviste'yi ilk maçta paralayınca istanbul'daki rövanş formaliteye dönmüştü.

    bu arada garip şeyler oluyordu. takım fena gitmiyorken fenerbahçe'nin başındaki zafer kalaycıoğlu'nun adı galatasaray ile anılıyordu. cem akdağ'ın şok istifası, ayhan şahenk'te sıkıcı bir lig maçından bir anda tarihi bir tepkiye dönüşen onursuz zaferler istemiyoruz hadisesi, zafer kalaycıoğlu'nun evden telefonla koçluk yapması gibi über hadiseler ve sonunda evlat kontejanından ateşe atılan okan cevik...

    şubat ayında vurdulu kırdılı güney kıbrıs deplasmanı, rövanşta güç bela koparmıştık turu. ilk maçı bir gün farkla kaçırmış gidememiştim, dönüş maçını da meyhanede izlemiştik yan gözle. ne ters takımdı onlar da...

    çeyrek finalde chevakata isimli garip bir takım. iki maçta da tertemiz işimizi görmüştük, turun herhangi bir dakikasında bile işi zora sokmadan. yarı finalde rakip yıllar sonra çok farklı bir yer edinecek dynamo kursk. ilk maçta alınan 61-47'lik mağlubiyet. rövanş maçı lanet hamburg maçından* hemen önce. internetten neredeyse mail ile takip edilen bir maç. ilk yarı da 22-28 geride bitmiş. 60 dakikada yenen 20 sayılık bir fark, geriye kalmış 20 dakika.

    ikinci yarı 40-11 biten ayrı bir maç adeta. maçı yerinde takip eden şanslı azınlık da kendinden geçmiş, biz ekran başındakiler herhalde maç bitti diye beklerken gelen augustus'un 39 sayısı haberleri. güle oynaya beklenen hamburg maçı, kadıköy'e metrobüsle gitme hesapları ve akabinde guerrero piçi...

    vize dönemine denk gelen bir final serisi. ilk maçta deplasmanda alınan 12 sayılık mağlubiyeti kendi adıma 2 gün sonra öğrenebilmiştim. internete girebilmek için hala laptop falan açmak zorunda olduğumuz dönemler. kaderin bir cilvesi, 2 günlük bir boşluk var önünde. en azından evde rahat izleyebilecektim...

    futbolda sezon mantarlamış, kadıköy'de uefa kupası kaldırma hayalleri gümlemiş. koca bir camianın elinde avucunda kalan tek dayanak bu maç. bir de 3 gün sonra sami yen'de oynanacak derbi. sabah sınava girip çıktım, arkadaşlar hala pazar günü oynanacak derbi için bilet kuyruğundaydı normal zamanlarda kitapevi olan bir mağazamızın bir şubesinin önünde.

    kadın basketbol maçlarını mustafa denizli gibi kafada oynama hastalığım da o yıllarda gelişmemiş. jason robert koch'un fenerbahçe'yi madara edişini izledikten sonra erkek basketbol, küme düşen takımın soyunma odasında hüngür hüngür ağlayışını gördükten sonra da kadın basketbol takımını bir sıra öne çekmiştim ama o kadar. bir önceki sezonu doğru düzgün takip etmiştim sadece. ikinci sezonumdu bir nevi. metin oktay galatasaraylısı diye bir tabir vardır ya, ben de onun ışıl alben versiyonu sayılırım aslında.

    neyse bir şekilde akşam oldu. meğer bizim akşam yemeği yediğimiz dakikalarda meğerse salon önünde büyük çatışmalar yaşanıyormuş güvenlik güçleriyle bazı taraftarlarımız arasında, çok sonra satır aralarında öğrenebildik o mevzuları. ntvspor sadece "maça yoğun ilgi var" diye geçiştiriyor. o dönem istanbul'da olup da amatör branş kovalayan herkesin bildiği cafe crown biletlerinin kapıyı açamama ihtimali doğmuş. maç başına 50 kişi ortalama olan 4 bin kişilik salonun kapısına 5-6 bin kişi yığıınca olması beklenen gelişmeler.

    kameralarımız ayhan şahenk spor salonu'na çevrilip osman sakallıoğlu'nun sesi yankılandığında hava ve zeminin bir şampiyonluğa müsait olduğu gerçeği hemen kendini belli ediyor. yan taraflar dolu, pota arkaları dolu, pota arkalarının önü dolu, sezon boyu kavga konusu olan pembe koltukları pembesi görünmeyecek kadar dolu...

    yalnız derbi programında enfes bir tasvir vardır ya ali sami yen için. "üstünde bir sis olurdu, rakibin üzerine çökerdi" diye... işte o sis de o akşam ayhan şahenk'teydi. bülent korkmaz, ümit karan ve emre aşık da çizginin 2 metre gerisinde takıma "hadi" demek için ordaydılar. takım da beyaz forma ile sahaya çıkınca sanki kupaya bir adım daha yaklaşmış gibi hissetmiştim ekran başında...

    takım istekli başladı maça. tribünler de hakkını veriyordu. rakip de klasik italyan takımı mantığıyla, avantajını koruyarak geride gitmeyi çok sorun etmeyen bir yapıdaydı. ne zaman 12 sayı farkı bulsak periyod bitiyordu, öyle de yürek söken bir maçtı. son periyodda kaçıncı dakika hatırlamıyorum, ilk defa 12 sayıyı geçmiştik. marina kress tepeden atmıştı, ekran başındaki seyircilerimiz için tarif edersek sağ tarafta kalan potaya doğru. top bologna deplasmanındaki hakan şükür gibi dakikalarca süzüldü sanki, çemberde 396892046 kere sektikten sonra içeri düştü. yanılmıyorsam 3 ya da 4 dakika gibi bir süre kalmıştı.

    bu maç özelinde makus talihimizi kırmış gibi hissetmiştim, zaten gözümden de yaşlar damlamıştı bu basketten sonra. ama olmadı, o farkı iki basket yukarıya bir türlü taşıyamadık. son bir atak kala 12 sayı farkla girmeyi başarmıştık, potayı da rahat bulmuştuk ama olmamıştı...

    uzatma dakikalarında sahadakiler de tribündekiler de artık yeter demişti. gençlik marşı'ndaki üç kısa ıslık henüz tedavüle girmemişti ama kadın basketbolu çok sevdiğinden değil güme giden bir sezonun acısını çıkarmak için herşeyini sahaya akıtan bir tribün vardı... 12-4'lük 5 dakika skorunun ardından tribünde yanan maytaplar eşliğinde maç bitmişti. kadın basketbol klasiği karanlık bir odada tek başına ekrana bakıp içine içine sevinme ritüelini bir bildirim sesi bozmuştu.

    okuldaki ultraslan tayfasından bi arkadaşım, sezon başında kadın basketbol muhabbeti yaparken "kadın basketbol mu. ne gerek var kanka ya?" diyen bir arkadaşım. toplu bir mesaj göndermiş, o dönem öyleydi sms atıyordun, 1 sms 2 kontör :)

    --- alıntı ---

    ilkleri biz yaparız, tarihi biz yazarız. 2008-2009 eurocup women şampiyonu galatasaray

    --- alıntı ---

    aradan 11 yıl geçti. hala daha kadın basketbol muhabbeti açınca uzaylı muamelesi yapanlar var, hala daha bir başarı olunca benim sevincim onların yanında sönük kalıyor...

    kaptan'ın büyük maç sonrası repliğiyle bitireyim, galatasaray'ım sen çok yaşa....

    (bkz: tarihte bugün)
  • 237
    tarihte bugün oynanmış sikindirik bir lig maçı kadar dahi kimselerin hatırlamayacağı efsanevi final maçı.

    ayhan şahenk'teki mahşeri kalabalık, dönemin önemli isimlerinden lokman beyin salon önündeki operasyonu, galatasaray efsanesi beyaz forna, saha kenarında takıma neredeyse taktik veren büyük kaptan bülent korkmaz, her baskette havalara uçan emre aşık, marina kress'in 86 kere çemberi turlayıp giren ve "aggregate" eşitleyen üçlüğü, pota arkasında her serbest atışta birbirine vurulan sarı kırmızı plastikler ve uzatmalarda artık işin rengi belli olunca yakılan meşaleden ufak maytaptan çok daha iri şeylerden çıkan kesif duman...

    bir de sezon başında kadın basket muhabbeti yapınca dalga geçen bir arkadaşın maç sonu attığı toplu kutlama mesajı...

    çok ama çok tatlı bir rüyaydı.
    üzerinden 12 sene geçti, hala gerçek sanıyoruz belki de kim bilir...

    gencecik ışıl alben, çikolata prensese augustus, fear factor tuğba palazoğlu, soğuk ülkenin sıcak insanı marina kress, güzelliğin sözlük anlamı esra şencebe, her sezonki klasik kadro şişirime sevdasının o sezonki ayağı şaziye, 2 hafta sonra ribaund pozisyonunda ışıl'ın bağlarını koparışını en yakından izleyecek yasemin horasan, bir gün oyuna girer diye her gün beklediğimiz beril-yasemen ikilisi ve galatasaray'da bir avrupa kupası kaldırdığına kimselerin inanmadığı o sezonki üçüncü coach olan okan çevik...

    gün geçtikçe galatasaray basketbolu için böyle hikayeler uzaklaşmaya devam ediyor. dedim ya tatlı bir rüyaydı, biz gerçek sanıyoruz...

    üzerinden bir sene daha geçmiş, kutlu olsun...
App Store'dan indirin Google Play'den alın