şampiyonlar ligi dönüşleri genelde bir çok takım için oldukça zorlu olur, yerel ligdeki maçta puan kayıpları beklenir de salı gecesi paris saint-germain gibi güçlü bir rakibe kök söktürüp, kaybetmesine rağmen taraftardan "böyle oynayın canımızı verelim" tezahüratını işiten galatasaray'lı futbolcuların, başkentte ligin sonuncusu gençlerbirliği karşısında "bu kadar kişiliksiz" bir oyun oynayacağını kimse aklına getiremezdi...
kurmuş olduğu takımla ve iç sahadaki taraftar desteği ile zor geçebilecek ve kaybedilmesi muhtemel puanların çok can yakmayacağı deplasmanlar vardır da bu maç şüphesiz onlardan değildi... bu nedenle halil umut meler maçı bitiren son düdüğü çaldığında canımız yandı... hem de fena halde...
salı gecesinin yıldızlarından jean michael seri "gıda zehirlenmesi" nedeniyle son dakika kadro dışı kalırken yerine fatih terim, selçuk'u görevlendirmişti. hoca kaptanına güvenmişti ama kaptan gemiyi ilk terk eden olmuştu, sanki jubile maçına çıkmış gibi sahada dolaşıyordu eli belinde. dolaşmakla da kalmıyordu selçuk, kurnazlık da yapıyordu utanmadan. maçı seyredenler hatırlayacaktır, rakip ceza sahası kenarında yüksekten gelen bir topu kontrol etmek istemiş ve topu ayağından kaçırmışken, topla alakasız mesafede olan nagatomo'ya "bu pası nasıl alamazsın" diye sitem etmesi galatasaray taraftarını kızdırırken, maçı beinsport fransa kanalına anlatan fransız spikeri kahkahalara boğmuştu...
hocanın güvenip, "hayal kırıklığına" uğradıklarından biri de belhanda oldu ankara'daki tatsız tuzsuz gecede. sneijder'in yerine gelmesi, 10 numaralı formayı alması, saha içinde ruhsuz ruhsuz gezmesi geldiği günden beri beni rahatsız etmişti de, geçen sene biraz toparlanmış, takım için etkili ve önemli işler yapmıştı. bize göre futbolcularla çok daha içli dışlı olan ve onların maddi manevi tüm mutluluk ve sıkıntılarını bilen fatih terim, faslı oyuncuda bir "cevher" görmüş olmalı ki bir önceki sene olduğu gibi, bu sene de transfer döneminde takımda kalması yönünde rapor verdi. seri, nzonzi, lemina, jimmy durmaz gibi orta saha oyuncular transfer edildi ama belhanda özeldi, takımı oynatacak oyuncu olmalıydı da, bu sene tekrar geçmişe, o "ruhsuz" haline dönüverdi 10 numara. saha içinde yürüyor, mücadele etmiyor ve en önemlisi topları "ayağında geveledikten" sonra sürekli rakibe atıyor... böyle bir ortamda galatasaray'ın son yıllara göre gol kısırlığı çekmesi de oldukça doğal...
italya macerasından sonra galatasaray'ın başına ikinci defa geçen fatih terim, dört sene arka arkaya şampiyonluklar yaşatıp, uefa kupasını memlekete getiren hocadan çok farklı karakterde bir kişilik sergiliyordu o günlerde.. maç önü ve sonu yapılan röportajlarda oyuncularına güvenini ortaya koyuyor ve mağlubiyetler sonrası tüm hatayı kendisi göğüslüyordu. işin özü "eli sopalı adanalı hoca "gitmiş, avrupa kültürü görmüş, şık giyinen avrupa beyefendisi bir teknik direktör gelmişti. topçu milletine iyilik yaramazdı, bunu sonraki yıllarda frank rijkaard örneğinde görecektik, "nasılsa tüm sorumluluğu üzerine alan bir hoca var" diyerek futbolcular gevşedikçe gevşedi ve hocanın sonu unutmak istediğimiz o olimpiyat stadı gecelerinde hazırlandı...
cumartesi gecesi "sabaha kadar oynansa kimsenin gol atamayacağı" maçı seyrederken dejavu gibi aklıma 2003-2004 sezonu geldi. hoca yine oyuncularına güveniyordu, onlara sahip çıkıyordu, hatta galatasaray'ı "profesyonel kötülere" yedirmemek için cezalar dahi alıyordu ama hem saha içi hem saha dışında güvendiklerinden sırtına hançeri yiyordu...
şampiyonluğu getiren maçlar derbiler değildir bana göre, şampiyonluk kötü oynadığın maçları 3 puanla sonlandırdığında gelir. iyi ve baskılı oynadığında zaten kazanırsın da 34 haftalık periyotta doğal olarak kötü oynayacağın maçlar olacaktır ve bu vakitler de hangi takım daha az puan kaybı yaparsa, mutlu sona o ulaşır. bu gözle bakıldığında galatasaray'ın gençlerbirliği karşısında elde ettiği beraberlik marcao'nun maç sonu dediği "kazanılmış 1 puan" değil, kaybedilmiş 2 puandır...
ama, işin başka bir boyutu da var. çuvaldızı kendimize batırdık, takımı eleştirdik de galatasaray kötü diye hakemlerin maç öncesi kafalarında kurguladıkları senaryoları sergilemelerine de sessiz kalamayız. perşembe gecesi uefa avrupa kulüpler mücadelesi yönetmiş ve cuma akşamı memlekete dönen halil umut meler'in fatih terim'in dediği "memlekette hakem mi kalmadı" da maçı yönetmek üzere atandı, bize pek manidar geldi. cumartesi geceki maçın devre arasında "bir hakemin kötü olması için illaki yanlış penaltı vermesi gerekmiyor, halil umut meler gibi galatasaray'ın her atağını, her presini faulle kesmesi yetiyor" diye bir tweet atmıştım. andone'nin, babel'in, feghouli'nin rakip savunmaya yaptığı her baskıda düdük çalarak, oyuncuları yıldırdı maçın hakemi. daha da vahimi, sanki kafasında bazı futbolcuları "yaftalamış" gibi davranıyordu, özellikle belhanda listenin başındaydı, ona ne yapılsa faul çalmayacaktı ama belhanda konuşsa kartı görecekti. maçın son anlarında sessegnon'un usta bir güreşçi gibi "ense çekme" ile belhanda'yı yerle bir etmesine halil hoca devam kararı verirken, güreş hakemleri olsa kırmızı-siyahlı oyuncuya 2 puan yazardı. var'dan da yardım istemedi, abdülkadir bitigen de uyarmadı kendisini, bu daha da tuhaftı. "tuhaflıklar komedyası" emre mor ile ev sahibi oyuncu arasındaki mücadelede de yaşandı, biri beyaz tenli diğeri siyah tenli olmasına rağmen futbolcuların, hakem ve var hakemleri topun emre'nin eline çarptığına karar verirken, shakespeare'den daha başarılı bir sahne yazıyorlardı...
kötülerin çok olduğu gecede yine de iyiler yok değildi, özellikle marcao, nzonzi ve donk yine her zamanki ciddiyet içinde mücadele ederken, andone'nin çabası, boş alanlara attığı deparlara takım arkadaşları pas vermeyip, kendisinden beklenilen gol gelmeyince yine görülmeyecektir, oysa cumartesi gecesi sahada falcao da olsa, o da eli boş dönecekti...
kaynak ve fotoğraflar:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...i0-0galatasaray.html