sahada futboldan başka her şey vardı, tek eksik olan da futboldu belki de. ben kendimi bildim bileli hakemler ülke futbol gündeminin hep en tepesinde olmuştur. çıkan kırmızı kartlar, verilmeyen/verilen penaltılar, hatalı iptal edilen goller gibi bir sürü karardan ötürü çocukluğumuzda pazartesi günleri okula gidip de arkadaşlarımız ile o haftanın kritiğini yaparken odak noktası genel de
hakem olmuştur. sezon öncesi nasıl ki takımlar hazırlık kampları yapar, yeni sezona yaptıkları antrenman ve özel maçlar ile hazırlanır; hakemlerin de yaz döneminde kampa girip yeni sezona hazırlandıkları haberlerini okuruz. ciddi merak ediyorum, o kamplardaki eğitim programlarında neler konuşuluyor, hakemlere ne talimatlar veriliyor. çünkü maç sonucuna direkt olarak etki eden hakem hatalarının bu kadar çok olması normal değil, zaten biliyoruz gerçek sebeplerini de insan yine de masum düşüncelerle sorguluyor. şu ülke futbolunu kirleten, insanları futboldan soğutan 2 şey var nezdimde; birisi
fenerbahçe, diğeri de
hakemler. zaten hakemleri, mhk'yı ve federasyonu dolaylı yoldan etkileyen lobide de fenerbahçe parmağı olduğuna göre asıl suçluyu bulduk, biliyoruz.
konuyu hakemden açtım, hakemden devam edeyim. eski mhk başkanlarının önemli hakem hatalarından sonra kürsüye çıkıp hakemlerine güvendiklerini, onların da insan olduğunu, bu tip hataların hemen hemen her ligde olduğunu belirtiyorlar. doğrudur, çoğu ligde oluyor fakat nadiren oluyor. örnek olarak ilk aklıma gelen hangi sezonda olduğunu hatırlamasam da premier lig maçı manchester united - newcastle arasında oynanan bir karşılaşmada hatalı ofsayt kararıydı; diğeri de 2010 dünya kupası play-off maçında irlanda - fransa arasında oynanan elle atılan goldü. illa ki hatalar oluyor, olacaktır fakat bizim hakemlerimiz yönetecekleri karşılaşmaya çıkarken kafalarındaki ses ''bu maçta odak noktası sen olmalısın'' gibi bir talimat veriyor sanırım. tribündeki ve televizyon başındaki taraftarların dikkatini, sahadaki 2 takımdan ve 22 oyuncudan daha fazla çekmek istiyor. teşbihte hata olmaz diyerekten bunu mahallede arkadaş grubu arasında geri kalmış, dışlanmış, kendi fikirlerini diğerlerine geçiremeyen küçük, pasif çocuğun dikkat çekmek için yaptığı abukluklara da benzetebiliriz. bu kadar egoya, dikkat çekmeye çalışmaya gerek yok. nasıl ki futbol basit oyunmuş, hakemlik ondan da basit. tek yapman gereken pozisyonu takip etmek, hızlı ve olabildiğinde doğru karar vermek; senin doğruların değil futbolun kendi doğruları var ve senden de buna göre hakemlik yapman isteniyor. açalım bir şampiyonlar ligi maçı izleyelim, 90 dakika boyunca sahada hakemin dolaştığını bile unutuyoruz bazen, sadece futbola odaklanıyorsunuz. hakem ise sadece maçı yönetiyor, dikkat çekmeye çalışsa pekala başarabilir bunu. işte bu yüzden bizim hakemlerimizden bir bok olmaz.
sahada futbol yoktu arkadaş, hafta içi olmasına rağmen tribünleri dolduran 30 bin taraftar futbol izlemedi, tiyatro izledi. ama tiyatro izlemek istemiyoruz biz, galatasaray'ı izlemek için oradaydık ve bazı emirler almış abdullah yılmaz da bunu engelledi. açıkçası kendimi onun yerine koydum ilk yarı bittiğinde tüm stadyum onu yuhalarken, nasıl bir rahatlık, nasıl güçlü bir psikolojidir. aldığı sıcak paranın ve üstlerine yaranmış olmanın verdiği huzur mu onu bu kadar rahat tutan? mhk başkanı da maçtan sonra abdullah yılmaz'ın hatalı kararlar verdiğini ve kötü bir yönetim sergilediğini söylemiş fakat kendisi oraya hakemlik yapmaya, maç yönetmeye gelmedi, galatasaray'ın yoluna taş koymaya, bizi engellemeye geldi. bu 90 dakika itibari ile başardı mı, evet. fakat uzun vadede başarılı olabilecek mi? asla hayır. 10 kişi mücadele ederken elmander'in golü ile beraberliğmizi sağladığımızda tribünde hemen solumda bulunan ve hayatımda o ana kadar hiç görmediğim birinin, gol sevincini yaşarken tutup da beni alnımdan öpmesi, takımın 9 kişi kaldıktan sonra bile gaziantep kalesine yüklenmesi ve pozisyona girmesi, kenetlenme duygusu ve takım olma bilinci... işte bunları abdullah yılmaz da dahil hiçbir hakem değiştiremez, yok edemez.
son paragrafı da gaziantepspor'a ayırmak istiyorum; haklı bir galibiyet aldıkları yanılgısına düşebilirler, gaziantepspor'a hakkını verdiğim tek bölüm 2 gol bularak üstünlüğü yakaladıkları 5-6 dakikalık dilim. daha sonra zaten taraftar desteği ile ortaya koyduğumuz mücadele ve kazanma arzusu bize maçı getirebilirdi, hakem yeniden devreye girip de son ve en ağır darbeyi sabri'yi oyundan atarak indirdiğinde gaziantepspor da yeniden üstünlüğü ele geçirdi. akıllı oynadıklarını söylemeliyim fakat futbolun ahlak tarafı da var. maçta 2 farklı skor üstünlüğünüz varken 9 kişi kalmış rakibinizin üzerine hala gol bulmak için gidiyorsanız ahlaksız takımsınızdır. gaziantepsporlu oyuncular 5'i de bulabilirdi, 6'yı da; sonuçta alacakları puana ilave olmayacaktı ekstra golleri ve biz de
galatasaray olarak büyüklüğümüzden zerre kayıp vermezdik. ama ahlak, yalnızca rakibe saygı ve ahlak.