• 1077
    maç heyecanıyla maçta olan biteni anlamadığım için maçtan sonra bir gün içinde 3 kere maçın tekrarını izledim ve hala daha kabullenmekte zorluk çekiyor bünyem; ekici'nin inanılmaz frikiği, ceza sahasında nando'nun tuttuğu top,(müthiş pozisyon almış canım muslera) dirar'ın ortasında donk'un topu kesmesi ve sonrası zaten rock'n roll...

    hocayı her defasında ne olursa olsun savundum ama şunu kabul edeyim 3. ve 4. döneminin en iyi maçını ve hatta kariyerinin imza maçlarından birisini 4.dönemin 3. senesinde oynattı ve olsun varsın bu çok tatlı bir kırgınlık bence*

    maçla ilgili tek endişem oyuncu grubunun "biz artık tamamız" demesi olur ama hoca teknik direktörlük vasıflarıyla futbolculara en büyük teknik adamlardan biriyim mesajını verdi, oyuncular can atacaklardır artık sahada.*

    şen ola cimbom
    şen ola cimbom
  • 1079
    güzel maçti bizim için ama artık bu hasi kapatıp önümüze bakmamız lazım. ne yazık ki fikstürümüz cidden çok zor ve artık rakipler, tüm anadolu takımları bizi şampiyon yapmamak için ekstra çaba sarfe edecekler. yanlışım yoksa erol bulut'un alanya'sı ile maçımız var. sivas, başakşehir deplasmanları var. içeride 2 derbi var. fikstür gerçekten çok zor.

    güzel maçtı ama dünde kaldı, önümüze bakalım.
  • 1081
    hiçbir şey yazamadım, konuşamadım maçtan sonra. tadını çıkarmak istedim. o yılları aklıma getirdim. baros'un direkten dönen topunu, pino'nun çizgiden dönen topunu hatırladım. kezman'ın, johnson'un gollerini, kuyt'un golünü hatırladım. lise ve üniversite yıllarımda kadıköy deplasmanından sonraki gün okula gitmek istemeyişimi, saçma sapan hakem yönetimlerini, kabulleneyemeyişimizi...

    maç klasik bir kadıköy maçı gibi başlıyor. gerçi fenerbahçe bu yıl ilk 10 dakika dahi maçı dengede tutamıyor. yine topu biz oynuyoruz, inanılmaz goller kaçırıyoruz, ilk kez geliyorlar ve penaltı. dişlerimi sıkıyorum, gözlerim doluyor, yine mi diyorum içimden yine mi ?

    bu kez farklı bir şey oluyor, golü yiyoruz ama dağılmak yok, topumuzu oynamaya devam ediyoruz. pozisyon vermiyoruz, top kaybetmiyoruz. inanılmaz bir korner organizasyonun sonunda , falcao 'nun attığı yanıltıcı koşu ve feghouli'nin muhteşem perdesiyle bomboş kalan donk köşeye bırakıyor topu durum 1-1.

    fenerbahçe gerginlik çıkarmaya çalışıyor ikinci yarı başında, ilk kez aldırmıyoruz, topumuzu oynamaya devam ediyoruz. hakeme de bir parantez açalım ilk kez bir hakem doğru kararlar veriyor kadıköy atmosferine kanmıyor. gereken kartları çıkartıyor, kart gören fenerbahçe futbolcuları şaşırıyor, onlar için bu anormal çünkü, kadıköy derbilerde her türlü çirkefliği yapıp, ilk kartlarını 85. dakika da gördükleri, cüneyt çakır yönetimini arıyorlar.

    oyun planımız çok basit, falcao'nun yanında götürdüğü stoperlerin oluşturduğu boşluğa onyekuru'yu kaçırmak. müthiş uyguluyoruz, fenerbahçe görüyor; ancak çare bulamıyor. ama onyekuru kaçırmaya devam ediyor.

    altay bir gol hediye ediyor belhanda'ya belhanda kibarca reddediyor bu teklifi, sinirlerimiz harap durumda hadi diyoruz hadi.

    onyekuru kaçmaya devam ediyor, sonunda son 5 maçtır penaltıya sebep olan jailson bir tane de bizim için kayıyor ceza sahası içerisinde.

    falcao geliyor topun başına, tüm beklentiler omuzlarında. bu maçta yan rol oynuyor, ancak kadıköy'de penaltı vurmaktan çekinmiyor. herkes gergin, fatih hoca dahi nefesini tutuyor. o sadece düdüğü bekliyor, altay köşeyi tahmin ettiğinde yüreğimiz ağzımıza geliyor, ama yan ağlara gidiyor o top dakika 80.

    o sırada baros'un direkten dönen topu tekrar aklıma geliyor. o maçta da 2-0 geriden gelip ezici bir futbol oynadığımız, ama galibiyet golünü atamadığımızı hatırlıyorum. ilk değilmiş düşündüğüm gibi diyorum. ama bu kez farklı, savunmamız yeterli ve biz maçın başından beri pozisyon dahi vermiyoruz.

    belhanda attırıyor kendini, maç boyu herkes ama herkes stresi mükemmel yönetirken, atmosfer bizden yanayken bir amatörlük bize her şeye mal olabilir. ama deniz 'de hem de fatih terim'i ittirerek kulübeye saldırıyor. herkes çok sakin kalıyor. bu sene kazanmaya geldik diye düşünüyorum, bu kez kavga çıkaramayacaksınız, rezil futbolunuzu bu şekilde kapatamazsınız. hakem deniz'i de atıyor. bir anda yorgun belhanda ile oyuna yeni girmiş hamle oyuncusu deniz'in atılması ile bayağı karlı duruma geçiyoruz. ahmet giriyor oyuna. herkes hoca'dan başka değişiklikler bekliyor, ama hocanın aklında başka bir şey var.

    mehmet ekici, geçmiş maçları tekrar aklımıza getiren bir şut çekiyor. fenerbahçe 'nin kaleyi bulan 3-4 şutundan penaltı hariç tek tehlikeli olan top otuz küsur metre bir frikikten geliyor. top dıştan içe falso alıyor. maç başından beri yere dahi yatmamış, soğuk muslera bu kez değil diyor, bu kez değil.

    direniyoruz, pozisyon dahi vermiyoruz, onyekuru kaçırmaya devam ediyor. yardımcı hakem kendi sahamızdan hareketlenen futbolcu için ofsayt bayrağı kaldırıyor. devam ediyoruz.

    bir daha başlıyor koşmaya onyekuru, baros'un direkten dönen topunu, pino'nun çizgiden dönen topunu hatırlıyorum. kezman'ın, johnson'un gollerini, kuyt'un golünü hatırlıyorum. liseyi, üniversiteyi...

    emeği geçen herkese binlerce teşekkür ediyorum. bizi çok mutlu ettikleri için , iyi ki galatasaraylıyız.
  • 1086
    maç tipik kadıköy deplasmanı şeklinde başladı: fenerbahçe kalesinde çok ciddi pozisyonları cömertçe harcadık ve kalemize ilk kez gelmeleri de penaltı ve golle sonuçlandı. fakat onyekuru hemen her koşusunda kaleci ile karşı karşıya kalıyordu ve fenerbahçe deplasmanında ilk kez geri düşmüyorduk. aklıma sow ve alex'ten yediğimiz akıl dışı goller ile 2-0 geri düşmemize rağmen 2-2'yi yakaladığımız 17 mart 2012 fenerbahçe galatasaray maçı gelmişti ve içimde tarifsiz bir umut vardı.

    nitekim donk da bomboş vurduğu kafa ve attığı golle bu umudu perçinledi. ilk yarıyı geride bitirmemek çok önemliydi ve artık ikinci yarıya çok daha motive ve istekli başlayabilirdik.

    falcao'nun penaltısı ise sanırım bu maçı hatırlayınca aklıma gelen ilk anı olacak. çünkü evin içinde televizyonun karşısında ne yapacağımı, nasıl duracağımı bilemedim. totem için televizyona sırtımı mı dönmeliydim, yoksa gözümü kırpmadan falcao'nun vuruşunu mu izlemeliydim? hangisini yaparsam atma ihtimalimiz daha yüksekti? olur da izlersem ve kaçırırsa kendimi suçlardım fakat sonra "bu maçı bu golle kazanırsak canlı izlemediğine pişman olmayacak mısın?" dedim kendi kendime ve izledim.

    sonuç: "falcao geldi. falcao. falcao golü attı!"

    tüm bunların yanında kadıköy galibiyetinin bizim için en büyük anlamı şampiyonluk yarışında zorlu bir deplasmanı kayıpsız geçmekti elbette. çünkü oynanan oyunu ve fenerbahçe'nin dağınık görüntüsünü düşündüğümüzde 1 puan bile çok yazık olurdu.
  • 1090
    ahmet ercanlar ve türevi satılık kalemlerin iki gün dayanabildiği galibiyet. maçın üzerinden 48 saat geçmeden adi ve kahpece paylaşımlarla hem milleti galeyana getirip hem de gündemi değiştirmeyi başardılar.

    muhtemelen yarın akşam kimse bu maçı hatırlayamayacak hale gelecek.

    oysa öyle güzel yendik ki, eze eze, sahanın her metrekaresinde, oyunun her dakikasında...

    (bkz: bu ders onlara yeter)
  • 1091
    fenerbahçe stadının yaninda lise var ya ; ben o lisede 3 sene okudum. saraçoğlu ile o dönem az bakışmadık. bu maç oynandığı zaman saracoglu'na gidip orada radyodan maçı dinleyeceğim , bedenende orada bulunarak destekleyeceğim demiştim.hem de geçmişi bir anarım bu bahane ile. neyse maç saati yaklaşıyor, bindim minibüse. ziverbeyde indim. liseyi bitirdiğimden beri bu yolu kullanmamıştım. eskinin ziverbey köşkü günümüzün müjdat gezen'in okulunun bulunduğu sokaktan girdim. zaman buralara da dokunmadan geçmemiş. kendi kendime acaba burada alt geçit duruyor mu diyorum. neyse ki hala yerinde.yürüdükçe stattan yükselen sesleri duyuyorum. taktım kulakligimi açtım radyoyu. istiklâl marşı okunuyor. hem dışardan, hem kulaklıktan dinliyorum. stadın arkasına geldim. karşıya geçtim. inanılmaz bir alkol kokusu. yürümeye devam ediyorum. stadın gürültüsünden radyodaki anlatımı duyamıyorum. iyi başlamışız maça. stadın önüne geliyorum devam edebilmek için aramadan geçiyoruz. stadın önünde fenerbahceliler bekliyor. bir mekana oturmak için etrafa bakıyorum cafe tarzı .kafama uygun bir yer yok. zaten gürültüde maçı da dinleyemiyorum. mekanlarda, dışarıda oturan fenerbahceliler ya tabletten, ya da cep telefonundan maçı izliyorlar. dedim burada olmayacak. en iyisi sen devam et. alexi de geri bıraktım. kuşdili caddesine geldim. orada ki merdivenlerden nazım hikmet kültür merkezinin olduğu sokağa giderken bizim marcao penaltı yaptırdı. içimden acaba stadın orda mi kalsaydım diyorum. sanki penaltı benim yüzünden olmuş gibi.. krause penaltıyı gole çeviriyor. orada bir cafeye oturuyorum , çay içiyorum. maç 1-0 aleyhimize devam ediyor. ilk yarının sonlarına geliyoruz. kendi kendime acaba maçın devamını dinlemek için eve mi gitsem, yoksa burada mi kalsam diye düşünüyorum. cafeden kalkıyorum. geldiğim yoldan geri dönmeye karar veriyorum. eğer galatasaray ilkyarı bitmeden gol atarsa kadiköyde kalmaya, atmasa eve gitmeye karar veriyorum. ne ilginçtir ki merdivenleri çıkarken gol yediğimiz yerde, indiğim zaman gol attıyoruz. tesadüf mü bilmiyorum.:)) mecbur gol atınca kadiköyde kalıyorum. istikamet bahariye caddesi. devre arası penguen'e gidip orada oturmaya karar veriyorum. maç başlıyor. bir türlü gol gelmiyor. geldiğim yoldan eve gitmeye karar veriyorum. maçın bitimine yakın stadın orada olacağım. yolda durup maç başlığına "hadi artık" yazıyorum eş zamanlı olarak lehimize penaltı kararı veriliyor. içimde acaba penaltı gol olacak mı? o mahsus kader değişecek mi? alpay bunu kurtarır mı ? düşünceleri dönüyor. neyse ki falcao penaltıyı gole çeviriyor. 21 yıldır sadece kadıköyde sadece 18 dakika önde olmuşuz. acaba bu önde olma durumu devam eder mi diyorum. alex'in heykelini geçiyorum. yerde kaldırımdaki bir yazı gözüme ilişiyor. beton üzerinde galatasarayı simgeleyen gs ve altında 4 yıldız. gülümsüyorum ve bu sefer olacak diyorum ve fotoğrafını çekiyorum. stadın önüne geliyorum. kaldırımda oturan fenerbahçeli taraftarları görüyorum, bir şekilde maçı izliyorlar. üzgün ve endişelilerdi. gerçekten ama gerçekten onlara üzüldüm çünkü çocuklarda vardı. içimden bir ara acaba maç berabere bitse mi diye geçirdim. neyse stadın arkasına geldim. maça uzatma dakikaları verildi. tam 10 dakika, of ki of. benim hesap şaştı tabi. neyse yavaş yavaş yürümeye devam ettim. bir duvarın üstüne oturdum ve maçın bitmesini beklemeye başladım. mehmet ekicinin firikik vuruşu derken bizim henry fişi çekti ve ben de derin bir oh çekip yola devam ettim. sağımda, solumda fenerbahçeliler. durağa geldim, otobüse bindim. fenerbahçeliler ersun yanal'a sallıyorlar. biri dedi ki " bunlar 24 puandan gelip, şampiyon olursa en çok bu koyar". neyse bu da böyle sıradan bir gündü.önemli olan şampiyon bitirmek. acaba bunları yapmasaydım sonuç yine aynı olur muydu? bugün 25 şubat, sabahattin ali 113 yaşında. iyi ki de doğdun.
  • 1092
    galatasaray'ın 20 senelik seriyi sonlandırdığı maçtır. bu maçın analizinden önce bu serinin 20 seneye nasıl geldiğini bizzat bütün maçları bütün sezonları takip etmiş biri olarak anlatmak istiyorum.

    özellikle bu serinin oluşma noktasındaki en büyük kırılma noktalarından biri şükrü saracoğlu stadyumunun türkiye standartlarının çok üzerinde bir stada evrilmesidir. tabiki 2001'de başlayan bu seride bu stadyum daha bitmiş bir halde değildi ancak ikinci bir kırılma noktası bu maçta inşaa edilmişti, o da '' yapabildiğin kadar pisliği yap kazanmak için her yol mübahtır'' taktiği.. evet bu taktik o gün kadıköyde diğer 2 rakibinde yıllarca başına bela olacak bir şekilde inşaa edildi.. çünkü aziz yıldırım dünyaya kafa tutan bu takımı normal şartlarda durduramayacağını çok iyi biliyordu ve o sezonlukta olsa amacına ulaşmış türkiye 1. futbol liginin en şaibeli şampiyonluklarından birine imza atmıştır...

    bu anlamsız seriyi 2 bölümde incelemek gerekirse;

    2001-2009 arası
    bu süreçte fenerbahçe çıktığı bütün lig maçları kazanmıştır. bu serinin kuşkusuz en can sıkıcı süreci bu dönemde yaşanmıştır. yaşları yetenler bilir ilk 5 dakikada yenilen goller, hakem hataları, inanılmaz motive olmuş seyirci ve futbolcu topluluğuyla birlikte bırakın 3 puanı 1 puanı bile hayal edemez olmuştuk. peki neydi bu adamları orda devirmenin yolları, bana göre bunun ilk ipuçları özeti bile zar zor bulunan insanların pekte hatırlamadığı (bkz: 3 şubat 2008 fenerbahçe galatasaray maçı) galatasarayın 11 yerli oyuncuyla kadıköye çıktığı türkiye kupası mücadelesiydi.
    bu maçın özelliği; galatasarayın 1999'dan sonra kadıköyden yenilmeden ayrıldığı ilk maçtı, o maçı hatırlayanlar bilir fenebahçe avrupada başarılı bir sezon geçiriyordu ve yine kibirlerinden bu maçta kaç fark atacaklarını konuşuyorlardı. haklı bir konuışmaydı aslında ilk 5 dakikada golü bulabilen, hakemleri baskı altına alabilen, rakibine yıllardır yenilmeyen bir takımın taraftarı bunları konuşması çok normaldi.
    ancak yaşadıkları ilk şok bu maçta olmuştu galatasaray yıllardır yapamadığı şeyi yapmış erken gol yememiş ve sakin kalmıştı. böyle bir ortama alışkın olmayan fenerbahçe taraftarı o ateşli atmosferi bir türlü yaratamamış bütün maç 2 bin küsür galatasaray taraftarının sesini dinlemişti..
    fakat bundan sonraki maçlarda yine istedikleri ortamı yaratmış üst üste 2 lig maçından galibiyetle ayrılmışlardı. galatarasaray favori olarak gittiği (bkz: 9 kasım 2008 fenerbahçe galatasaray maçı) ve (bkz: 25 ekim 2009 fenerbahçe galatasaray maçı) maçlarında fenerbahçe yönetimi işi sıkı tutmuş ve maçtan önce her türlü pisliği yapıp yine direncimizi kırmışlardı.

    2.dönem ( 2010-2020) : kaybetmemeyi öğrenmek..

    bu serinin ilk maçı galatasaray'ın geçirdiği en kötü sezonlardan birine denk gelir.(bkz: 24 ekim 2010 fenerbahçe galatasaray maçı) fenerbahçe'nin bırakın favori olmasını 10 gol atabileceği konuşuluyordu. böyle bir ortamda maça çıkan galatasaray 2008'deki kupa maçından sonra 2. beraberliğini yine çok gösterişsiz vasat olan bir kadroyla almış hatta galibiyeti kaçıran taraf olmuştu.

    (bkz: 17 mart 2012 fenerbahçe galatasaray maçı) baroş'un direği emre'nin isyanı
    kuşkusuz bizi hem çok üzen hemde çok sevindiren iki maç bu sezonda oynanmıştır. play off saçmalığına maruz kalan galatasaray sadece 1 kez berabere kalabildiği bu stada 9 puan önde gitmiş ve maçın başında 2 tane inanılmaz golle geriye düşmüştür. yıllardır süre gelen '' barcelonalı futbolculara galatasaray forması giydirin onlar bile yenemez bu takımı'' klişesine o an ben bile inanmıştım, çünkü galatasaray'ın 2000'den sonraki en iyi takımı kesinlikle bu takımdı. bu takımda kazanamıyorsa hangi takım kazanacaktı burada?
    evet bu takımda kazanamadı burada, uzatmalarda direğe takıldı. belkide o top girse, bir sene önce şike yapıp şampiyon olmuş takım için çıkarılan play off saçmalığını kendi stadlarında başlarına yıkamayacaktık.

    (bkz: 12 mayıs 2012 fenerbahçe galatasaray maçı)
    serinin kuşkusuz en keyifli en gurur verici maçı budur, düşünsenize 13 senedir 2 kere berabere kalabildiğin (1 lig 1 kupa) stada şampiyonluk maçı için gidiyorsun. bir takım için bu kadar zor bir maç olamaz heralde ama galatasaray ve faih terim yan yana gelince hiç bir şey imknasız değildir. fenerbahçe'nin vizyonunun da ne kadar dar olduğu bu maçta anlaşılmıştır. bir fenerbahçeli daha ne ister ki şampiyonluk maçına çıkıyorsun rakip galatasaray ve evinde oynuyorsun, bundan güzel bir senaryoyu ozaman aziz yıldırım bile yazamazdı.ancak maçın sonlarına doğru anlaşıldı ki bu kumdan kalede galatasaray'a yenilmemek şampiyonluktan daha önemliydi. biz karanlıkta kupamızı kaldırırken fenerbahçe tarafı ise serinin bir maç daha uzamasıyla teselli buluyordu..

    (bkz: 17 mart 2018 fenerbahçe galatasaray maçı) yaklaşıyor yaklaşmakta olan.
    galatasaray çokta geç olsa artık kadıköyde nasıl oynamasıı gerektiğini öğrenmiş ve bunu çokta iyi uygulamaya başlamıştı.artık galatasaray kadıköyde erken gol yemeyen, sinirlerine hakim olan, kaybedecek bir şeyin olmadığının farkına varan bir takım olmuştu bu oyuna fenerbahçe'nin kaybetme korkusuda yardımcı olmadı dersek yalan olur. artık galatasaray'ın ihtiyacı olan tek şey şanstı ancak o şansı bu maçtada bulamamıştı... kaybetme korkusunun fenerbahçe'yi şampiyonluktan ettiği, sezon sonu 3 puanlık farkla apaçık ortaya çıkacaktı. en büyük rakibini kendi sahsında ağırlayan, çantada keklik olarak gördüğü bir maçı daha kazanamamıştı fenerbahçe..

    (bkz: 14 nisan 2019 fenerbahçe galatasaray maçı) yetiş ya ali
    en son kupasını 2014 senesinde kazanan fenerbahçe için kabus gibi geçen bir sezondu. yıllarca başarısızlıklarını galatasaray galibiyetleriyle halının altına süpüren bu takım için yolun sonu gelmekteydi. maçtan önce 1 puan teklifini gözü kapalı kabul edecek olan bu adamlar pozisyona dahi giremediği maçı hakem yardımıyla yenilmeden bitirmiş ve küme düşmemeye oynadığı sezonda rakibini şampiyonluktan ettiğini sanıp teselli bulmuştur.

    (bkz: 23 şubat 2020 fenerbahçe galatasaray maçı) fatih 2020
    kaçacak dedikleri fatih terim'in kumdan kalelerine girip son canlarını aldığı maçtır.
    not:fatih hocam'ın 20 senelik bombayı fenerbahçe'nin kucağına 3 maçlık seriyle koyduğu maçtır.
    fenerbahçe galatasarayı kadıköy'de 3, toplamda 6 maçtır ligde yenemiyor.
  • 1095
    sanırım hiç kimse yazmamış, okudum göremedim. maçın kırılma noktası bence 74. dakikada mariano'nun kruse'ye yaptığı faul ve aldığı sarı kart. pozisyon gelişirken muriqi ve kruse mariano'yu 2'ye 1 yakaladı. muriqi araya kaçarken kruse'nin düşüncesi tek top oynamaktı. (topun gelişine ayak içiyle pas yapmak isterken mariano'nun faulune maruz kaldı) o tek topu yapabilseydi yüzde yüzlük bir gol pozisyonuna girecekti muriqi. o dakika maç 2-1 olsa çevirmemiz mümkün olmayacaktı. 2 dakika sonra penaltı pozisyonu oldu zaten ve öne geçen taraf biz olduk.

    öte yandan, muslera başlığına bir arkadaş daha yazmış: bu maçtan benim de aklımda kalacak olan pozisyonlardan biri ekici'nin şutundan ziyade ceza sahası içinde son dakikalarda yaşanan bir pozisyonda muslera'nın sert bir şekilde gelen şutu soğukkanlı bir şekilde tutması. ayrıca bu pozisyon bana 2006'daki denizlispor fenerbahçe maçındaki son dakikalarda appiah'ın kaçırdığı pozisyonu hatırlattı.

    düzenleme: muzeci kullanıcı isimli arkadaşım uyardı, bahsettiğim şutu atan da ekici'ymiş.
  • 1100
    neticesinde bir maçtan çok daha fazlasını kazandığımız müsabaka.

    mevzu fenerbahçeyi 20 sene sonra sahalarında yenebilmiş olmak değil. şahsen iki gün kendi kendime aralıksız halay çektiğimi inkar edemeyeceğim fakat geçti gitti. mütemadi halayın sebebi ise günahların takımını aciz duruma galatasaray olarak doğrudan düşürerek tek avuntularını ellerinden, göz göre göre, eze eze almış olmamız. ilahi adalet tecelli etmiş gibi hissettim.

    bakıldığı zaman şanssızdık da, kaçan onca net pozisyonumuz var. futbol şansı yanımızda olsaydı tarihi fark olurdu.

    hakemin ise kolay kart çıkarttığını düşünmekteyim, penaltı pozisyonları da çok benzer ve nispeten kolay penaltılar bence. ama hakem taraflı yaklaşmadığı için ikisini de çaldı. hakem de tamamen ortada bir maç yönetti.

    mutluluk sebebimi teşkil eden asıl kazanç ise takımın sergilediği oyundu. bu maça kusursuz çalışıldığı o kadar belliydi ki, zevkten çıldırdım. şayet gerekseydi, işte bu oyun hakemi de yeneceksin denen oyundu bence. bırakın ön direk takıntısından vazgeçilmesini, muazzam bir korner organizasyonundan gol attık. eylülden beridir medya tarafından "aman ersun yanal presi, aman topu geri kazanma süresi, vay efendim uzay takımı" denen takıma karşı lemina'nın eksikliğine rağmen neredeyse firesiz biçimde pasla çıktık. her oyuncunun sahadaki görevi o kadar belli ve başarılıydı ki, meşhur basınımızdaki sözde yorumcular rahatlıkla doğru yazılar bile çıkarmış olabilir.

    önemli olan ne kadıköy ne 20 yıl ne de fenerbahçe. bu etmenler suyun karşı tarafında yarattığı keder hüzün ve ümitsizlikten duyduğumuz bir sevinç yaratır sadece, o da birkaç günlük bir dalga/eğlence malzemesi olur. önemli olan zor bir deplasmanda kusursuza yakın futbol oynamış olmamız. bu futbolu inönü'de beşiktaş'a karşı oynasak da böyle dedirtirdi, brugge deplasmanında oynasak da.

    yani sözün özü yendiğimiz rakibimizin adından ya da stadından dolayı değil ama oynadığımız futbol sayesinde mayıslar bizimdir diyebildiğimiz için minnettarım.
App Store'dan indirin Google Play'den alın