176
yeni açığın gümüşsuyu tarafında en üstte konuşlanıp izlediğim maç.
stad boştu. kapalının kenarlarında, eski açığın yarısında boşluklar vardı, yeni açığın 3. katı ise tamamen boştu. taraftar ve stad konusunda atıp tutup ahkam kesenler ve bizim kendi renktaşlarımız arasında -buradaki moda tabirle- çarşı'ya dilenenler, bu maçla 4 nisan 2004 galatasaray beşiktaş maçını kıyaslasınlar sadece. kimin zor günde, ne şartlarda, nasıl bir statta nasıl tribün yaptığı görülecektir. stada girdiğim anda gördüğüm umumi manzara anında bu maçı hatırlattı bana.
hiç kimse çıkıp maval okumasın tribünler hakem kararlarıyla çileden çıktı falan filan diye. o gün beşiktaş taraftarının üstünde haddinden fazla gerginlik vardı. derbi maç, gerilimli maç, bir noktaya kadar anlayabilirsin ama öyle bir halet-i ruhiye hakimdi ki statta, sanki 100. yıllarındaki şampiyonluk maçını oynayacaklardı birazdan. garip bir intikam hissi vardı.
"istenmeyen olaylar" dışında tribünü genel olarak ele alırsak da çok kötüydü o gün inönü. kapalıda kutunun dışında pek beste söyleyen yoktu. alt taraf uyuyordu. yeni açıkta, 2. katta bulunan antipati grubu ise maç başlamadan başladığı tezahüratlara 90 dakika devam etti. fakat kapalıdan bihaber, tamamen kendi alemlerinde takıldılar. bir olur, iki olur ama maç boyu kapalıyı hiç sallamamaları garip. örneğin kapalı, "saldır beşiktaşım" derken bu arkadaşlar yan tarafla, "kartal gol" çekiyordu. kulak tırmalayıcı bir koordinasyonsuzluk vardı.
basketbolda bir nebze olsun sabrediliyor da statlarda yanında hocana, futbolcuna, kulübüne küfredilirken sessiz kalabilmek çok zormuş. 80 dakika dayanabildik nitekim. aydın'ın golünde, ki önümüzde oldu, "ne vurdu be!" diye zıplamam şayet bulunduğumuz yerde tek-tük değil de nispeten fazlaca taraftar olsaydı başımıza iş açabilirdi. yine de toplu linçten kurtulmak adına yer değiştirdik.
bu dakikadan sonra olaylar gelişti zaten. patlamaya bahane arayanlar, bahanesini buldu ve ortaya 16 nisan 2012 inönü tribün terörü çıktı. inanın medyaya yansıyanlardan çok daha fazlası oldu statta. yeni açıkta birbirlerine girenler, polisin bir ara bu tribüne dalması, üstten atılan koltuğun gelmesi sonucu altta bayılan genç, bir kaç özel güvenlikçinin yediği dayak, sahaya atılan maddelerden tribünün önündeki engellilerin zarar görmesi gibi pek çok şey yansımadı basına.
unutmadan, televizyondan yanlış anlaşılmış, taraftarlar arasında ırkçı vesikalıklar, maymun hareketleri yapan ters-evrim mağdurları falan olsa da "monkey eboue" diye toplu bir tezahürat olmadı. mevz-u bahis tezahüratta "fuck you eboue" diye bağırdılar bir süre. fakat bu, aradaki münferit ırkçı tezahüratların ve hareketlerin olmadığı anlamına gelmiyor. iki maçtan çok daha fazla cezayı hakettiler.
tribündeki triplere değinmeden edemeyeceğim. yeni açıkta, 2. katta demirlerden sarkarak, "sizi bilmem ne yaparım lan, gelirim lan oraya!" diye el kol yapanlar mı ararsın, sevgilisine sarılıp, "bırak beni ya, 'kırıcam' hepsinin ağzını, burnunu, bırak ya!" deyip kızın, "tamam git ersin, git kendini parçala! yırt kendini!" diye bağırmasından sonra rezilliğini ötmek için gülen mi ararsın, "sahaya ineriz, ananızı ..." diye bağırıp merdivenlerden aşağıya koşup son anda rotayı saha yerine kapalı olarak değiştiren mi ararsın, neler neler. tam bir aptal nümayişi hakimdi dolmabahçe'de.
"futbolu bırakın, ayaklara oynayın" tezahüratı zaten günün ve razaletin özeti.
stad boştu. kapalının kenarlarında, eski açığın yarısında boşluklar vardı, yeni açığın 3. katı ise tamamen boştu. taraftar ve stad konusunda atıp tutup ahkam kesenler ve bizim kendi renktaşlarımız arasında -buradaki moda tabirle- çarşı'ya dilenenler, bu maçla 4 nisan 2004 galatasaray beşiktaş maçını kıyaslasınlar sadece. kimin zor günde, ne şartlarda, nasıl bir statta nasıl tribün yaptığı görülecektir. stada girdiğim anda gördüğüm umumi manzara anında bu maçı hatırlattı bana.
hiç kimse çıkıp maval okumasın tribünler hakem kararlarıyla çileden çıktı falan filan diye. o gün beşiktaş taraftarının üstünde haddinden fazla gerginlik vardı. derbi maç, gerilimli maç, bir noktaya kadar anlayabilirsin ama öyle bir halet-i ruhiye hakimdi ki statta, sanki 100. yıllarındaki şampiyonluk maçını oynayacaklardı birazdan. garip bir intikam hissi vardı.
"istenmeyen olaylar" dışında tribünü genel olarak ele alırsak da çok kötüydü o gün inönü. kapalıda kutunun dışında pek beste söyleyen yoktu. alt taraf uyuyordu. yeni açıkta, 2. katta bulunan antipati grubu ise maç başlamadan başladığı tezahüratlara 90 dakika devam etti. fakat kapalıdan bihaber, tamamen kendi alemlerinde takıldılar. bir olur, iki olur ama maç boyu kapalıyı hiç sallamamaları garip. örneğin kapalı, "saldır beşiktaşım" derken bu arkadaşlar yan tarafla, "kartal gol" çekiyordu. kulak tırmalayıcı bir koordinasyonsuzluk vardı.
basketbolda bir nebze olsun sabrediliyor da statlarda yanında hocana, futbolcuna, kulübüne küfredilirken sessiz kalabilmek çok zormuş. 80 dakika dayanabildik nitekim. aydın'ın golünde, ki önümüzde oldu, "ne vurdu be!" diye zıplamam şayet bulunduğumuz yerde tek-tük değil de nispeten fazlaca taraftar olsaydı başımıza iş açabilirdi. yine de toplu linçten kurtulmak adına yer değiştirdik.
bu dakikadan sonra olaylar gelişti zaten. patlamaya bahane arayanlar, bahanesini buldu ve ortaya 16 nisan 2012 inönü tribün terörü çıktı. inanın medyaya yansıyanlardan çok daha fazlası oldu statta. yeni açıkta birbirlerine girenler, polisin bir ara bu tribüne dalması, üstten atılan koltuğun gelmesi sonucu altta bayılan genç, bir kaç özel güvenlikçinin yediği dayak, sahaya atılan maddelerden tribünün önündeki engellilerin zarar görmesi gibi pek çok şey yansımadı basına.
unutmadan, televizyondan yanlış anlaşılmış, taraftarlar arasında ırkçı vesikalıklar, maymun hareketleri yapan ters-evrim mağdurları falan olsa da "monkey eboue" diye toplu bir tezahürat olmadı. mevz-u bahis tezahüratta "fuck you eboue" diye bağırdılar bir süre. fakat bu, aradaki münferit ırkçı tezahüratların ve hareketlerin olmadığı anlamına gelmiyor. iki maçtan çok daha fazla cezayı hakettiler.
tribündeki triplere değinmeden edemeyeceğim. yeni açıkta, 2. katta demirlerden sarkarak, "sizi bilmem ne yaparım lan, gelirim lan oraya!" diye el kol yapanlar mı ararsın, sevgilisine sarılıp, "bırak beni ya, 'kırıcam' hepsinin ağzını, burnunu, bırak ya!" deyip kızın, "tamam git ersin, git kendini parçala! yırt kendini!" diye bağırmasından sonra rezilliğini ötmek için gülen mi ararsın, "sahaya ineriz, ananızı ..." diye bağırıp merdivenlerden aşağıya koşup son anda rotayı saha yerine kapalı olarak değiştiren mi ararsın, neler neler. tam bir aptal nümayişi hakimdi dolmabahçe'de.
"futbolu bırakın, ayaklara oynayın" tezahüratı zaten günün ve razaletin özeti.