galatasaray tarihinin en enteresan transferlerinden biri.
karpaty lviv faziası sonrası adnan sezgin ve saz arkadaşları apar topar bu kardeşimizi getirmişti. aslında ağustos ayı başından beri görüşmeler devam ediyordu ama ne takımı ne de bu arkadaşımız pek gönüllü değildi. ancak lige 2 mağlubiyetle başlayıp hemen üzerine bahsi geçen hezimet yaşanıp şampiyonluk hasretinin üç seneye çıkacağı gerçeği daha ağustos ayında kendini hissettirince apar topar ikna edilmişti bu arkadaşımız. kuvvetle muhtemel pazarlıkta fiyat yükseltilmişti ve abdül kader keita'dan gelen paranın neredeyse tamamı wolfsburg'a gitmişti. bonus olarak
cimbom'da insua sesleri geyiğine nazire yapılırcasına bahsi geçen insua değil
emiliano insua kiralanmıştı liverpool'dan...
o sezonun ilk resmi maçı sami yen'de oynanan belgrad maçıydı. 80. dakikasına 2-0 önde girdiğimiz maçı güç bela 2-2 bitirebilmiştik. rövanşta 2-0 öne geçtikten sonra ev sahibinin golü gelmiş, 40-70 dakikalar arası ecel terleri döktükten sonra 3-1'i bulduktan sonra rakip işi bırakınca 5-1'le krizi atlatmıştık. bu maçtan 10 gün sonra sivas deplasmanında lige mağlubiyetle girmiştik. hafta arası sami yen'de rakip karpaty lviv'di. ilk yarıyı 2-0 geride kapattıktan sonra baros'un golleriyle güç bela 2-2'yi bulmuştuk. hafta sonunda geçen sezonun şampiyonu bursaspor da 2-0'la güle oynaya ali sami yen'den çıkmıştı. rüya gibi başlayıp kabusa dönen sezonun ardından olabilecek en kötü senaryoydu. bu maçtan 4 gün sonra lviv deplasmanına çıkan takımın turu bırakması, üstelik 90. dakikada golü atıp turu kazara da olsa geçtik derken uzatmanın uzatmasında yenen basit bir golle kaybetmesi bardağı taşıran son damla olmuştu.
keita gibi sol kanadı domine eden bir oyuncu sırf bonservis bedeli için satılmıştı. mehmet topal da süpriz bir transferle 6 milyon euro karşılığında valencia'ya gitmişti. iki oyuncudan gelen 14 milyon euro karşılığında pek elle tutulur bir takviye de yapılamamıştı. monaco'dan kanat forvet juan pablo pino, sunderland'dan stoperimsi lorik cana; aşağı yukarı mehmet topal'dan gelen bonservis parası maliyetine transfer edilmişti. serdar özkan, mehmet battal, ali turan, çağlar birinci gibi bir dolu "ya tutarsa" transferi bedelsiz gerçekleşmişti. pek hatırlanmasa da arada musa çağıran için 1 milyon euro ödenmişti altay'a... öylesine geçen transfer dönemi üzerine ilk bir ay fazia şeklinde geçince transfer döneminin kapanmasına ve milli maç arasına birkaç gün kala işte biraz da taraftarı sakinleştirme refleksiyle apar topar bu transfer gerçekleşmişti.
enteresan bir adamdı aslında. 2008-2009'da tarihinin ilk şampiyonluğunu yaşayan wolfsburg'da adını duyurmuştu. kendisi gibi bosna hersek vatandaşı olan
edin dzeko ve brezilyalı
grafite ile takımı sırtlayan üç isimden biriydi. enteresan bir sezonun ardından şampiyonluğa ulaşmıştı wolfsburg. 34 maçta sadece 69 puan toplayıp şampiyon olmuşlardı. iç sahada topladıkları 49 puanın yanına berbat deplasman performanslarıyla ekledikleri 20 puan şampiyonluğa yetmişti. attıkları 80 golün 54'ünü grafite-dzeko ikilisi atmıştı. misimovic ise 7 golle takımın en skorer üçüncü oyuncusuydu ama tam 20 asist yapmıştı.
ertesi sezon wolfsburg için işler o kadar iyi gitmedi. ligin yanına avrupa mücadelesi de eklenince sadece 50 puan toplayabildiler. ilk kez çıktıkları şampiyonlar liginde beşiktaş'ı geçip grubu 3. bitirerek avrupa ligine geçtiler ve 2 turu geçip çeyrek finale kadar gittiler. dzeko-grafite-misimovic üçlüsüne
obafemi martins eklenmişti. bu dörtlü ligde takımın 65 golünün 49'unu üretti. misimovic 10 gol 15 asistle bitirdi bundesliga sezonunu. avrupa kupalarında da 2 gol 4 asist daha yazdı istatistiklerine.
bosna hersek mili takımı da tarihinin önemli jenerasyonlarından birini yakalamıştı. mismimovic-dzeko ortaklığının yanı sıra asmir begovic, damir mirvic, sejad salihovic ve senijad ibricic gibi pek çok isimle önemli bir kadro toparlanmıştı. misimovic o kadro sebebiyle de istim üstündeydi.
wolfsburg takımı taşıyan bu üçlüyü elden çıkarmak istemiyordu haklı olarak. ancak piyasaya yeni çıkmış bir takım olmasından ötürü diğer takımların da iştahı kabarıyordu. galatasaray da "ya tutarsa" diyerek şansını deneyen kulüplerden biri olarak dahil oldu bu denkleme.
edin dzeko pek yanına yaklaşabileceğimiz bir oyuncu değildi maddiyattan dolayı. grafite için belki şartlar zorlanabilirdi ama onunla da 2007 yazında le mans'tayken bir temas olmuştu. bu üçlüden tek "oluru olan" isim misimovic'ti.
çok da tat vermeyen hazırlık dönemi sonrası sezonun çok da iyi geçmeyeceği ortaya çıktıkça gündeme gelen bir isimdi. ağustos ayı kriz halinde geçip tepkiler yükselmeye başladıkça yönetimin biraz da kendi elini güçlendirip ortalığı sakineştirmek üzere bitirdiği bir transfer oldu. ederinin üstünde bir fiyat, maaş vs. ile biraz da zorlama yapıldı bu transfer. hem kamuoyundaki genel imajı, hem de istatistikleriyle taraftarı sakinleştirmeye yetmişti...
nitekim transferi açıklandıktan sonraki gün oynanan eskişehir deplasmanında 3-1 kazanarak 3. haftada puan ve galibiyetle buluşmuştu takım. milli takım arasından sonraki üç maçta galibiyet serisi gelince kriz bir parça aşılmıştı. ancak önce karabük deplasmanında alınan mağlubiyet, dönüşte iç sahada ankaragücü'ne karşı alınan 4-2'lik mağlubiyet sonrası ipler kopmuştu. 8 haftada liderden yenen 8 puan fark bir tarafa, sırf "kadıköy sonrası hoca kovdular" dedirtmemek için frank rijkaard gönderilmişti. bu süreçte 4-3-3'ün ilk üçünün en sağdaki olarak yer bulmuştu kendine. rijkaard'ın rotasyon ile arayış arasında giden kadro sirüklasyonu içinde 4 maçta değişmeyen nadir isimlerdendi. sahadaki formasyon 4-3-3 olsa da aslında oynadığımız futbol 4-5-1'e dönüyordu sık sık. misimovic'in de orta sahada kanattan ziyade kesici bir göbek oyuncusu gibi oynaması gerekiyordu çoğu zaman. haliyle de asıl bildiği işleri yapamıyordu...
iki gözümüzün çiçeği gheorghe hagi'nin "galatasaray ne zaman kötü ben burda" diyerek illallah çekeceği dönemin ilk maçı malum deplasmandı. türk futbolunun yazılı olmayan kurallarından biri gereği teknik direktör değiştiren takm kendini aşmış, fenerbahçe'nin kadıköy'deki 10 maçlık galibiyet serisini bitirmiştik golsüz beraberlikle bozulurken pino'nun çizgiden çıkarılan topu ise tarihteki yerini almıştı. bu maçta kariyerinde hiç oynamadığı sol kanada atmıştı hagi onu ve pek varlık gösteremeyince 55. dakikada barış özbek ile değiştirmişti. ertesi hafta yine sol kanatta oynadığı maçta antalyaspor'u güç bela 2-1 yenerken servet'in kafayla attığı ilk golde asist misimovic'in ayağından gelmişti. galatasaray 4-3-3'ten 4-5-1'e doğru dönerken misimovic de hiç oynamadığı sol açık pozisyonuna düşüyordu. kabus gibi geçen trabzonspor maçında aksayınca 60. dakikada yerini kewell'a bıraktı. çok sonradan ortaya çıkacak rivayete göre devre arasında hagi misimovic'i "bok gibi oynuyorsun" diyerek fırçalamış, misimovic de "ben sol kanat oynamayı bilmiyorum. oynamamı istiyorsan bana öğretmen gerekiyor" diye cevap vermişti.
galatasaray'daki son maçı ise tıpkı trabzonspor maçı gibi 2-0 kaybettiğimiz
14 kasım 2010 galatasaray manisaspor maçı oldu. geçen hafta trabzon'da yaşanan olaydan sonra yedek başlamıştı. 1-0 geride girdiğimiz altmışlı dakikalarda ali turan'ın yerine oyuna girerken kumandan hagi defanstan bir oyuncu eksiltip ön tarafa takviye yapmayı planlamıştı. daha doğru dürüst topla buluşmadan maç 2-0 oldu.
maçtan sonra misimovic eleştirilerinin odağında oyuna girmek üzereyken hagi'den son taktikleri alırken ağzında sakızla çok da ciddiye almayan görüntüsü vardı. üzerine hagi tarafından kadro dışı bırakıldığı haberi gelince "takım kaybederken keyfini bozmayan, hocasını ciddiye almayan futbolcu" etiketi kolayca yapıştırıldı üzerine. kasım ayının ortasında ligde 6 mağlubiyeti bulmuş olan galatasaray'da herkes boy hedefiydi zaten ama hem yönetimin elini rahatlamak için yapılmış bir transfer olması, hem maliyeti hem de beklentilerin büyüklüğünden dolayı yaşanan hayalkırıklığı sebebiyle kamuoyunun tepkisini çekmesi kolay oldu...
işin aslı misimovic wolfsburg'da tam olarak
amc pozisyonundaydı. hücumda 4-3-3, defansta 4-3-1-2 gibilerinden bir formasyon vardı. çift forvet dzeko ve grafite ile adeta voltranı kurmuşlardı. yetenek olarak, istatistik olarak takımın en dominant üç karakteriydiler. hücum organizasyonunda kendileri çalıp oynuyorlardı.
galatasaray ise barcelona ekolünden gelen total futbol ve 4-3-3'ü deniyordu. 4-3-3'ün ileri üçlüsünde tek forvet ve iki hücumcu kanat oyuncusu vardı. ortadaki üçlünün ise daha gösterişsiz ama efektif bir pas oyunu oynaması, yeri geldiğinde defansif işler de yapması gerekiyordu. ancak türk futbolcusunun genel mentalitesi ve ligin oyun yapısı gereği 4-1-2-2-1 gibi saçma bir oyun yapısına dönüşüyordu. en öndeki 1 normal şartlarda milan baros'du. sakatlık problemleri sebebiyle yedek olarak kolombiyalı pino gelmişti. forvete yakın olan ikilide arda turan, elano blumer, harry kewell gibi bir rotasyon vardı. bu rotasyona girse bile diş geçirme ihtimali yoktu. üstelik grafite-dzeko ikilisinin karıştırdığı ceza sahasına top atan ya da yaratılan boşluktan içeri dalan bir konumdaydı. burda ise ceza sahasına yaklaşarak dengeyi bozması gereken bir pozisyona girecekti.
geride ise literatüre
bam üçlüsü olarak giren ekip vardı. bu üçlü de mentalitesi gereği biri defansif orta saha oynamaya çalışırken, diğer ikisi de 3 ya da 4'lü rakip orta sahayla boğuşmaya çalışıp kendini acayip zor bir konuma sokuyordu. bu üçlü rotasyonun önce sağında sonra solunda oynamak zorunda kaldı. zaten çok da gönüllü gelmediği kulüpte hem o yıldız statüsünü, hem de saha içindeki dominant rolünü kaybetti. bu yapıda zaten wolfsburg günlerindeki gibi performans göstermesi imkansızdı. rijkaard'ın gidişiyle galatasaray 4-3-3'den 4-5-1 hatta 4-2-3-1'e dönüyordu. bu formasyon bariz bir oyun kurucu mevki yaratacaksa bile arda hatta elano'dan sonra düşünülecekti bu pozisyonda. arda sahadayken liderlik yapması da düşünülemezdi zaten...
takımında çok iyi istatistikleri olan ancak biraz dikkatli bakınca çok da doğru olmadığı kolayca tahmin edilebilen bir transferdi. hagi'nin yabancı oyuncularla iletişimde sorunlar yaşadığı o dönem sıkça yazılmıştı. üzerine bu tartışma da yaşanınca üstü erken çizildi. 18 takım 3 puanlı sistemde en kötü sezonunu yaşayan galatasaray'da fazla kalamadı. telaşla, sırf yönetimin eli biraz rahatlasın diye 8,5 milyon euro bonservis parası ödenerek getirilmişti. yedekten hatta bench arkasındaki özel tribünden dışarı çıkamayacağı belli olunca bu sefer de "sırf elimizde kalmasın" telaşıyla 4,5 milyon euro gibi bir bedelle rusya'ya gitmişti ordaki transfer döneminin son günü olan 1 mart'ta...
uzun lafın kısası sırasıyla mario jardel, mbaye diagne, armindo tue na bangna bruma, younes belhanda ve nordin amrabat'tan sonra galatasaray tarihinin en pahalı 6. transferidir. bu "title"a karşılık sadece 8 maçta forma giyip 1(bir) asist yapmıştır. satışından gelen parayı düştüğümüzde bile sahada kaldığı her bir dakika 6163 euro'ya mal olmuştur. sadece yönetimin elini birkaç aylığına rahatlatmak, taraftardan gelen istifa seslerini bastırmak uğruna yapılmış yanlış bir transferdi. hocanın oynatmaya çalıştığı sistemde fark yaratacak ender oyunculardan birini para kazanmak için gönderip ondan alınan bonservisten fazlasının yatırılması ise tam bir skandaldı...
galatasaray sonrası iki sene dinamo moskova forması giydi ya da giymeye çalıştı. ordan çin ligine geçip bir lig şampiyonluğu yaşadı. orda bir süre ara verdikten sonra çin ikinci liginde geri dönmeyi denediyse de yaşı 35 olmuştu. "artık tatil zamanı" diyerek 2017 yılında kariyerini sonlandırdı. wolfsburg bir daha şampiyon olamadı. edin dzeko ertesi sene city'e gitti. 44 yıl sonra gelen şampiyonluğu yaşadı, toplamda 5 kupa gördü. oradan roma'ya geçti. grafite de bir sene daha kaldıktan sonra parayı seçip arabistan ligine gitti. ordan sonra ülkesine döndüyse de dikiş tutturamadı. misimovic'ten birkaç ay sonra o da futbolu bıraktı.
şimdilerde belki de geriye dönüp sorulsa "başlarım parasına" deyip o ağustos günü önüne gelen sözleşmeyi imzalamamayı tercih ederdi, kim bilir?