resim
Türkay Sabit Şeren
Görev:-
Doğum:15.05.1932
Ölüm:07.07.2016 (84)
Uyruk:Türkiye
  • 160
    2014-2015 şampiyonluk kutlamalarında akşam akşam gözümüzden damlaların süzülmesine neden olan büyük efsane...

    sana ne denir ki berlin kaplanı? senin gibi güzelliğe hangi methiyeleri düzmek yeter? senin varlığın, duruşun, yüreğin, ruhun yeter... o asalet, o galatasaraylılık, bitmek tükenmek bitmeyen sarı-kırmızı sevdası...

    allah bizlerin çocuklarına da seni tanıyıp galatasaraylılığı senden öğrenmeyi nasip etsin büyük kaptan...
    allah sana 5'inci yıldız alınırken de o sahaya inip galatasaraylılığı hissettirmeyi nasip etsin...
  • 125
    galatasaray'ın uruguaylı yıldız kalecisi fernando muslera ve kaleci antrenörümüz claudio taffarel, florya'daki galatasaraylılar yurdu'nda kalan efsanevi kalecimiz turgay şeren'i ziyaret etti.

    oldukça samimi bir ortamda gerçekleşen buluşmada turgay şeren, futbolculuk yıllarındaki anılarını claudio taffarel ve fernando muslera ile paylaştı.

    claudio taffarel'i fransa'daki dünya kupası'nda tribünde izlediği anda brezilyalı efsaneye hayranlık duymaya başladığını anlatan turgay şeren, fernando muslera'yı da, "yeni taffarel" olarak gördüğünü belirtti.

    claudio taffarel ve fernando muslera, unutulmaz kalecimiz turgay şeren'e kendi isminin bulunduğu, imzalı ve 1 numaralı galatasaray kaleci forması hediye etti.

    https://cndgsorg.blob.core.windows.net/...4bfcc52c1ffee83.jpeg
    https://cndgsorg.blob.core.windows.net/...35976b4bd416e6a.jpeg
  • 144
    bazi insanlar vardir hani takımlarüstüdür. metin oktay, lefter, can bartu, hakki yeten gibi adamlardan bahsediyorum. turgay şeren de bu bahsettigim dört beş özel insandan biri. düşünüyorum da belki hakan şükür efendiligiyle ilerde bu guzel adamların arasinda yer alabilir, ama eski kusak futbolculara baktigimizda turgay seren bu bahsettigim ekolun, guzel insan olmanin son örneğidir. ve bence basina gelebilecek kotu birsey allah korusun tüm turkiyede futbolla ilgilenen insanlarin yüreğine dokunacaktir. ve adi da omru yetiyorken bahsedildigi gibi bir yerlerde yaşatılıp kendisinin de muhtemelen gozyaslari ve gurur icinde bu onuru yasamasi saglanmalidir.

    guzel insan, ömrü uzun olsun.
  • 181
    4.yıldız şampiyonluk kutlamalarına tekerlekli sandalyeyle gelmişti, galatasaray taraftarının karşısına böyle tekerlekli sandalyeyle değil, galatasaray kalesinde oynadığım şekilde çıkmak isterdim, ama yarından itibaren çok çalışıp eski halime geri döneceğim, muslera'yı ayakta alkışlayacağım demişti. bu cümle o gün duyduğumda da, hala hatırladığımda da boğazıma yumru gibi oturur. ciddi oranda sağlığını kaybetmiş birinin o saatten sonra kendisini düşünmesi gerekirken, sizin karşınıza böyle çıktığım için üzgünüm, çok çalışıp muslera'yı ayakta alkışlayacağım ifadesindeki tevazu hayranlık uyandırmaya yeter.

    galatasaray'dan bahsederken gözlerinin içi gülerdi, allah rahmet eylesin.
  • 200
    --- alıntı ---

    necdet erdem, fenerbahçe ile özdeşleşmiş önemli bir kaleciydi. fakat yaşadığı sorunlar neticesinde takımından ayrıldı ve kariyerini galatasaray’da noktaladı. belki fenerbahçe’deki kadar kupa kazanamadı ama galatasaray lisesi’nde forvet oynayan bir gencin kaleci meziyetlerini keşfederek kulübe büyük bir hizmet verdi. bu istidatlı genç, turgay şeren’di…

    turgay, kaptanı olduğum galatasaray antrenmanlarına çıkmaya başladığında henüz 15-16 yaşındaydı. muhteşem fiziği ve yeteneğiyle göze girmeye başlamıştı. diğer kalecilerden en büyük farkı, çizgiye bağlı kalmadan oynamasıydı. öyle ki o döneme kadar ülkenin yetiştirdiği en önemli kaleci olan cihat arman, muhteşem liderlik özelliği ve refleksleriyle kusursuz bir 1 numara olsa da tam manasıyla bir çizgi kalecisiydi. ne olursa olsun kalesini terk etmez ve iki direk arasında topu beklerdi. fakat turgay, devamlı rakibin zaviyesini kapatmak için ileriye çıkar, zaman zaman gerçek manada 11. adam gibi oyuna katılırdı. penaltı noktasına kadar çıkan bir kaleci görmemişti türkiye. mezkûr özelliği, kısa sürede galatasaray’ın 11’ine yükselmesine sebep oldu. bu hususta çalıştırıcısı necdet ağabey’e çok şey borçluydu. kendisi bir çizgi kalecisi olan necdet erdem, mevkideki değişiklikleri takip etmiş ve turgay’ı o doğrultuda yetiştirmişti.

    1949 sonbaharında galatasaray ile vefa karşı karşıya gelirken, 17 yaşındaki turgay da ilk 11’deki yerini alıyordu. bu, onun ilk maçıydı ve heyecanı her hareketinden okunuyordu. takımın kaptanı olarak, maç başlayana kadar yanından ayrılmadım ve özelliklerini kendine güvenir bir şekilde devam ettirmesi hâlinde büyük yerlere geleceğini söyledim. beni şaşırtmadı tabii, o maçta gol yemedi ve 1-0 kazanmasını bildik.

    santrhaf oynadığım için ona en yakın oyuncu bendim ve “bende!” diye bağırıp kalesinden çıkarak bloke ettiği toplar, bu tarza alışık olmayan bendenize garip geliyordu. turgay dendi mi akla gelen maç elbette ki batı almanya ile berlin’de oynanan müsabakadır. turgay, öyle mükemmel bir maç çıkarmıştı ki ‘berlin panteri’ lakabını almıştı. ben ve şükrü, yurt dışında oynadığımız için milli takıma gidememiştik. sonucu, gazetelerden öğrendik. maçtan birkaç gün sonra bizi ziyarete gelen turgay’ın o heyecanını unutamam. italya’da geçirdiğimiz zaman boyunca ne kadar iyi bir maç çıkardığını bir çocukmuşçasına anlatmıştı. hoş, gerçekten de çocuktu; henüz 19 yaşındaydı o unutulmaz maçta.

    modern kalecilik kavramını türkiye’ye getiren turgay’ın gelişiminde ufak da olsa bir payım olduğunu düşünürüm hep. italya’da oynadığım dönemde, kalecilerin topu oyuna elle soktuğunu izlemiş ve bunun top kayıplarını azalttığını gözlemlemiştim. galatasaray’a döndüğümde bu durumu defalarca turgay’a anlattım. kariyerinin ilerleyen yıllarında eliyle 30-40 metrelik toplar atan komple bir kaleciye dönüştü. galatasaray ve milli takımın birçok maçını tek başına aldı. nazarımdaki en klas maçı ise 1963 yılında poznan’da oynadığımız polonya-türkiye karşılaşmasıydı. milli takımın başındaydım ve deplasmandan puan koparmayı amaçlıyordum. maç 0-0 bitti ama öyle iki top kurtardı ki, “dünyada başka bir kaleci bunları kurtaramaz” dedirtmişti bana.

    1966-1967 sezonunun bitimine kısa bir süre kala galatasaray’ın başına geçtim. sezonun son maçı, alsancak’ta karşıyaka ile… şampiyonluk iddiamız bitmişti ama maç fevkalade önem taşımaktaydı. nitekim turgay, son kez galatasaray formasını giyiyordu. ilk yarıyı 2-1 mağlup bitirdik. soyunma odasında derin bir sessizlik… sahaya çıkmadan tüm takımı topladım ve şu konuşmayı yaptım: “bu maç, turgay’ın son maçı. bu formayla nice başarılar kazanmış ağabeyinizi son maçında sahadan boynu eğik çıkartırsanız, bugünü unutamazsınız! ama kazanırsanız, onun için unutulmaz bir maç olur.” ikinci yarıda bulduğumuz iki golle maçı kazandık. ilk resmi maçını benimle oynayan turgay’ın futbola vedasında da en yakın tanıklardan biri olmuştum. jübilesi ise meşhur lev yashin’in de katıldığı bir futbol şöleni misali, ona yakışır şekilde düzenlenmişti.

    cihat arman, ali artuner, özcan arkoç, yasin özdenak ve rüştü reçber gibi ülke tarihinin önemli kalecileriyle mukayese ettiğimde turgay’ı bir adım öne koyarım. bunun en büyük nedeni; dünya futboluna 1950’lerde lev yashin ile giren ceza sahasına hâkim kaleci kavramını, sınırlarımız içinde uygulayan ilk isim olmasıdır. onun uluslararası bir kaleci olduğuna inandım hep. hatta çok ama çok kısa süren güney amerika kariyerine devam etseydi, şu anda tüm dünya turgay şeren’in adını bilirdi. bundan emin olun!

    --- alıntı ---

    http://www.socratesdergi.com/...avramini-degistirdi/
  • 264
    milli takımın berlin panteri, galatasaray futbol takımının efsanesi olan kalecimiz.

    daha önce sözlükte kendisi hakkında çok bilinmeyen river plate macerası paylaşılmış. fakat bu hikayenin bir de turgay şeren ağzından olan versiyonunu dinlemek lazım. devasa cüssesiyle yarı belindeki defansa hava topu aldıran eren derdiyok'un, ağrım var deyip iki ay idmana çıkmayan tolga ciğerci'nin, kasığımda zorlanma var deyip maça çıkmayan brezilyalılarımızın, şampiyonlar ligi futbolcusuyum deyip de süper lig'de vasatı aşamayan yıldızlarımızın öğrenmesi gereken galatasaray ruhu böyle deyip berlin panteri turgay şeren'i, taçsız kral metin oktay'ı, galatasaraylı fatih'i, çıkık omuzlu bülent korkmaz'ı,kan ter içinde maça devam eden ulu johan'ı,fıtık ameliyatı olup iki ay sonra takımışampiyon yapan melo'yu anlatmamız lazım.

    anlatmamız lazım ki sahadaki isteksiz ve ruhsuzgörüntü yerini özlediğimizbasan, ısıran ve güzel futbol oynayan birlikolmuş takıma bıraksın.

    --- alıntı ---
    namıdiğer berlin panteri’nin galatasaray’dan ayrı geçirdiği ise bir tek dönem vardı, bir tek kısa dönem… 1959 yılının şubat ayında, yaklaşık 15 gün süren bir arjantin macerası.

    bir maçta kaburga kemiklerimden bir tanesi kırıldı, yerime necmi geçti kaleye. istanbul’a geldiğimde doktora gittim, kaburgamı baştan aşağı sardılar. bu arada ibrahim çürüksulu diye galatasaraylı bir organizatör vardı, bana arjantin’den teklif olduğunu söyledi. arjantin o dönemde dünya futbolunun arka bahçesiydi ve river plate gibi bir takımda oynamak benim için eşsiz bir deneyim olurdu. haritaya baktım, giderim dedim. çok kısa bir süre içinde de kendimi havaalanında buldum

    önce amsterdam, ardından madrid, madrid’den ekvator civarında resif (recife) adlı bir yer ve son olarak montevideo üzerinden buenos aires’e ulaşacağız. tamamı aynı uçakla süren bir yolculuk bu, o zaman da uçaklar ne bugünkü kadar yaygın ne de bugünkü kadar güvenli; insan korkuyor. ama önümde de isveç prensi oturuyor. oğlum, dedim kendi kendime, bu uçak kötü bir uçak olsa isveç prensi’nin burada ne işi var… bir yandan kendime bu şekilde moral veriyorum, bir yandan ağlıyorum korkudan. uçak zaten bir kalktı, nereden geldim ben buraya diye kafam bozuldu.

    arjantin’e gidince bir sınıf arkadaşımla karşılaştım konsoloslukta. başta tabii bunun akıl almaz bir tesadüf olduğunu düşündüm ama meğer haber vermişler geleceğimi, beni alıp gezdirmek için plan yapmış. tabii esas, river plate’in genel kaptanı garibaldi diye bir adam var, o da kendi kızına bana şehri gezdirme görevi vermiş. ama bu kadar güzel bir kız olamaz, gökte ararken yerde bulduk! neyse şehri gezdik dolaştık, ilk maç günü geldi çattı, hazırlık maçında brezilya takımı botafogo’yla oynuyoruz. botafogo, o dönemin çok önemli takımlarından bir tanesi. kaptanlarını tanırsın; didi! bizim de hernanes diye bir orta hafımız var, nereden öğrendiyse bana gelip ‘turco, korkma!’ dedi türkçe. ama statta öyle bir atmosfer var ki korkmamak elde değil. bir de top bana geldikçe tribünler beni yuhalıyor, ne olduğunu anlamıyorum. allah allah diyorum, niye bana kızıyorlar! geldi hernanes yine, ‘vurmayacaksın topa turco,’ dedi, ‘elinle atacaksın.’ gösterdi topu oyuna nasıl sokmam gerektiğini, ben de öyle atmaya başladım, beraberinde alkışlar başladı. ben o maçta öğrendim ki topu oyuna elle sokmak daha doğruymuş. o maç 0-0 berabere bitti ve ben o sakat hâlimle çok iyi oynadım. sonra mar del plate diye bir sahil şehrine gidip iki maç da orada oynadık, onlarda da çok iyiydim. adamlar beni transfer etmeye kesin olarak karar verdiler.

    ertesi gün gündüz abi (kılıç) telefon etti bana. dön dedi. galatasaray’ın bana ihtiyacı olduğunu söyledi. ben de mecburen çıktım kulüp yöneticilerinin yanına, kalmak istemediğimi söyledim. bana yedek kalmaktan korkuyorsam korkmamam gerektiğini, beni arjantin vatandaşı yaparak sürekli oynatacaklarını anlattılar. ama ben dönmem gerektiğini, belki sonra tekrar gelebileceğimi belirttim. baktılar ki ben kalsam bile onlara yar olmayacağım, bir uçaktan yer ayırttılar, cebime iyi bir para koydular, bana bir teşekkür mektubu ve kaleciliğimle ilgili bütün fikirlerini yazdıkları bir kâğıt verdiler, geri döndüm. orada kaldığım kısa sürede topu oyuna sokma konusunda öğrendiklerimi de türkiye’de uygulamaya başladım.

    --- alıntı ---
App Store'dan indirin Google Play'den alın