264
milli takımın berlin panteri, galatasaray futbol takımının efsanesi olan kalecimiz.
daha önce sözlükte kendisi hakkında çok bilinmeyen river plate macerası paylaşılmış. fakat bu hikayenin bir de turgay şeren ağzından olan versiyonunu dinlemek lazım. devasa cüssesiyle yarı belindeki defansa hava topu aldıran eren derdiyok'un, ağrım var deyip iki ay idmana çıkmayan tolga ciğerci'nin, kasığımda zorlanma var deyip maça çıkmayan brezilyalılarımızın, şampiyonlar ligi futbolcusuyum deyip de süper lig'de vasatı aşamayan yıldızlarımızın öğrenmesi gereken galatasaray ruhu böyle deyip berlin panteri turgay şeren'i, taçsız kral metin oktay'ı, galatasaraylı fatih'i, çıkık omuzlu bülent korkmaz'ı,kan ter içinde maça devam eden ulu johan'ı,fıtık ameliyatı olup iki ay sonra takımışampiyon yapan melo'yu anlatmamız lazım.
anlatmamız lazım ki sahadaki isteksiz ve ruhsuzgörüntü yerini özlediğimizbasan, ısıran ve güzel futbol oynayan birlikolmuş takıma bıraksın.
--- alıntı ---
namıdiğer berlin panteri’nin galatasaray’dan ayrı geçirdiği ise bir tek dönem vardı, bir tek kısa dönem… 1959 yılının şubat ayında, yaklaşık 15 gün süren bir arjantin macerası.
bir maçta kaburga kemiklerimden bir tanesi kırıldı, yerime necmi geçti kaleye. istanbul’a geldiğimde doktora gittim, kaburgamı baştan aşağı sardılar. bu arada ibrahim çürüksulu diye galatasaraylı bir organizatör vardı, bana arjantin’den teklif olduğunu söyledi. arjantin o dönemde dünya futbolunun arka bahçesiydi ve river plate gibi bir takımda oynamak benim için eşsiz bir deneyim olurdu. haritaya baktım, giderim dedim. çok kısa bir süre içinde de kendimi havaalanında buldum
önce amsterdam, ardından madrid, madrid’den ekvator civarında resif (recife) adlı bir yer ve son olarak montevideo üzerinden buenos aires’e ulaşacağız. tamamı aynı uçakla süren bir yolculuk bu, o zaman da uçaklar ne bugünkü kadar yaygın ne de bugünkü kadar güvenli; insan korkuyor. ama önümde de isveç prensi oturuyor. oğlum, dedim kendi kendime, bu uçak kötü bir uçak olsa isveç prensi’nin burada ne işi var… bir yandan kendime bu şekilde moral veriyorum, bir yandan ağlıyorum korkudan. uçak zaten bir kalktı, nereden geldim ben buraya diye kafam bozuldu.
arjantin’e gidince bir sınıf arkadaşımla karşılaştım konsoloslukta. başta tabii bunun akıl almaz bir tesadüf olduğunu düşündüm ama meğer haber vermişler geleceğimi, beni alıp gezdirmek için plan yapmış. tabii esas, river plate’in genel kaptanı garibaldi diye bir adam var, o da kendi kızına bana şehri gezdirme görevi vermiş. ama bu kadar güzel bir kız olamaz, gökte ararken yerde bulduk! neyse şehri gezdik dolaştık, ilk maç günü geldi çattı, hazırlık maçında brezilya takımı botafogo’yla oynuyoruz. botafogo, o dönemin çok önemli takımlarından bir tanesi. kaptanlarını tanırsın; didi! bizim de hernanes diye bir orta hafımız var, nereden öğrendiyse bana gelip ‘turco, korkma!’ dedi türkçe. ama statta öyle bir atmosfer var ki korkmamak elde değil. bir de top bana geldikçe tribünler beni yuhalıyor, ne olduğunu anlamıyorum. allah allah diyorum, niye bana kızıyorlar! geldi hernanes yine, ‘vurmayacaksın topa turco,’ dedi, ‘elinle atacaksın.’ gösterdi topu oyuna nasıl sokmam gerektiğini, ben de öyle atmaya başladım, beraberinde alkışlar başladı. ben o maçta öğrendim ki topu oyuna elle sokmak daha doğruymuş. o maç 0-0 berabere bitti ve ben o sakat hâlimle çok iyi oynadım. sonra mar del plate diye bir sahil şehrine gidip iki maç da orada oynadık, onlarda da çok iyiydim. adamlar beni transfer etmeye kesin olarak karar verdiler.
ertesi gün gündüz abi (kılıç) telefon etti bana. dön dedi. galatasaray’ın bana ihtiyacı olduğunu söyledi. ben de mecburen çıktım kulüp yöneticilerinin yanına, kalmak istemediğimi söyledim. bana yedek kalmaktan korkuyorsam korkmamam gerektiğini, beni arjantin vatandaşı yaparak sürekli oynatacaklarını anlattılar. ama ben dönmem gerektiğini, belki sonra tekrar gelebileceğimi belirttim. baktılar ki ben kalsam bile onlara yar olmayacağım, bir uçaktan yer ayırttılar, cebime iyi bir para koydular, bana bir teşekkür mektubu ve kaleciliğimle ilgili bütün fikirlerini yazdıkları bir kâğıt verdiler, geri döndüm. orada kaldığım kısa sürede topu oyuna sokma konusunda öğrendiklerimi de türkiye’de uygulamaya başladım.
--- alıntı ---
daha önce sözlükte kendisi hakkında çok bilinmeyen river plate macerası paylaşılmış. fakat bu hikayenin bir de turgay şeren ağzından olan versiyonunu dinlemek lazım. devasa cüssesiyle yarı belindeki defansa hava topu aldıran eren derdiyok'un, ağrım var deyip iki ay idmana çıkmayan tolga ciğerci'nin, kasığımda zorlanma var deyip maça çıkmayan brezilyalılarımızın, şampiyonlar ligi futbolcusuyum deyip de süper lig'de vasatı aşamayan yıldızlarımızın öğrenmesi gereken galatasaray ruhu böyle deyip berlin panteri turgay şeren'i, taçsız kral metin oktay'ı, galatasaraylı fatih'i, çıkık omuzlu bülent korkmaz'ı,kan ter içinde maça devam eden ulu johan'ı,fıtık ameliyatı olup iki ay sonra takımışampiyon yapan melo'yu anlatmamız lazım.
anlatmamız lazım ki sahadaki isteksiz ve ruhsuzgörüntü yerini özlediğimizbasan, ısıran ve güzel futbol oynayan birlikolmuş takıma bıraksın.
--- alıntı ---
namıdiğer berlin panteri’nin galatasaray’dan ayrı geçirdiği ise bir tek dönem vardı, bir tek kısa dönem… 1959 yılının şubat ayında, yaklaşık 15 gün süren bir arjantin macerası.
bir maçta kaburga kemiklerimden bir tanesi kırıldı, yerime necmi geçti kaleye. istanbul’a geldiğimde doktora gittim, kaburgamı baştan aşağı sardılar. bu arada ibrahim çürüksulu diye galatasaraylı bir organizatör vardı, bana arjantin’den teklif olduğunu söyledi. arjantin o dönemde dünya futbolunun arka bahçesiydi ve river plate gibi bir takımda oynamak benim için eşsiz bir deneyim olurdu. haritaya baktım, giderim dedim. çok kısa bir süre içinde de kendimi havaalanında buldum
önce amsterdam, ardından madrid, madrid’den ekvator civarında resif (recife) adlı bir yer ve son olarak montevideo üzerinden buenos aires’e ulaşacağız. tamamı aynı uçakla süren bir yolculuk bu, o zaman da uçaklar ne bugünkü kadar yaygın ne de bugünkü kadar güvenli; insan korkuyor. ama önümde de isveç prensi oturuyor. oğlum, dedim kendi kendime, bu uçak kötü bir uçak olsa isveç prensi’nin burada ne işi var… bir yandan kendime bu şekilde moral veriyorum, bir yandan ağlıyorum korkudan. uçak zaten bir kalktı, nereden geldim ben buraya diye kafam bozuldu.
arjantin’e gidince bir sınıf arkadaşımla karşılaştım konsoloslukta. başta tabii bunun akıl almaz bir tesadüf olduğunu düşündüm ama meğer haber vermişler geleceğimi, beni alıp gezdirmek için plan yapmış. tabii esas, river plate’in genel kaptanı garibaldi diye bir adam var, o da kendi kızına bana şehri gezdirme görevi vermiş. ama bu kadar güzel bir kız olamaz, gökte ararken yerde bulduk! neyse şehri gezdik dolaştık, ilk maç günü geldi çattı, hazırlık maçında brezilya takımı botafogo’yla oynuyoruz. botafogo, o dönemin çok önemli takımlarından bir tanesi. kaptanlarını tanırsın; didi! bizim de hernanes diye bir orta hafımız var, nereden öğrendiyse bana gelip ‘turco, korkma!’ dedi türkçe. ama statta öyle bir atmosfer var ki korkmamak elde değil. bir de top bana geldikçe tribünler beni yuhalıyor, ne olduğunu anlamıyorum. allah allah diyorum, niye bana kızıyorlar! geldi hernanes yine, ‘vurmayacaksın topa turco,’ dedi, ‘elinle atacaksın.’ gösterdi topu oyuna nasıl sokmam gerektiğini, ben de öyle atmaya başladım, beraberinde alkışlar başladı. ben o maçta öğrendim ki topu oyuna elle sokmak daha doğruymuş. o maç 0-0 berabere bitti ve ben o sakat hâlimle çok iyi oynadım. sonra mar del plate diye bir sahil şehrine gidip iki maç da orada oynadık, onlarda da çok iyiydim. adamlar beni transfer etmeye kesin olarak karar verdiler.
ertesi gün gündüz abi (kılıç) telefon etti bana. dön dedi. galatasaray’ın bana ihtiyacı olduğunu söyledi. ben de mecburen çıktım kulüp yöneticilerinin yanına, kalmak istemediğimi söyledim. bana yedek kalmaktan korkuyorsam korkmamam gerektiğini, beni arjantin vatandaşı yaparak sürekli oynatacaklarını anlattılar. ama ben dönmem gerektiğini, belki sonra tekrar gelebileceğimi belirttim. baktılar ki ben kalsam bile onlara yar olmayacağım, bir uçaktan yer ayırttılar, cebime iyi bir para koydular, bana bir teşekkür mektubu ve kaleciliğimle ilgili bütün fikirlerini yazdıkları bir kâğıt verdiler, geri döndüm. orada kaldığım kısa sürede topu oyuna sokma konusunda öğrendiklerimi de türkiye’de uygulamaya başladım.
--- alıntı ---