gerçek dünyanın bir minyatürü, farkı ise sınırların olmaması burda.
merdivenlerden cikip cim sahanin goruldugu ilk an'ı atlatıp yüz tribüne çevrildiğinde farklı dünyaların, farklı tarzların insanları aynı renklerde giyinip aynı şarkıları söylemektedir.
oturup düşününce ne kadar da tuhaf aslına her şey. şu kravatını çıkarıp cebine koymuş ama kravat cebinde potluk yapmış amca muhtemelen çok sıkıcı bir iş gününü atlatmış, plazadan kendini atmış dışarı, otoparkta kendisini bekleyen arabasındaki formayı geçirdiği gibi üstüne tutmuş tribünün yolunu. bir hafta içi maçı... bir hanım kızımız yüzündeki makyajı silmeye fırsat bulamamış, üzerine giydiği formasının, ayağında kıyafetinin diğer parçaları ile uyumsuz ayakkabısının son anda giyildiği belli, eve uğramaya fırsatı olmamış.
ultraslan uni grubuna bakıyorum göbekteki, hepsi farklı fakültelerden gelmiş, bazılarının ertesi gün sınavı var bazılarının yok, ama yine de hepsi burada, okul denilen şey arka planda kalmış.
ali'yi bugün kız arkadaşı çok üzmüş, ayşe'nin tribüne girdiği ana kadar aklındaki tek düşünce ertesi gün gireceği iş mülakatı imiş. ama turnikeyi geçtiler ve bitti işte; artık tek gerçek
galatasaray.
birisi esnaf, diğeri iş adamı, biri ilkokulu zorluklar içinde bitirmiş, diğeri özel üniversitede tamamlamış mba programını belki. biri çok zengin ama zengin olması ille de oturarak maç seyretmesini gerektirmemiş. tribün kültürü denilen şey de bu zaten, insanlar ekonomik, sosyal düzeylerine veya eğitimlerini göre ayrılmamışlar; tek amaç 90 dakika inandığın şekilde destek olmak inandığın renklere, bu konuda aynı inanca sahip olanlar gelmiş bir araya.
farklı bir dünya tribün, bambaşka dünyaların parçalarını içeren ama kendi kimliğini oluşturmuş.
tribün çocuğu olmak ise bu mozaiklerin bütünlediği dünyanın tam anlamı ile bir parçası gibi hissetmek.