5
1954 yılının 11 nisan günü, batı almanya'nın leverkusen şehrinde belçika'ya karşı ilk defa ay-yıldızlı formayı sırtıma geçirdim. genç milli takım, dünya gençler şampiyonası'ndaki bu maça şu on birle çıkmıştı:
varol-tayyar, nihat-güngör, ergun, k.erol-coşkun, metin, yıldırım, ahmet, k.ali...
4-0 kazanmıştık o maçı. ben de iki gol atmıştım. yabancı bir ülkede, yabancı bir sahada, üstelik milli formayla attığım o iki gol, bana dünyalar bağışlamıştı sanki... ikinci golü attıktan sonra sakatlanmıştım. ama o büyük mutluluk, o büyük acıyı çoktan bastırmıştı bile.
sakatlığım yüzünden avusturya ile oynadığımız ikinci maçta yer alamadım. fakat batı almanya ile oynayacağımız son maça hazırdım. 2-1 yenildiğimiz o maçta, batı almanya'ya karşı tek gol yine benim ayağımdan çıkmıştı.
futbolda şöhret birden gelmiyor. ağır ağır, yudum yudum, damla damla yükseliyordum artık...
dünya gençler şampiyonası'nı izleyen gazeteci orhan vedat sevinçli, almanya dönüşü uçakta yanıma oturdu ve şöyle dedi:
"birkaç saat sonra istanbul'da olacağız. gel seni beşiktaş'a götüreyim metin.."
beşiktaş'a mı?..
allahım, beyninim içi yumak yumak. çöz çözebilirsen...
istanbul'a ininceye kadar uçakta ne hayaller kurdum bilemezsiniz. o günlerde tek idealim bir pamuk iplik makinesiydi. altı bin liralık bir makineydi o... ailemin geçimini sağlamak için o makineyi almak istiyordum transfer ücretimle. o makineyi alıp, bir atölyede çalıştıracaktım. o seyede de evimize ayda en az bin lira para girmiş olacak, ihtiyar babamın çalışmasına gerek kalmayacaktı...
istanbul'a indik. yeşilköy havaalanı'ndan, gazeteci orhan vedat sevinçli ve antrenör cihat arman'la birlikte doğruca beşiktaş kulübüne gittik. bir odada tespih çeken, çikolata renkli bir adamın yanına yaklaşan cihat arman, "işte ağabey, bahsettiğim metin bu" dedi... sonradan adının sadri usuuğlu olduğunu öğrendiğim beşiktaşlı yönetici, saçımdan tırnaklarıma kadar beni süzdü ve "ne istiyor" diye kükredi.
ne isteyeceğimi yolda cihat arman'a söylemiştim. ona da pamuk iplik makinesinden bahsetmiştim. beş yıl karşılığında altı bin lirayı duyunca sadri usluuğlu küplere bindi ve şöyle dedi:
"ben o parayı recep'e vermedim be!.. sen kim oluyorsun?.. bir recep adanır mısın yani?.."
sustum. teşekkür ettim ve odadan çıktım. bir saat sonra adalet kulübü de talip oldu bana. beşli de istediğim parayı vereceklerdi. ama ben seyircisi olan bir takımda yer almak istiyordum. adaletlilere teşekkür ettim. (nur içinde yatsın sadri usuuğlu.)
artık izmir'e dönmeye karar vermiştim. bir galatasaraylı arkadaşım, "biraz sabret metin" dedi; "seni galatasaraylılarla konuşturacağım..."
arkadaşım, ertesi gün beni galatasaray yönetici muzaffer bozok ile tanıştırdı. muzaffer bey, "ne istiyorsun" diye sordu. ben de beşiktaş'tan istediğim parayı istedim. muzaffer bozok güldü ve "biz bu parayı hiçbir futbolcumuza vermedik. sana da veremeyiz. kusura bakma" dedi.
bu konuşmalaradan sonra artık istanbul'da duramazdım. hemen izmir'e döndüm...
***
izmirspor'un teklifi hepsinden iyiydi. bir yıl karşılığında beş bin lira teklif ediyorlardı. üstelik 500 lira süper maaş vermeyi de kabul etmişlerdi. sami özok, o günlerde izmirspor'un tek patronuydu. beni izmirsporlu yapmak için, beş bin lirayı çıkarıp masanın üstüne koydu. çok şaşırmıştım. üstüne atacağım imzayla ilk defa "profesyonel futbolcu" olacaktım.
izmirspor'la yaptığım anlaşma izmir'de olay oldu. herkes sanki beni konuşuyordu. adım dilden dile, bir uçtan bir uca yayılıyordu. almanya'daki dünya gençler futbol şampiyonası'nda ilk defa genç milli oldum diye sevinirken, futbol federasyonu'ndan gelen bir telgraf beni iyice şaşırtmıştı. telgrafın metni şöyleydi:
"metin oktay... izmirspor kulübü,
a milli takım aday kadrosuna alındınız. acele istanbul'a hareket ediniz..."
sevinçten ne yapacağımı şaşırdım. bir yıl içinde önce genç milli takım, sonra hemen ardından a milli takım... demek ki herkesin artık bana güveni artıyordu.
o yıl izmirspor formasıyla 17 gol attım. ben gol kralı olurken, izmirspor da izmir mahalli lig şampiyonu olmuştu...
artık sanki bütün projektörler izmir'deki küçücük dünyamın üstüne çevrilmişti. galatasaraylılar adım adım takip ediyordu beni. bırakın maçlarımı, idmanlarımı bile takip etmeye başlamışlardı.
sezon sonunda doğru izmirspor'un önemli maçlarından biriydi. izmir'de kıyametler kopmuştu. galatasaray teknik direktöü gündüz kılıç ve bazı yöneticiler beni seyretmeye gelmişlerdi. izmir'de hem bir sevinç, hem de bir öfke rüzgarı esiyordu. kimbilir belki de birçok izmirli benim istanbul'a kaptırılmama razı olamıyordu.
karmakarışık duygular içinde boğulduğum, o görücüye çıktığım günü, olayın en yakın tanıklarından birine anlattıracağım. çünkü o günü en iyi o tanıklar biliyor. o günün galatasaray yöneticisi, bugünün fifa icra kurulu üyesi necdet çobanlı, nakın o "görücü"ye çıktığım günü nasıl anlatıyor:
"yıl 1955...bir gün rahmetli gündüz kılıç, muzaffer bozok'la bana, (izmir'de bir çocuk varmış, hadi gidip onu görelim) dedi. rahmetli rauf halat'ın arabasıyla maceralı bir yolculuktan sonra izmir'e vardığımızda yer yerinden oynuyordu. basın, gündüz kılıç'ın izmir'in gözbebeği metin oktay'ı almaya geldiğini açıklamıştı bile..
kötü kötü bakışlar arasında maça gittik. rahmetli kılıç, 15 dakika metin'i seyrettikten sonra, bozok'la bana, (alalım bu çocuğu) dedi. metin'in 15 dakikalık gösterisi bize yetmişti. sonra kalkıp stattan ayrıldık."
galatasaraylı yöneticilerle pazarlığımızda 'para' hiç gündeme gelmedi... taksi plakalı bir 'chevrolet' marka otomobil istedim kendilerinden. çok şaşırdılar, halbuki şaşıracak bir şey yok ki ortada...
para konuşamıyorum insanlarla. para konuşamayınca da birtakım pazarlıklarımı eşyalarla hallediyorum. çünkü benim için önce sevgi. para hep ikinci planda... çünkü insan sevildikçe daha mesut oluyor. o günlerde benim bir tek idealim var. o da futbol topu... en iyi golü atabilmek, tribünlere kendimi sevdirebilmek... galatasaray'ın bir chevrolet otomobil teklifine evet derken, hep bunları düşünüyorum...
beş yıl karşılığında galatasaraylı olmanın bedelini ertesi gün aldım. bu, 1949 model mavi renkli bir taksiydi. ticari plakalı olmasını özellikle istemiştim. çünkü çalıştırıp, ailemi geçindirmek, evimize katkıda bulunmak zorundaydım. babam iyice yaşlanmıştı. onun çalışmasına da gönlüm razı olmuyordu artık...
11 temmuz 1955 günü imzaladığım mukaveleden sonra istanbul'a taşındım... galatasaray kulübü'nün kazancılar yokuşu'ndaki bekar evi, yeni yuvam olmuştu. bekar evine gidince, orada kalan arkadaşlarım kapıda tek tek tanıttılar kendilerini;
kaleci yüksel, kamil, ali, tayyar, cici necdet, sedat ve ergun ercins...
galatasaray formasıyla ilk defa, 28 ağustos 1955'te beyoğluspor karşısına çıkarken heyecandan sanki dizlerimin bağı çözülmüştü. dolu, dopdolu tribünlerde bütün gözler beni takip ediyordu çünkü... o maçta bir de gol attım. seyirci o maçta beni bayağı sevmişti.
***
yün mensucat'ta, izmirspor'da oynadığım günlerde, fuar'da şimdiki sanayi teknoloji pavyonunun arkasında bir açıkhava sineması vardı. o sinemada, filmlerden önce, o günün futbol devleri macarların maçları gösterilirdi. puşkaş'lı, czibor'lu macarlar... o günlerde, sinema perdesinde aşık olduğum futbolcular yüzünden müthiş bir macar hayranlığına tutulmuştum. ama kim bilebilirdi ki, açıkhava sineamasında hayranlıkla seyrettiğim puşkaş'lara, czibor'lara karşı iki yıl sonra milli takım formasıyla oynayacağımı ve üstelik gol atacağımı... bir rüya alemindeydim sanki...
1956 yılının şubat ayının on dokuzuncu günü istanbul'da mithatpaşa stadı'nda lefter'in iki, benim de bir golümle ünlü macar milli takımı'nı 3-1 yenerken, bırakın türkiye'yi, dünyada yer yerinden oynamıştı. sanki bir futbol ihtilali gerçekleşmişti...
a milli takımı, bir anda bütün sevgilerin, bütün güzelliklerin odak noktası olmuştu. maçtan birkaç gün sonra, cumhurbaşkanı celal bayar ve başbakan adnan menderes, milli takımı ankara'ya davet etmişlerdi.
uçağımız istanbul'dan havalanalı henüz 10 dakika olmuştu... isfendiyar, benim yanımda oturuyordu. birden bana döndü ve "metin'ciğim" dedi. "ben şu hostes kızla evlenmek istiyorum!"
bastım kahkahayı. katıla katıla gülmeye başladım. çünkü, böylesine yıldırım bir aşka, ilk defa tanık oluyordum. isfendiyar, biraz ayran gönüllüydü. 10 dakika içinde hiç tanımadığı, hiç konuşmadığı, adını dahi bilmediği hostese aşık olmuştu...
isfendiyar'ın evlenme kararı, uçağı bir uçtan bir uca sardı. durumu a milli takım tek seçicisi eşfak aykaç'a da duyurdu ve "lütfen hocam" dedi, "kızı allah'ın emriyle siz ister misiniz?"
eşfak aykaç önce şaşırdı, sonra isfendiyar'ın ısrarları karşısında, kalktı, hostesi allah'ın izni, peygamberin kavliyle bir güzel istedi...
uçakta kıyametler kopuyordu. hostes kız da teklifi kabul edince, yüzüksüz bir nişan töreni yapıldı uçakta...
türk hava yolları'nın istanbul-ankara seferini yapan uçağı esenboğa havaalanı'na inerken, ünlülerle dolu uçaktan bir nişanlı çift çıkıyordu...